HOMO SAPIENS AKLININ İKİ YÜZÜ: HOMO RELIGIOSUS-HOMO INTERROGANS

Yüksek tanrıların en sonunda gelmeleri sürpriz olmalı. Ruhlar gibi, binlerce yıldır kanatlarını açmış öylece durmakta, rollerine çalışmaktaydılar; dünya sahnesine çıkmak için sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Yirmi yedi bin yıl önce akrabalarını mezar eşyaları ile Sungir ve Dolni Vestonice’de gömen insanlar, elbette öbür dünyaya ilişkin kesin düşüncelere sahiptiler ancak bu insanların öbür dünyada ilahi yöneticilerin bulunduğuna inandıklarını gösteren bir kanıt bulunmamaktadır. On yedi bin yıl önce Lascaux’da hayvan resimleri yapan insanlar, onların ruhlarına saygı gösterseler de bu ruhların aşkın (ulu) olarak görüldüğüne ilişkin bir kanıt yoktur. Göbekli Tepe’de 11.000 yıl önce bir araya gelen insanlar atalarının ruhlarına ibadet etmiş olabilirler ancak göründüğü kadarıyla o tarihlerde atalar henüz ilahlaşmamışlardı. Bununla birlikte, sonraki 4.000 yıl içinde bazı ataların giderek ilah seviyesine yükseltilmiş olması mümkündür. Nihayet tanrılar gelmişlerdi. Sonrası malum; geldiler ve kaldılar...”
Kaynak: E.Fuller Torrey. Beynin Evrimi ve Tanrıların Ortaya Çıkışı Paloma Yayınevi. İstanbul;2022:193.

Bugünlerde çok ilginç bir kitapla haşır neşir oldum: Beynin evrimi ve Tanrıların Ortaya Çıkışı, İlk İnsanlar ve Dinlerin Kökeni”. Kitap Paloma Yayınevinden çıkmış. Yazarı E.Fuller Torrey, tercümesi Erkan Aktaş tarafından yapılmış. Torrey, 1937 yılında dünyaya gelmiş bir psikiyatrist. Çalışma alanları şizofreni ve bipolar bozukluk gibi hastalıklar. Bazı araştırma merkezlerin kuruculuğunu ve yöneticiliğini yapmış. Teoloji ve antropoloji alanlarında eğitim almış, Göbeklitepe’de gözlemlerde bulunmuş.
Fulley Torrey, bu kitabında bir tanrının varlığını ya da yokluğunu sorgulamıyor. Eğer tanrınıza ya da tanrısızlığınıza akıl ya da bilim aracılığı ile kanıt arıyorsanız boşuna uğraşıyorsunuz. Yazar, kitabın son bölümünde ruhun ölümsüzlüğünün ispatlanmasının da çürütülmesinin de aynı derecede olanaksız olduğunu vurguluyor. Bir varlığa ya da bir şeye iman etmek aklın duygusal yönüyle ilgili irrasyonel bir tercih ve varlığı da yokluğu da kanıta ihtiyaç duymuyor.
Dr.Torrey kitabında bu irrasyonel düşüncenin ortaya çıkmasının kökenlerini sorguluyor. Bu kökenleri öncelikle beynin evrimleşmesinin içinde aramaya çalışan yazar, inancın ve dinin ortaya çıkmasının genetik, ruhsal, sosyal ve toplumsal kodlarına göz atıyor. Yazar kitabına gerekçe olarak yaşamındaki deneyimleri göstermiş. Ailesinden dolayı bir dönem tanrıyı kilisede aramış. İlahiyat eğitimi aldığı dönemde tanrının farklı tezahürleriyle karşılaşmış. Antropoloji eğitiminde ise farklı kültürlerin tanrılarıyla yüzleşmiş. Hekim ve psikiyatrist olduğunda da kavramın asıl mekanını, insan beyninin kıvrımlarını fark etmiş.  
Dr.Torrey’in kitabının en sevdiğim tarafı insan evriminin kısa ve anlaşılır bir özetini içermesidir. Evrimi özellikle de Homo sapiensin hikayesini anlayabilmek oldukça zor okumalar yapmayı gerektirmektedir. Milyonlarca yılda ortaya çıkabilmiş ve biryandan da evrimsel yolculuğu devam eden bir canlının ortaya çıkış sürecini açıklayabilmenin zorluğu bir yana, başka insanlara aktarabilmek daha da zordur. Bu süreci kavrayabilmek için öncelikle inanç kalıplarının önyargılarından uzak durabilmek ve faklı bilim alanlarının ürettikleri kanıtları anlayabilecek entelektüel birikime sahip olmak gerekmektedir. Bu nedenle olsa gerek, ülkemizde (başka ülkelerdeki örneklerini bilmiyorum) lisans düzeyinde eğitim almış birçok insan, biyolojik yaşamı mutlak tanrısal iradeye bağladıkları gizemli bir yaratılış mitiyle açıklama kolaylığına sığınmaktadır.
Bir tanrıya inanmak, bir yandan yaşama anlam yükleyerek ruhsal arınmaya ulaşmayı sağlarken diğer yandan kurtuluş öğretileri ile ölüm gerçeğinden saklanma olanağı sağlar. En önemlisi ise bir dini topluluğa üye olan insanlar, günlük hayatta topluluğun sağladığı güven ve konfor alanından yararlanabilirler. Şöyle bir geriye doğru dönüp ülkemizin geçmişine bakacak olursak dini toplulukların sağladığı güven ve konfor alanının nadide (!) örneklerini görebiliriz. Kısacası bir tanrıya sahip olmak ya da teslim olmak, ölümden sonraki yaşamın ve de bu dünyadaki yaşamın mutluluğu için önemli bir kazanım olabilmektedir. Ancak bu kazanımlardan yararlanabilmeniz için kıyas yapabilme becerisinden mahrum olmanız ve çelişkilere karşı kör olabilmeniz beklenmektedir…
Daha önce de söylediğim gibi kitap insan evrimi ve özellikle de beynin oluşum sürecinden bahsetmektedir. Bu süreci anlamak için günümüz insan beyninin anatomi ve fizyolojisini biraz da olsa biliyor olmak gerekir. Bu aşamayı geçemezseniz daha ileri okumaları anlayabilmeniz zorlaşıyor. Bir hekim olmasına rağmen Torrey herkesin anlayabilmesi için insan beynini ve gelişim sürecini oldukça basitleştirerek açıklamaya çalışmıştır.
İnsanımsılar içinde akıllı/bilge insan denilen Homo sapiensin ortaya çıkması milyonlarca yıl sürmüştür. Bu uzun dönem içinde birçok farklı insanımsı türü görülmüş ve kaybolmuştur. Kimi açıklamalar bu türlerin birbirini takip ettiği şeklindeyken, kimiyse insanımsıların farklı özelliklerle evrimleştiği ve ortama uyum sağlama kabiliyeti olamayanların zamanla ortadan kalktığı şeklindedir. Ancak görülen o ki her evrimleşme basamağında insanımsılar yeni yetiler kazanmışlar ve yetilerini kendilerinden sonrakilere aktarmışlardır. İnsan olma sürecinde ise son kırk bin yılın özel bir yeri bulunmaktadır;
 
“Özetle, yaklaşık 40.000 yıl önce, homininler bilişsel evrimin beş önemli aşamasını tamamlamıştı. Homo habilis olarak, yaklaşık iki milyon yıl önce, önemli ölçüde daha zeki olmaya başladılar. Homo erectus yaklaşık 1,8 milyon yıl önce özfarkındalık sahibi oldu. Arkaik Homo sapiens in Neandertal türü, yaklaşık 230.000 yıl önce başkalarının düşünceleri konusunda bir farkındalık edinmeyi (zihin kuramı) başardı. Erken dönem Homo sapiens ise, yaklaşık 100.000 yıl önce kendisi hakkında düşündüğünü düşünmesine olanak tanıyan içebakış becerisi kazandı. Son olarak, modern Homo sapiens yaklaşık 40.000 yıl önce, geleceği planlamak için geçmişten gelen deneyimlerini kullanarak kendisini zamanda geriye ve ileriye doğru düşünebilme becerisini, yani otobiyografik belleği geliştirdi. Bu bilişsel evrimin her aşamasına beyinde oluşan ve günümüzde en azından kabaca tanımlanabilen anatomik değişiklikler eşlik etti.
Böylece, bilişsel olarak donanımlı hâle gelen modern Homo sapiens, bitki ve hayvanları evcilleştirmeye, devletler kurmaya ve uygarlıklar yaratmaya hazırdı. Bu olağanüstü bir gelişme silsilesi olacaktı. Ancak bu gelişmelere eşlik eden, gölgede kalmış sorular daima bir yerde bekliyordu. “Nereden geldim?” “Neden buradayım?” “Ben öldükten sonra bana ne olacak?” Modern Homo sapiens, bu soruların yanıtlarını tanrılarımızda ve dinlerimizde bulacaktı.”
Kaynak: E.Fuller Torrey. Beynin Evrimi ve Tanrıların Ortaya Çıkışı Paloma Yayınevi. İstanbul;2022:156.
 
Otobiyografik bellek adı verilen belleğin gelişimi insan evriminin en önemli aşamalarından biridir. Bu beceriye sahip olan canlı geleceği geçmişten görebilme özelliğine sahip olacak, geleceği planlayabileceği senaryolar kurgulayabilecektir. Geçmişteki yaşadığı hayal kırıklıklarını bir daha yaşamamak için önceden önlemler alabilecektir. Avlanmak için bir bölgeye sıkıştırdığı hayvanlardan evcilleştirerek de yararlanabileceğini fark edecektir. Büyük gruplar halinde plan yapabilme ve hareket edebilme kabiliyetine kavuşacaktır. Mevsimsel döngüleri fark edebilecek ve bu döngülere göre yaşamaya başlayacaktır. En önemlisi belirli zamanlarda farklı gruplarla bir araya gelme ve ritüeller yapmaya başlayacaktır. Zamanla bu bölgelerde toplanma alanları ve yerleşim merkezleri de oluşmaya başlayacaktır. Muhtemeldir ki Göbeklitepe, binlerce yıl buna benzer amaçla farklı avcı toplayıcı grup tarafından inşa edildi. Burada önemli duraklardan biri de dilin yani sözün ortaya çıkmasıdır. Dilin yani sözün ortaya çıkması Homo sapiensin kişisel olayları paylaşmasını kolaylaştıracak ve ortak geleceği planlamasını kolaylaştıracaktır.
Başlangıçta Söz vardı. Söz ‘Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı…
Kaynak: Yuhanna İncili. Kutsal Kitap (Tevrat, Zebur, İncil). Yeni Yaşam Yayınları. 2008:1125.
 
Otobiyografik bellek, ölümün farkına varılması ve anlaşılmaya çalışılması ile rüyaların yorumlanmaya çalışılması birlikte başka dünyalarda yaşayan ruhlara olan inancın kaynağı gibi görülmektedir. Ölen bir insanın başına gelenler her zaman insanın dikkatini çekmiştir. Uzunca bir zaman çürümek için ortada bırakılan cesetler ölüm gerçeği ile yüzleşmeyi gerekli kılmıştır. Ölmüş insanda eksik olan ise soluk, nefes, anima, yel, rîh, rüzgâr anlamlarına gelen pneuma yani ruhtur. Aslında nefes anlamında “can” kelimesine karşılık gelen ruh zamanla spiritus, tin, nefs anlamıyla farklı boyuta doğru dönüşecektir. Ataların görülen vücutlarının dışında yaşayan ruhlarının olduğu fikri insan zihnine yerleştiği andan itibaren inanma yolculuğu başlamış oluyordu. Böylece Homo religiosus tarih sahnesine çıkmıştı; oysa daha Homo sapiens ne olduğunu tam olarak anlamamıştı. Rüyalar vasıtasıyla atalara ulaşabilme olanağının keşfi kabilenin içinde bu işi yapabilen büyücü ya da şamanlığın önünü açmıştır. Artık ölülerin cesetleri ortalıkta bırakılmayacak, gittikleri yerlerde işlerine yaraması amacıyla yanlarına hediyeler konulacak ve ruhlarına ulaşabilmek amacıyla ayinler düzenlenecektir. Bu ayinlerde bazı insanlar öne çıkacak ve ruhlarla iletişime geçebilenler seçilmiş kişiler olacaktır.
Yazar kitabında inanç kavramının ortaya çıkmasına paralel olarak yerleşik toplumların görülmesini ve bu toplumlarda ortaya çıkan hiyerarşik yapılanmanın içinde kutsal ruhların nasıl olup da devlet kuran, tapınaklar inşa eden, savaşan tanrılara dönüştüğünü açıklamaya çalışıyor. Kurumsal dini yapılara dönen inanç, bu noktadan sonra arkasına saklandığı iman esaslarından ziyade dünya üzerine hâkim olmaya çalışmış ve oldukça başarılı olmuştur. Yazar bu süreçleri açıklamak için farklı dinlerin tarihlerinden besleniyor. Eksen çağı olarak isimlendirdiği MÖ 800-200 yılları arasında günümüzü etkileyen birçok dini yapının ortaya çıktığını bu esnada Yunan dini gibi binlerce yıldır hâkim olan dinlerin ortadan kalktığını belirtiyor. En ilgimi çeken yorumu ise bir zamanlar tapınakların heybetli tanrı ve tanrıçalarının günümüzde müzelerde ikamet eden sanat eserlerine dönüşmüş olmasıdır.  
Bunlar benim kitapla ilgili bir bakışta aklımda kalan noktalar. İstenilirse daha da uzatılabilir ancak daha fazlasını kitabı okumak isteyenlere bırakmak yerinde olacaktır.
Meslektaşım Torrey sayesinde dinlerin tarihi hakkında aklımda olan bulanık görüntüler bir miktar açıldı. Bir miktar diyorum çünkü, on binlerce yıllık bir geçmişe dayanan, anlatılarının çok azı yazılı kültürden gelen, kahramanlarının tamamına yakınını kendisinden sonra takipçilerinin anlattığı ve anlatırken de efsaneleştirdiği bir tarihi kavrayabilmek hiç de kolay bir iş değil.
Olay sadece mitsel anlatılarda kalsa ve insanların hayatına bir yanı sanatsal olan anlam yükleme düzeyiyle yetinebilmiş olsa, dinler toplumsal hayatımızı zenginleştiren kültürel kodlar olarak oldukça kıymetli bir yere sahip olabileceklerdir. Hatta sanatın birçok alanıyla olan ilişkileri nedeniyle önemli bir kültürel beslenme kaynağı olacaklardır. Rönesans sanatının önemli bir kısmını dönemin inanç altyapısının beslediği unutulmamalıdır.
Öte yandan dinler hiçbir zaman insanların yaşamına anlam vermek ya da ruhsal arınmayla yetinmemiştir. Kitapta da belirtildiği gibi ilk görünmeye başladıkları andan itibaren şefin yanı başında, onunla iktidara talip olmuştur. İktidarlarını sağlamlaştırabilmek için ise öğretilerinin evrensel gerçekler olduğu iddiasında bulunmuşlar; takipçilerinden de şeksiz, şüphesiz iman etmelerini beklemişlerdir. Öğretilere bir kez iman eden takipçiler sorgulamayı bırakmışlar ve önderlerinin ve haleflerinin buyruklarını sonunu düşünmeden yerine getirmeyi görev bilmişlerdir. Bu görevleri yerine getirme esnasında kendi öğretilerine inanmayan insan ve toplulukları kafir olarak görmüşler ve onları yok ettikleri için cennetle ödüllendirileceklerine inanmışlardır. Tarihin kurak toprakları, cennet yolundaki haçlıların katlettiği milyarlarca insanın mezarlığı olmuştur. Bugün iyi bir tarih okumasıyla biliyoruz ki bu insanların katledilmesinin gerçek sebebi tanrıların öğretileri değil bir avuç seçkinin daha konforlu bir dünyada yaşama arzusudur. Çoğu zaman da başarılı olmuştur.  Bugün Gazze başta olmak üzere birçok yerde aynı oyun sahneye konulmaktadır. Gişesi de oldukça yüksektir. Daha önce de bahsettiğim gibi bir insan için kıyas yapmamak ve çelişkileri görmemek şartıyla teslim olmak oldukça konforlu olabilir. Özellikle o insan güçlü ve kalabalık bir cemaatin üyesiyse. Bunun için sizden istenilenleri sorgulamadan yerine getirebilecek bir vicdana ihtiyacınız var…
Bu kitap, binlerce yıldır ruhsal ve toplumsal hayatımızın merkezinde yer alan dinlerin evrensel gerçeklerle yeryüzüne inmediğini bilakis Homo sapiensle birlikte doğal seçilime uğrayarak yaşamda kalabildiğine yönelik önemli kanıtlar sunmaktadır. Dinlerin ortaya çıkabilmesi için önce bu öyküleri anlatabilecek ve dinleyebilecek bir zekaya, ardından önce kendisinin sonra başkalarının düşüncelerinin farkına varmasına ihtiyaç vardır. Ardından da kendisini düşünmesini sağlayan zihin otobiyografik bellekle birlikte başka hiçbir canlının yapamadığı bir beceri kazanmıştır; mitsel anlatılar…
Homo religiosus, birkaç bin yıl boyunca inanç kültürünün düşünsel zeminini sözlü kültürle çoğalttığı mitoloji içerisinde ortaya çıkarmıştır. Mitoloji ve inançlar birçok bölgede olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada zengin bir toplumsal yapı ve inanca dayalı kültür yaratmıştır. Zamanla, Homo religiosusun mitleri bazı insanları tatmin etmemiştir. Mitlere ve doğaya hayretle bakabilen o merak eden insanlar evrenle ilgili konularda sorular sormaya başlamışlardır. Evrenin kökenine dair sorgulamalar yapan bu insan türü dindar/inanan insandan başka bir forma dönüşmüştür: Homo interrogans...
Kendisine sunulanla yetinmeyen, sağduyudan ayrı düşünmeye çalışan ve toplulukların dışında kalmaya çalışan Homo interrogans daha ilk başta yüzünü yeryüzündeki çukurlara değil gökyüzündeki yıldızlara çevirmiştir. Anlattıkları Homo religiosusun dünyası ile çeliştiğinde onun alayına, dışlamasına ve de saldırılarına maruz kalmıştır. Güneş ve ay dünya gibi bir gezegen olabilir dediğinde, Homo religiousun öfkesinden kaçmak için Atina’yı terk etmiştir. Hem kadın hem de doğayla ilgili dersler vermek cüretini gösterdiği için İskenderiye’de bir piskoposun kışkırtmalarıyla parçalanmıştır. Tanrıyı herkesin gördüğünden farklı şekillerde görebileceğini söylediğinde Bağdat’ta zındıklıkla suçlanıp katledilmiştir...
Tarih boyunca Homo religious ile Homo interrogans defalarca karşı karşıya gelmiştir. Biri içine doğduğu kültürel kodları şeksiz, şüphesiz korumaya çabalarken, diğeri onları sorgulama cesaretini gösterebildi. Biri dar bir çevrenin konforuna hizmet eden inanç kodlarına sahip çıkmak adına her türlü gelişmeyi çürüme sayarak savaş açarken, diğeri öğrenmeye çalıştığı gerçekliğin kime, nasıl hizmet edeceğini düşünmeden geçmişi gelecekle yenilemeye çabaladı. Biri sahip olduğu öğretilerin evrensel hakikat olduğunu düşünüp, tüm toplumsal yaşamı bu eksende var etmeye çalışırken, diğeri ise bir hakikat olup olmadığını bile sorguladı ve elindeki bilgilerin ancak yanlışlanasıya kadar var olabileceği gerçeğini içine sindirdi. Böylece yaşamını nereye gittiği belli olmayan bir değişim üzerine kurgulama hakikatiyle yüzleşti. Ve bugün Homo sapiens zamanla kendi varlığı ile çelişebilecek Artificial Intelligence yaratabildiyse bu Homo interrogans yanının Homo religious yanına baskın gelmesinin bir sonucu olmalı…
Torrey’in kitabını okuyup biraz düşünme zahmetine girdikten sonra şöyle bir resmi görüyorum: Nasıl olduğunu bilemediğimiz bir şekilde bir ailenin, bir toplumun ve bir kültürünün içine doğuyoruz. Bu kültür bize kendimize, yaşama ve çevremize dair kodlar veriyor. Biz çoğunlukla bu kodları sorgulama zahmetine girmiyoruz. Sorgulamak oldukça zahmetli ve çok riskli bir iş çünkü. Bunun için ihtiyacımız olan entelektüel seviyeye ulaşmak yıllar süren bir çabayı gerekli kılıyor. Sonra nereye çıkacağımız hiç de belli değil. Ya doğru sandıklarımız yanlış, yanlış sandıklarımız doğruysa? O zaman yaşamımızı üzerine kurduğumuz ben, aile, toplum, inançlar, yaşam biçimiyle nasıl başa çıkacağız? Yanlış bir zeminde duran düşünce temelinde sahip olduğumuz konfor alanını terk edecek cesaretimiz olacak mı? Yoksa hiç bu zahmete girmeyip bizim gibi olanlarla birlikte duvarların arkasına saklanıp yaşamla ilgili hoşlanmadığımız her durumu başkalarına atfetme kolaylığına mı gireceğiz? Bu böyle uzayıp gider… İnancın tarihsel köklerini inceleyen bir okuma beni buralara kadar sürükledi. Kim bilir, inancın kendisini sorgulamaya cesaret edebilseydim nerelere savrulacaktım? Acaba yaşam bütün bu sorgulamalara değecek bir şey midir? İşte bunun cevabı bende yok…

Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.


Kaynak: https://www.kulturportali.gov.tr/portal/gobeklitepe


Şekil. Tanrıların ve Dinlerin Kökenleri

Kaynak: E.Fuller Torrey. Beynin  Evrimi ve Tanrıların Ortaya Çıkışı Paloma Yayınevi. İstanbul;2022:235.








Yorumlar