BÜYÜCÜ, ŞAİR (TEOLOG), FİLOZOF, DOĞA FİLOZOFU, BİLİM ADAMI, BİLİMCİ
(BİLİM İNSANI) …
[MAGUS/WIZARD/MAGICIAN, POET/TEHOLOGIAN, PHILOSOPHER, NATURAL PHILOSPHER, MEN OF SCIENCE, SCIENTIST]
Thos. H. Huxley…
The Right
Hon.Thos.H.Huxley. F.R.S. December 10th, 1894.
Kaynak: Sydney Ross (1962) Scientist: The story of a word, Annals of Science, 18:2, 65-85.
Yaşadığımız
yüzyıl, insanların bilimin (science) otoritesine boyun eğdiği, önemli bir
bölümünün ise bu güce rıza gösterdiği bir çağ olarak tarihe geçecektir. Bu
durum 16. yüzyıldan itibaren eğitimden üretime kadar birçok alanda yaşanılan
dönüşümün sonucu olarak karşımıza çıkmıştır. Bilim, toplumsal uzlaşıya ya da
boyun eğmeye yol açan gücünü, bitmek bilmez teorik tartışmalardan ziyade,
insanlara sağladığı sosyal iyilik hali ve konfora borçludur. Söz konusu iyilik
hali, bilimin gücü yanında teknolojinin (Techne) sağladığı olanaklar sayesinde
olmuştur. Günümüzde neredeyse her toplum, binlerce üniversite ve araştırma
merkezinde çalışan bilim insanlarını (Scientist) destekliyorsa, araştırma
sonuçlarının sağlayacağı beklenti nedeniyledir.
Türk Dil Kurumu sözlüğü bilim kelimesinin karşısında (Science); “evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayalı yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi; ilim - genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli dizgesel bilgi - belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci”; bilimci (Scientist) kelimesinin karşısında ise “bilginin temeli olarak yalnız bilim yöntemine önem veren; ilimci” tanımını vermektedir.
Öte yandan çağımızda vazgeçilmez gibi görülen bilim (Science) ve bilim adamı/insanı (Scientist) kelimelerinin (sözcükleri) insanlık tarihi içerisindeki ömürlerinin en fazla gün içindeki birkaç dakika kadar olması, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Bilim insanı anlamında “Scientist” kelimesi ilk uydurulduğunda Huxley gibi bilim yapan insanların önemli bir bölümü kabullenmekte oldukça zorlanmışlardır.
Bir kelimenin köklerinin peşi sıra yollara düştüğünüzde, karşınıza çıkan tek yol etimoloji olamaz. Kelimenin uydurulması, ihtiyaçlar, toplumun talepleri ve uzmanlarının uzlaşılarıyla belirlenir ve zaman içindeki toplumsal değişimlere paralel karşılaştığı anlam kaymalarıyla birlikte yaşamaya devam eder, ta ki yüklendiği işlevlere olan toplumsal ihtiyaç ortadan kalkana kadar...
Bilişsel fonksiyonları kendisi gibi olan memelilerden ayrılmaya, sözlü hikâyeler anlatmaya ve ölülerine anlamlar yüklemeye başladığı andan itibaren Homo sapiens toplulukları içerisinde, biliminin işlerini üstelenen biri sahneye çıkmıştır; büyücü...
“Abel
Rey'e göre, bütün ilimlerin menşei sihir ve dindir; aynı suretle, sihir ve din,
özellikle sihir, ilmin olduğu gibi teknolojinin veya daha genel olarak empirik
teknik bilginin de menşeini teşkil etmiştir. Ayrıca teknoloji sihirden
ayrıldığı nisbette ilmileşmiştir.”
Kaynak: Aydın Sayılı. Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. Atatürk Kültür Merkezi Yayını-Sayı:47. Ankara;1991:24
Büyücü günümüz bilim insanlarının atasıdır: çoğunluğu yazı öncesi
döneme ait olduğu ya da ancak çağdaş örneklerini gözlemleyebildiğimizden dolayı
hakkında çok fazla bilgi sahibi olamadığımız büyücü, mistik görevi yanında doğa
ile uğraşma işlevini üstlenmiş ve modern bilimimizin öncüsü olmuştur. Büyücünün
doğaya bakanı şifacı ve hekimin; gökyüzüne bakanı astronom ve astroloğun,
ruhlar, musalar ve tanrılarla konuşanları teolog, şair ve peygamberin; toplumla
ilgileneni ise sosyal ve siyaset bilimcisinin atasıdır. Kısaca günümüz
akademisi binlerce yıl önceki büyücülük kurumunun işlevini yerine getirmeye
devam etmektedir. Bu sürecin dışında kalan zanaatkar/sanatkâr (Techne) ise
üretim süreciyle işlevleri yerine getiren bilgeye karşılık gelmektedir. Büyücü topluma
aklıyla, zanaatkâr ise eliyle şekil vermeye çabalar.
Bugün
kullanırken hiç yadırgamadığımız “Science” ve “Scientist” kelimelerinin kökleri
binlerce yıllık aklın ve elin tarihine karşılık gelmektedir. Bu süreç içinde
aldığı her mesafede toplumsal kabullerin izin verdiği anlamları yüklenmiştir.
Sydney Ross tarafından 1962 yılında “Annals of Science” isimli dergide “Scientist: The story of a Word” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Ross, bu makalede bilimci (Scientist) kelimesinin etimolojik ve tarihsel kökenlerinin izini sürmüştür.
Doğanın gözlem yoluyla izlenmesi, akla uygun ve kanıta dayalı olarak açıklanma çabasını Aristoteles’ten önce görmek olanaklı değildir. Öte yandan doğayı gözleyerek açıklama ve anlamlandırma gayreti kadim bir uğraştır. Daha önce de bahsettiğim gibi erken dönemde büyücüye dayanmaktadır. Büyücü bir taraftan gizemli hikayeleri kullanırken öte yandan bilişsel fonksiyonları izin verdikçe “gerçek” olarak varsaydığımız doğayı izlemeye çabalamıştır.
Büyücünün rolleri ve sosyal konumu tarih boyunca sürekli güncellenmiştir. Tarım yapan ve yerleşik köyler kuran toplumlar, zamanla avcı toplayıcıdan daha karmaşık iş bölümü ve yönetim biçimlerinin ortaya çıktığı kentsel yerleşim alanları kurmuştur. Yeni ortaya çıkan toplumlarda avcı toplayıcının şefi sarayı sahiplenirken, büyücü yanı başındaki tapınağa taşınmıştır. Saray üretim için gerekli olan iş bölümünü ve ortaya çıkan artı değeri paylaştırma işiyle birlikte silahı kullanma görevini almıştır. Tapınak, sarayın ihtiyaç duyacağı bilgi ile toplumu, sarayın hegemonyasına ikna edecek olan retorik söylemi üretmiştir. Bu kadim koalisyon binlerce yıldır özünü koruyarak günümüze ulaşmayı başarabilmiştir. Bilimsel uğraşların motivasyonunu toplumlarının üretim ve sosyal yapısını dönüştüren süreçlerde ararsak bilim ile bilim insanının günümüze hangi adlandırmalardan geçerek ulaştığını anlamak kolaylaşır.
Bilim, insan aklının uğraşılarından bir tanesidir. Temel motivasyonu içinde yaşadığı doğayı açıklamak belki de yaşama anlam verebilmektir. Tarih boyunca bu anlam verme uğraşından sıyrılarak salt gözlem ve deneye dayalı matematiksel bir çıkarım yöntemine ulaşmıştır. Bilim (Science) olarak adlandırılması da bu süreçle paralel ortaya çıkmıştır.
Saraydaki büyücünün birkaç temel işlevi bulunmaktadır. Bunlardan biri şifacılık anlamında hastalıklara derman olmak, diğeri gökyüzündeki kutsal cisimleri izleyerek kehanette bulunmaktır. Birinci işlevi zamanla hekimlik sanatına dönüşürken, ikincisi astronomi faaliyetlerine dönüşmüştür. Kehanet için yıldızların hareketini izleyen rahip sınıfı takvim yapmasının yanında matematik ve geometri sanatlarının temelini atacaktır. Aristoteles “Metafizik” isimli eserinde matematik sanatlarının boş zamanı olan rahipler sınıfı tarafından Mısır’da geliştirildiğini söylemektedir. Böylece bugün bilimin temeli olarak görebileceğimiz temel alanlar Mezopotamya ve Mısır’da ortaya çıkmıştır.
Mezopotamya ve Mısır’da ortaya çıkan bu faaliyetler, başlangıç noktası olarak görülse de aslında bilim sayılmaz Zaten o dönemlerde bilim ve bilim insanı sözcüklerine rastlamak da olanaklı değildir. Zira dönemin rahibi tapınakta ancak şifacılık, kahinlik ya da sarayda hesap uzmanlığı yapacak kadar ileri gidebilmiştir. Elindeki yöntemsel aparatlar yetersiz olduğundan açıklamalarının içerisine çoğunlukla doğa üstü efsaneler ya da öyküler yerleştirmiştir. Doğayla ilgili gözlemler bugün bildiğimiz geleneksel yolun dışında olup, olguların nedenselliğini açıklayabilecek nesnel kanıtlarla desteklenmiş kuramlara ulaşmaktan oldukça uzaktadır. Zaten rahipler de yalnızca günü kurtaracak çözümlerin arayışındadır. Nihayetinde iktidar için gerekli olan bilgi ve toplumun sarayın hegemonyasına rıza göstermesine yol açacak efsaneler üretilebilmiştir. Bu ikili koalisyon, binlerce yıl ayakta kalabilmiş ve rahip sınıfı varlığını korumuştur.
Yaklaşık olarak MÖ. 1000’li yıllarda, Batı Anadolu bölgesinde bazı koloni kentleri ortaya çıkmıştır. Deniz ticareti yapan bu kentlerde farklı bölgelerden gelen insanlar karşılaşabilmekte, yazı kullanılmakta ve ticaret, yeni geliştirilen para ile yapılmaktadır. Her şey hızlanmış, şehirlerde sarayın iktidarını paylaşacak tapınak dışında yeni gruplar ortaya çıkmıştır. Kentin ekseni saraydan agora, tiyatro ve ekklesia’ya kayarken eski hikayeler bu mekanlarda çok kabul görmemektedir. Alman Filozof Karl Jaspers tarafından “Eksen Çağı (MÖ.800-MS.600)” olarak adlandırılan bu dönemde günümüzde halen varlığını koruyan düşünce ve inanç sistemleri sahnedeki yerini almıştır.
Kuşkusuz bu sistemlerden en değerlisi, gözlerini Miletos kentinde açan felsefe (Philosophy) olmuştur. Bilimsel düşüncenin mantıksal temelleri İyonya ve Yunanistan coğrafyasında MÖ. 6-4. yüzyıllar arasında atılmıştır. Kentlerde ortaya çıkan sosyal doku, iktidarın sahibinin sırtını dayadığı efsaneleri sorgulamaya başlamış ve felsefe (Philosophy) adı verilen uğraş ile filozof (Philosopher) sınıfı ortaya çıkmıştır. Filozoflar, evrenin ana maddesini (arke) tabiat içinde bir yerlerde aramışlar; doğa (physis) ile uğraşırlarken ona içkin olan düzeni (logos) kavramaya çabalamışlardır. İlk defa Pythagoras tarafından (ya da Herakleitos) kullanıldığı söylenen filozof kelimesi, bir stadyumda oyunlara ya da satıcılara karışmadan yalnızca izlemek için bulunan (Theoria) kişilere karşılık gelir. Doğayı izleyen ve ancak tanrısal gerçeklerin (sophos) peşinden koşan insanı ifade etmektedir.
“Öte
yandan bunun “poetik" bir bilim olmadığını, en eski filozofların tarihi de
açıkça göstermektedir. Çünkü şimdi olduğu gibi başlangıçta da insanları felsefe
yapmaya iten şey, hayret olmuştur. Onlar başlangıçta açık güçlükler karşısında hayrete
düşmüşlerdir. Daha sonra yavaş yavaş ilerlemişler ve ay, güneş ve yıldızlara
ilişkin olayları, nihayet dünyanın oluşumu gibi daha büyük sorunları ele
almışlardır. Şimdi bir sorunu fark etmek ve hayret etmek, kendisinin bilgisiz
olduğunu kabul etmektir. Bundan dolayı efsaneyi seven de bir anlamda bilgeliği
sevendir. Çünkü efsane, hayret verici şeylerden meydana gelir. Şimdi
bilgisizlikten kurtulmak için felsefe yapmaya giriştiklerine göre, onlar,
kuşkusuz herhangi bir faydacı amaçla değil, sırf bilmek için bilimin peşine
düşmüşlerdi. Olaylar da bunu doğrulamaktadır: Çünkü hemen hemen hayatın bütün
ihtiyaçları ve konforu ile ilgili şeyler tatmin edilmiş olduğunda böyle bir
bilgi aranmaya başlanmıştır. Aristoteles…
Kaynak: Aristoteles. Metafizik (Çev: Ahmet Arslan). Divan Kitap. İstanbul;2019:115.
Önceleri
doğanın kökenini materyalist bakış açısıyla arayan filozof, kısa bir süre
içinde yüzünü, insana, topluma ve tanrısal olana dönmüştür. Aynayı
kendi yaptığı işe de tutan filozof episteme olarak tanımlayacağı bilgiyi üretme
yolu üzerine akıl yormuştur. Bugün epistemoloji olarak tanımladığımız bilgi
felsefesinin kapısını iki dev tutmaktadır: Platon ve Aristoteles. Felsefenin
bilime dönüş hikayesinin başlangıç sayfalarını bu iki büyük bilge yazmıştır.
İki filozofun da bilgi felsefesinin temelinde varlık felsefesi bulunmaktadır. Filozoflar hem evrenin ilk nedenini hem de bilgilerinin dayanağını açıklamaya çalışmışlardır. Aristoteles felsefenin hazırlığı olarak tanımladığı daha sonra “Organon” olarak isimlendirilen klasik mantık külliyatını sunmuştur ki, bilim bu külliyatın üzerinde günümüze ulaşabilmiştir. Tıpkı devlerin omzundaki cüceler gibi…
Platon’da bilginin bir tek kaynağı vardı o da tüm varlığın temel kaynağı olan idealardı. Bilim sabit, değişmez, her zaman kendisi ile aynı kalan şeyleri konu almak zorunda olup, oluş ve yok oluşta olan şeyler bilimin konusu olamazdı. Oluş ve bozuluş içinde olan şeylerin bilinemeyeceğini, ayrıca duyulardan gelen bilgilere de güvenilemeyeceğini söyleyen Platon için bilinebilecek tek gerçeklik, idealardır. Platon’un varlık hiyerarşisine paralel bilgi hiyerarşisi bulunmaktadır. Temelde bilgi doksa ve episteme olarak ikiye ayrılır. Doksa ancak ideaların kopyalarının kopyaları olan duyusalların bilgisidir. Episteme ise kelimenin tam anlamıyla bilgi ve bilimi karşılamaktadır. Saf akılsal veya sezgisel bilgi ‘noesis’, çıkarsamaya dayanan bilgi ise ‘dianoia’ olarak tanımlanmaktadır. Noesis hiçbir şekilde varsayımsal veya koşullu bir nitelik taşımayan, nesnesini saf bir kavrayışla açıklayan bilgi olarak “diyalektik”tir. Platon’da felsefe, bilim ve diyalektik aynı anlamda kullanılmaktadır.
Görüldüğü üzere Platon’da bilim bugün bildiğimiz anlamların hiçbirini taşımamaktadır. Platon, Yeni-Platoncuların yorumlarıyla birlikte Ortaçağ’ın hem Hıristiyan hem de İslam düşünürlerinin ve taassubunun akılsal kaynağı olmuştur; gözlem ve deneyle sınama ihtiyacı duymadan bildiğini sanmak…
Aristoteles düşünce tarihinde “bağımsız bilimler” kavramını ilk defa ortaya atan ve sınıflamasını yapan düşünürdür. O bilimleri, teorik (görmeye, nazari), poetik (yapmaya, üretmeye, sınai) ve pratik (ameli, fiilde bulunmaya) olarak üçe ayırmıştır. Teorik bilimleri “fizik", “matematik”, “metafizik” olarak üçe ayırmıştır. Aristoteles’in bu sınıflaması kendi varlık felsefesine dayanmaktadır. Aristoteles, öğretmeninin idealarının yanına “madde”yi ekleyerek ikili bir yapı oluşturmuştur. Evreni de “ay altı” ve “ay üstü” olarak iki bölgeye ayıran Aristoteles, fizik bilimini oluş ve bozuluşta olan ay altı cisimleri bilmek için tanımlamıştır. Ay üstü alemin bilinmesi ise metafizikle olabilmektedir. Metafizik tüm felsefenin başlangıcı olarak ilk felsefedir. Bilim olarak episteme, bizden bağımsız nesnelerin özlerinin ve doğalarının bilinmesi amacıyla seyredilmesidir (theoria, nazar). İdeaların yanına maddeyi de koyması, ay altı alemi izlemek amacıyla fiziği bir bilim kolu olarak tanımlaması Aristoteles’i Platon’a nazaran bir adım daha modern bilime yaklaştırmaktadır. Ancak teorik bilimlerin içine yerleştirdiği metafizik, Platon’un yaptığına benzer bir şekilde Ortaçağ dogmatik düşüncesine koltuk değneği olmuştur. Aristoteles düşüncesi Platon’dan fazla olarak Ortaçağ manastırının skolastik düşüncesinin temel direğini oluşturmuştur. Öte yandan modern bilim (science) 15-16.yüzyıl filozoflarının geleneksel skolastik düşünceyi eleştirisiyle, bilim insanı ise skolastik filozofun doğa filozofuna, ardından bilimciye dönüşmesiyle (scientist) ortaya çıkmıştır.
Bu yolda Aristoteles’in yaptığı bir diğer katkı mantık yani kıyastır. Aristoteles’e göre bilimin temeli kanılar ya da ikna amacıyla yapılan konuşmalar değil, eşyanın (şeylerin) doğası ile bu doğayı dile getiren yargılardan aklın kendi kapasitesi ile çıkardığı zorunlu sonuçlardır. Analitik düşünce (apodeiksis-ispat) insanlık tarihi içinde mitsel olandan, birey ve toplumun ihtiyaçları çerçevesinde zamanla keşfedilmiştir. İnsan aklının temel sorun çözme biçimi olan analitik düşünce biçimi, eşyanın nedenselliğini bulmaya çalışırken üzerinde ortak akılla uzlaşılabilecek kanıt arama yoluna gider. Kanıt sistematik bir akıl yürütme yöntemiyle, açık bir şekilde ve sorgulamaya izin verecek bir düzlemde olduğundan insan aklının ortak bir zeminde buluşmasına izin verir. Günümüzde bu düşünce biçimine bilimsel yöntem ismini vermekteyiz, apodeiktik, burhani, analitik, tümdengelim yöntemi olarak felsefe tarihine geçmiştir. Burada amaç akla yakın ya da kanı (doxa) değil, kesin, apaçık bilgiye (episteme) ulaşmaktır. Aristoteles’in daha sonra adına mantık (logic) denilecek olan külliyatı kendisinden sonra “Organon” ismiyle yaygınlaşmıştır. Aristoteles’in kullandığı kıyas yönteminin o güne kadar olan düşünce yöntemlerinden farkı, şeylerin ardında bulunan zorunlu koşulun yani nedenselliğin ispat edilebilmesidir. Kıyas bir kanıtlamadır. Böylece olgularla ilgili açıklamalar ya tasdik edilir ya da reddedilir. Aristoteles için temel kanıtlama yöntemi dedüktif akıl yürütmedir. Bilim ise kıyas yoluyla kanıtlanmış önermeler topluluğudur (dedüksiyon). Bu önermelerin kanıtlanabilmesi amacıyla kullanılacak olan öncüller için tümevarıma (endüksiyon) ihtiyaç vardır. Aristoteles’te bir şeyi bilimsel olarak bilmek zorunlu olanın alanını bilmektir. Bu da şeylerin ardında yatan nedenselliğin açıklanması anlamına gelir. Aristoteles ile birlikte insan aklının evriminin önemli bir aşaması aşılmıştır. O güne kadar bilgi, mitsel öykülere, diyalektik gibi ortak çıkarımlara dayalı idi. Temel yaklaşım, üzerinde ikna olunacak sağduyuya uygun bir sonucun elde edilmesiydi. Elde edilen sonuçların doğruluğu ve hakikatle uygunluğu aranmamaktaydı. Filozof, geliştirdiği yöntemle bilimsel bilgiyi diğer düşüncelerden ayırdı ve zorunlu olanın bilgisi haline getirdi. Buna ulaşmak için de kıyas yöntemini ortaya attı. Her ne kadar tümdengelime dayalı akıl yürütmeyi, tümevarımın önüne koymuş olsa da bir şeyi bilmek için getirdiği ispat yükümlülüğü ilerici bir bakış açısıydı. Ve şeyleri bilebilmenin tek yolunun nedenleriyle bilmek olduğunu açık bir şekilde vurguladı. Onun bilgiye ulaşma yöntemi 16.yüzyıla kadar insanlığın kullandığı bir sistem oldu. Her ne kadar yeni bilgileri üretmenin önünde bir engel olsa da Aristoteles bugün, kanıta dayalı bilim dediğimiz akıl yürütme yöntemini bize hediye eden filozoftur. O, kendi çağına kadar teologların, hatiplerin, cedelcilerin ve sofistlerin elinde olan bilme yöntemini onlardan çaldı ve kendisinden sonra gelecek bilim insanlarına hediye etti. Aynı yollardan gitmesek bile günümüzde kıyas, olgulardan yeni bir şey öğrenmek için kullandığımız en etkili yöntemdir.
“Şu
var ki Eflâtun’un indinde felsefe-bilimin merkezi ‘metafizik’, kenar mahalle
yahut varoş mesabesindeki -Aristoteles’in ‘doğa araştırmaları’ anlamında
kullandığı- ‘fizyologya’ yahut ‘fizike’, yani ‘fizik’le evlenmez. Felsefe,
Eflatun’da metafizikten ibaretti. Doğa araştırmaları, fizik kanadı yok. Astarı
logos, ‘akıl’ kadar ‘ruhaniyet’le (spiritualite) de dokunmuştu. Mezkûr vasıflı
felsefenin şahdamarı olan bilgi ruhani-dini renklerle donanmıştı. İşte bu
vasıftaki Eflâtuni bilgi, Türkçeye “İlim’ diye çevirebileceğimiz epistemedir.
Bunu Aristoteles, dini-ruhani gölge anlamlarından sıyırarak, biçimlendirici
aklın öncülüğü, önderliği, denetleyiciliği ile kılavuzluğunda sınanmaya,
kanıtlanmaya, gözlem ile deneye dayalı akıl yürütme ve gidimli düşünme ürünü bilgi
anlamında yeniden gündeme getirmiştir. Sonuçta Aristoteles’in epistemesi
çağımızda ‘bilim’den ne anlıyorsak, odur. Eflâtun’un epistemesi Hıristiyan
Ortaçağının scientiası, İslam felsefe-bilimininse ‘ilm’idir.
Ş. Teoman Duralı
Kaynak: Eyüp Çoraklı. Antik Çağda Araştırma Fikrinin Doğuşu. Historia. Alfa/Tarih Yayınları. İstanbul; 2017:9-13
Ortaçağ
hem batıda hem de doğuda felsefenin teolojinin hizmetine girdiği, doğa yerine
tanrı kanıtlarının arandığı bir dönem olarak tarihe geçti. Doğu ve Batı’nın en
uç noktası, Hıristiyan batıdan birkaç adım öne geçme fırsatı yakaladı ancak
zamanın ideolojik kaygıları nedeniyle elindekini kaçırdı. Batı 10.yüzyıl
sonlarından itibaren manastır merkezli kısır teolojik tartışmalardan sıyrılmaya
başladı. Bologna ve Paris’te icat edilen üniversite değişimin habercisiydi.
Yeniden kentlerin ortaya çıkması, ticaretin gelişmesi, bitmek bilmeyen veba
salgınları ve uzak coğrafyaların keşfi, ortaya çıkacak olan bilim devriminin
belirleyicilerinden birkaçı olacaktı.
Bilim olarak adlandırılan faaliyetler uzunca bir zamandır bulunmaktaydı. Bilimsel yöntem açısından en yakın olan alan astronomiydi. Bilimsel devrimin itici gücünü oluşturan da o oldu. Modern bilim Tycho Brahe ile Isaac Newton’un çalışmaları arasında (1572-1704) icat edildi. Astronominin modern bilimin öncüsü olmasının nedenleri; uzmanlar grubu, araştırma programları ve kesinlik duygusunun sorgulanmasına izin veren bulgulardır.
Barutun, matbaanın ve Amerika kıtasının keşfedildiği bir dünyada, Aristo ve Platon’dan kalma kırıntılarla yetinilemezdi. Tartışma Bologna ve Paris başta olmak üzere üniversitelerde çoktan başlamıştı. Skolastik düşünce ekseninde Aristoteles’in fiziği, metafiziği ve mantığı tartışmaya açılmıştı. Brahe’den itibaren dünya merkezli evren anlayışı sarsılacaktı. Galileo ve takipçileri, Aristoteles’e dayalı temel fizik kurallarını çoktan itibarsızlaştırmışlardı. Galenos’un dört sıvı teorisi ve anatomisi can çekişiyordu. Leeuwenhoek, o güne kadar hissedilen ancak görülmeyen mikro canlıların dünyasına girecek bir alet yapmayı başarmıştı. Leanardo, zihinde başlayıp zihinde sona eren bilimleri kabul etmenin mümkün olmadığını söylüyordu.
“Matematiksel
gösterime elverişli olmayan hiçbir insan araştırması gerçek bilim olarak
nitelendirilemez. Zihinde başlayıp biten bilimlerin gerçek olduğu fikri kabul
edilemez; aksine birçok sebepten, en başta da bu zihin alıştırmalarında
deneyimle sınamanın eksik olduğu ve onsuz hiçbir şeyin kesin olmayacağı gerçeğinden
dolayı reddedilmelidir.”
Leonardo da Vinci (1519) – Trattato della pittura
Kaynak: David Wootton. Bilimin İcadı. Bilim Devrimi’nin Yeni Bir Tarihi. (Çev: Nurettin Elhüseyni). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul;2019:37-38.
Bu dünyada bilimsel yöntem yeniden keşfediliyordu.
Tümdengelime dayalı mantık, doğada karşılaşılan olguları açıklamak için
yetmiyordu. Sadece gözleme dayalı bilimsel keşif ise soruları yanıtlamakta
zorlanıyordu. Matematiğin ve tümevarımın açıklayıcı gücünden yararlanmak
gerekiyordu. Rene Descartes, David Hume
ve Baruch Spinoza bu yolu açan öncüllerden olacaktı. Tartışmanın hedefinde
yine Aristoteles’in epistemolojisi bulunmaktaydı. Doğayı açıklamak için
metafizik tartışmaların yerine, gözlem, hipotez ve sınamanın geçmesi gerekiyordu.
Akılsal yollarla ispat edilen çıkarımsal kıyas mabetteki tahtını, gözleme dayalı
matematiksel/istatistiksel kıyasa bırakacaktı.
Çok geçmeden bilim yapan insanlar, zihinde başlayıp doğada biten yeni bir isim arayışına girdiler. Diyalektik ya da metafiziğe dayalı antik sanatları yapan filozof kelimesi, yapılan işleri karşılamıyordu. Doğa filozofu çoktan kullanıma girmişti. Yeni dönemde felsefeyle uğraşanlar profesyonel meslek grupları haline gelmeye başlamıştı. Felsefe ve filozof 18.yüzyılda bilim ile uğraşanları tanımlamakta yetersiz kalıyordu.
Bilim (Science) kelimesi Aristoteles çevirmenlerinin Latince’ye kazandırdığı “scientificus” kelimesi ile batı dillerine girdi. Scientificus; doğru ve sistematik bilgi anlamlarını taşıyordu. Buradan ortaya çıkan “scientific” kelimesi bilimsel ya da bilimle ilgili anlamındadır. Öte yandan etimolojik manası “bilim üreten”dir.
Oxford Engilish Dictionary’de (OED) Scientifics isminin bilinen en eski kullanımı 1600'lü yılların ortalarına dayanmaktadır. OED'nin bilimselliğe dair en eski kanıtı, şair ve klasik bilim adamı Thomas Stanley'nin 1656 tarihli yazılarıdır. OED’de “scientific” kelimesi belirli koşullar sağlandığında kıyasın “bilgi üreteceği için demonstratif olacağı söylenir. Bu ifade Aristoteles’in Organon’u kadar geriye gidebilir. VI. yüzyılda Boethius tarafından “scientificae demonstrationes” “bilgiye ulaştıran kıyas, yani kişiyi bilmeye sevk eden kıyas” olarak tanımlanır.
Bu durum, Yunanca ἐπιστημονικός (epistemonikos, bilgiyle
ilgili; Ortaçağ Latince karşılığı scientialis)
sıfatının, eğer gösterilebilir bilgiye atıf yapılıyorsa, scientificus olarak çevrilmesi
gerektiği izlenimini verir.
Aristoteles’in sonraki yorumcuları ve aynı yazarın diğer eserlerinin çevirmenleri, muhtemelen Aristoteles’in kanıtlanabilir bilgi ile sezgisel bilgi arasındaki ayrımına işaret eden bir terim olduğunu memnuniyetle kabul ettiler. Bu avantaj uğruna, metni harfiyen scientialis olarak çevirmeleri gerekirken, daha serbest ama daha anlamlı bir çeviri olan scientificus’u tercih ettiler. Böylece bu kelime, Aristoteles’in kanıtlanabilir delile dayanan kesin bilgi anlayışını tek bir kelimeyle ifade etmiş oldu.
Her halükarda, aynı manada tutarlı bir şekilde kullanılmasıyla, scientificus, etimolojisi ne olursa olsun, “kanıtlanabilir bilgi veya bilimle ilgili” anlamına gelen bir teknik terim haline dönüştü. Bu kelime, bu anlamıyla Roman dillerine (İt. scientifico; Fr. scientifique) girdi, ancak İngilizceye ancak 1600'lerde girdi.
Burada “scientific knowledge (bilimsel bilgi)” daha sağlam ve daha az yanılabilir bilgiyi temsil eden Aristoteles’çi tümdengelimdi. Karşısına Bacon’ın gözlem ve deney yoluyla ürettiği bilgi çıkıyordu. İkinci anlayışın başlangıcını 1620 olarak kabul edersek –“Novum Organum”– bu anlayışın tam manasıyla gerçekleştiği tarihe de 1830 diyebiliriz. Çünkü bu yıl, Herschel’in “Discourse on the Study of Natural Philosophy” (Doğa Felsefesinin İncelenmesine Dair Söylev) adlı eserini yayımladığı yıldır.
Buradaki en önemli kayma Platon ve Aristoteles’te görebileceğimiz sezgisel bilginin değerini
kaybetmesiydi. Zira sezgisel bilgi öznel ve kanıtlanamazdı. Oysa doğayı
açıklamak amacıyla nesnel ve kanıtlanabilir bilgiye ihtiyaç vardı. Gerçi
tümdengelimsel çıkarım bir kanıtlama sunuyordu ancak yeni olguları açıklama
kabiliyetinden yoksundu. Bunun için olguların izlendiği tümevarımsal bakış
açısı gerekiyordu. Yeni bilim bu açıkları kapatmayı amaçlıyordu.
Scientificus ve science kelimeleri hakkındaki belirsizlik 19.yüzyıl ortalarına kadar devam etti. Bu yüzyıl içinde yürütülen çalışmalar sayesinde, bilimsel yöntem felsefeden, gözleme ve deneye dayalı olmasıyla ayrılacaktı. Böylece metafiziksel olan bilgi, bilim mabedinden kovulacaktı.
Bu durumun sosyal ve entelektüel gerekçeleri oldukça sağlamdı. Binlerce yıldır anlaşılamayan sorunlar, bilimsel yöntemlerle çözüme kavuşturuluyordu. Mikroskop hastalık yapan etkenleri gösteriyor, çiçek hastalığının yenilmezliği aşı sayesinde sona eriyordu. Lohusa hummasının sebebinin Lilith’in günahı değil, hekimlerin el yıkamaması olduğu anlaşılıyordu. Londra’daki salgının miasma nedeniyle değil, su kaynaklarının kirliliği nedeniyle gerçekleştiği öğreniliyordu. Doğa filozoflarının çalışmaları dünyaya ve evrene ait binlerce yıldır anlatılan öykülerin uydurma olduğunu ortaya çıkarıyordu. Yeni doğa felsefesi her gün daha güçlenerek toplum nezdindeki onayını kuvvetlendirecekti.
“Metafizik ve ahlak bilimlerinin çürümeye
başladığı, fizik bilimlerinin ise her geçen gün daha fazla saygı ve ilgi gördüğü
herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu iki büyük bilgi dalının durumu; dışsal
olan, yalnızca mekanik ilkeler üzerine geliştirilmişken, içsel olan, bu ilkeler
üzerine geliştirildiğinde hiçbir sonuç vermediği için nihayet terk edilmiş
durumda. Bu durum, zamanımızın entelektüel önyargısını, bu araştırma alanına
yönelik her şeyi kaplayan eğilimini yeterince göstermektedir. Aslında, içsel
bir ikna uzun zamandır yayılmakta ve zaman zaman dile getirilmektedir: dışsal
olan dışında gerçek bilim yoktur; içsel dünyaya (eğer varsa) ulaşabilmemizin
tek yolu dışsal olandır; kısacası, mekanik olarak araştırılamayan ve
anlaşılamayan şey, hiç araştırılamaz ve anlaşılamaz.
Kaynak: Sydney Ross (1962) Scientist: The story of a word, Annals of Science, 18:2, 65-85.
Bilim İnsanı (Scientist) kelimesi ilk defa 1834 yılında Quarterly
Review’da kimliği belirsiz bir eleştirmen tarafından, Somerville’nin “Fizik
Bilimlerinin Bağlantısı Üzerine” isimli kitabını incelerken şakacı bir dille
kullanılmıştır. Daha sonraki yazılanlardan eleştirmenin William Whewel olduğu
görülüyor. Whewell’in
yazdığına göre;
“Bilimlerin eğilimi uzun zamandır artan bir
ayrışma ve parçalanma yönünde olmuştur… Matematikçi kimyacıyı dışlar; kimyacı doğa
bilimcisini. Kendi başına kalan matematikçi, kısa sürede yollarını ayıran saf
matematikçi ve uygulamalı matematikçi olarak bölünür… Matematikçi ile kimyacı
arasında, sıcaklık, nem gibi konuları inceleyen bir ‘physicien’ (İngilizce’de bu kişi için bir karşılık yoktur)
yerleştirilmelidir.
Ve
böylece bilim — yalnızca fiziksel bilim bile olsa — bütünlükten tüm izlerini
kaybeder. Bu durumun ilginç bir göstergesi, madde dünyasına dair bilgiyle uğraşanları topluca tanımlayacak herhangi
bir genel terimin olmayışıdır.
Bu sıkıntının, British Association for the Advancement of Science (Bilimin Gelişimi İçin Britanya Derneği) üyeleri tarafından York, Oxford ve Cambridge'deki son üç yaz toplantısında oldukça rahatsız edici şekilde hissedildiği bildirilmektedir. Bu beyefendiler, yaptıkları çalışmalarla ilgili olarak kendilerini tanımlayacak genel bir terim bulamıyorlardı. “Filozof” terimi çok kapsamlı ve yüce bir ifade olarak görülüyordu ve Bay Coleridge tarafından hem bir dilbilimci hem de metafizikçi olarak onlara kesinlikle yasaklanmıştı. “Savans” (bilginler) kelimesi ise hem fazla iddialıydı hem de Fransızca olup İngilizce karşılığı değildi.
Bazı yaratıcı kişiler (bunlardan biri Whewell’in ta kendisidir) “artist” kelimesine benzeterek “scientist” (bilim insanı) terimini önermişlerdir; ve ekonomist, ateist, sciolist gibi örnekler vererek bu ekle oynamakta bir sakınca olmadığını belirtmişlerdir. Ancak bu öneri genel olarak pek hoş karşılanmamıştır. Diğer bazı kişiler ise Almanya’daki benzer toplulukların kendilerine verdiği “natur-forscher” (doğa araştırmacısı) unvanını İngilizceye çevirmeye çalışmışlardır; ancak bunun karşılığını bulmak kolay olmamıştır.
Bu kavramın içerdiği sorgulama ve inceleme süreci, “nature-poker” (doğayı kurcalayan) ya da “nature-peeper” (doğayı gözleyen) gibi aşağılayıcı bileşik kelimeleri çağrıştırmıştır — bu “naturae curiosi” (doğanın meraklıları) için — fakat bu ifadeler öfkeyle reddedilmiştir.”
Kaynak: Sydney Ross (1962) Scientist: The story of a word, Annals of Science, 18:2, 65-85.
Böylece
bugün bilim insanı anlamında kullandığımız -bilimci- “Scientist” kelimesi,
Latince “Scientia” kelimesinin sonuna Yunanca “ist -τὴς-”ekiyle üretilmişti. Bilimci
melez bir kelimeydi ve tartışma burada başladı. Jeolog Adam Sedgwick yeni
kelime için “Dilimizi böyle
barbarlıklarla vahşileştirmektense, bu noksanlıktan dolayı ölmek daha iyidir”
dedi. Huxley, “Scientist” kelimesinin elektrokusyon (elektrikle idam) kadar
nahoş bulduğunu söyledi. Kelimenin alternatifleri, “sciencer, sciencist,
scientiate, scient, scientman, scientific ve men of science” daha önce denenmişti.
Ancak kabul görmemişti.
Ortalığı karıştıran Amerikalıların kelimeyi hızlı
kabullenişi oldu. Bilimcinin dilbilimsel uygunsuzluğu Amerikalıları çok da
rahatsız etmedi. Kelime
İngiltere kökenli olsa bile bu durum Amerikan barbarlığı olarak görüldü ve
şiddetli bir şekilde reddedildi. Ancak zaman "scientist” kelimesinin
lehine işlemişti, yeni kelime geldi ve yerleşti.
Grant Allen, popüler
yazar;
“Sayın Bayım,
Şahsen “bilimci (scientist)” kelimesini
sevmiyorum ve kendi kelime dağarcığıma asla kabul etmiyorum. Hiç kimse, kendi
isteği dışında belirli bir kelimeyi kullanmaya zorlanamaz. Bana göre “bilim
adamı (man of Science)” kelimesi her amaç için yeterince uygun. Ancak dillerin
geliştiğini ve sorumsuzca büyüdüğünü tamamen kabul ediyorum. Belirli bir dili
konuşanların çoğunluğu, ne kadar yanlış olursa olsun yeni bir kelimeyi
benimsemeyi seçerse, bireylerin buna itiraz etmesi sadece bilgiçlik taslamaktan
ibarettir. 'Sosyoloji'yi kabul ettik; ‘Altruizm'i kabul ettik; ve bu kadar
büyük kelimeleri kabul ettikten sonra, neden 'bilimci (scientist)’ gibi
nispeten önemsiz bir kelimeye takılmamız gerektiğini anlamıyorum. Bu kelime
kalıcı oldu. Birçoğumuz bu kelimeyi sevmiyoruz; ama korkarım ki, tek seçeneğimiz
bu kelimeyi kabul etmek.” Saygılarımla, Grant Allen, December, 1894…
Kaynak: Sydney Ross (1962) Scientist: The story of a word, Annals of Science, 18:2, 65-85.
Kelime, Türkçe’de “bilim
adamı” son yıllarda da “bilim insanı” olarak karşılığını buldu. Yirminci yüzyıl
adeta bilim ve teknolojinin çağı oldu. Yüzyıldan kısa sürede insan, tarih
boyunca hayal edemeyeceği işler yaptı. Bilim de tartışılmaya devam etti ve
gelişti. Bilim felsefecileri önce metafiziği kovdular. Yalnızca olgusal olanın
bilimdeki yerini iddia ettiler. Bilginin ancak doğrulama yoluyla
ilerlediğini söylediler. Karl Popper için bu açıklama yetersizdi. O ancak
yanlışlanabilen ifadelerin bilimsel olabileceğini ortaya attı. Kuhn ise
bunların karşısına paradigmaların çarpıştığı bilimsel devrimlerle çıktı.
Anarşistler, bilimin, dünyadaki bilgi üretme yöntemlerinden yalnızca biri
olduğunu söylerken yöntem olarak ne olsa kabul dediler. Postmodernist ve bilim
karşıtları, bilimin toplumsal iktidarı ele aldığını ve Ortaçağ kilisesinin
rolünü üstlendiğini söylediler. Onlara göre modern bilime inanmak için hiçbir zaman yeterince kanıt olmadı. En güçlü oldukları alan da aşı karşıtlığı idi.
Ancak teknoloji ile birlikte bilim, tartışmalara hiç kulak asmadı; yolunda devam etti. Bugün evrenin derinliklerinden atom altının inceliklerine kadar her alana nüfuz etmiş durumda. İnsan hayatına sağladığı sosyal konforu da ayrı bir yere koymak gerekir. Yirmi birinci yüzyıl dijital teknolojileri sayesinde bilim yapma yöntemimiz de değişmeye başladı. Özellikle yapay zekâ ile devasa veriler işlenebilmekte; modellemelerle neden sonuç ilişkileri gerçeğe daha yakın açıklanabilmektedir. Halen cevabını bulamadığımız çok soru var; olmaya da devam edecek. Ancak yapay zekanın yaratacağı ortamlarda soruları yanıtlamak kolaylaşacak. Bu süreç içinde bilimcinin işlevi yeniden tanımlanacak. Yirminci yüzyıl bilimcisinin sahnedeki rolü tamamlandı gibi görünüyor. Tıpkı büyücü, şair, filozof ve doğa filozofu gibi... Bu yüzyıl içinde roller yeniden yazıldıkça “science, scientist” kelimelerinin yüklendiği anlamlar ya da kelimeler değişecek. Muhtemelen yeni anlamları da kelimeleri de yapay zeka belirleyecek.
Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
Türkçe Düzenleme: Ayla Bakar, Avukat-Arabulucu
Kaynaklar
Sydney Ross (1962) Scientist: The story of a word, Annals of Science, 18:2, 65-85.
David Wootton. Bilimin İcadı. Bilim Devrimi’nin Yeni Bir Tarihi. (Çev: Nurettin Elhüseyni). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul;2019.
Umberto Eco & Riccardo Fedriga. Felsefe Tarihi 3. Aostalı Anselmus’tan Pomponazzi’ye. Alfa Tarih Yayınları. İstanbul; 2021:59.
OED. Oxford Engilish Dictionary. https://www.oed.com/dictionary/scientifics_n?tab=factsheet#271593899
Çeviriler, Google gemini, ChatGPT, Deepl Translator programı kullanılarak yapılmıştır.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü. https://sozluk.gov.tr/
The Conversation. How ‘man of science’ was dumped in favour of ‘scientist’ Erişim: https://theconversation.com/how-man-of-science-was-dumped-in-favour-of-scientist-30132
Kaynak: Sydney Ross (1962) Scientist: The story of a word, Annals of Science, 18:2, 65-85.
Türk Dil Kurumu sözlüğü bilim kelimesinin karşısında (Science); “evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayalı yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi; ilim - genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli dizgesel bilgi - belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci”; bilimci (Scientist) kelimesinin karşısında ise “bilginin temeli olarak yalnız bilim yöntemine önem veren; ilimci” tanımını vermektedir.
Öte yandan çağımızda vazgeçilmez gibi görülen bilim (Science) ve bilim adamı/insanı (Scientist) kelimelerinin (sözcükleri) insanlık tarihi içerisindeki ömürlerinin en fazla gün içindeki birkaç dakika kadar olması, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Bilim insanı anlamında “Scientist” kelimesi ilk uydurulduğunda Huxley gibi bilim yapan insanların önemli bir bölümü kabullenmekte oldukça zorlanmışlardır.
Bir kelimenin köklerinin peşi sıra yollara düştüğünüzde, karşınıza çıkan tek yol etimoloji olamaz. Kelimenin uydurulması, ihtiyaçlar, toplumun talepleri ve uzmanlarının uzlaşılarıyla belirlenir ve zaman içindeki toplumsal değişimlere paralel karşılaştığı anlam kaymalarıyla birlikte yaşamaya devam eder, ta ki yüklendiği işlevlere olan toplumsal ihtiyaç ortadan kalkana kadar...
Bilişsel fonksiyonları kendisi gibi olan memelilerden ayrılmaya, sözlü hikâyeler anlatmaya ve ölülerine anlamlar yüklemeye başladığı andan itibaren Homo sapiens toplulukları içerisinde, biliminin işlerini üstelenen biri sahneye çıkmıştır; büyücü...
Kaynak: Aydın Sayılı. Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. Atatürk Kültür Merkezi Yayını-Sayı:47. Ankara;1991:24
Sydney Ross tarafından 1962 yılında “Annals of Science” isimli dergide “Scientist: The story of a Word” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Ross, bu makalede bilimci (Scientist) kelimesinin etimolojik ve tarihsel kökenlerinin izini sürmüştür.
Doğanın gözlem yoluyla izlenmesi, akla uygun ve kanıta dayalı olarak açıklanma çabasını Aristoteles’ten önce görmek olanaklı değildir. Öte yandan doğayı gözleyerek açıklama ve anlamlandırma gayreti kadim bir uğraştır. Daha önce de bahsettiğim gibi erken dönemde büyücüye dayanmaktadır. Büyücü bir taraftan gizemli hikayeleri kullanırken öte yandan bilişsel fonksiyonları izin verdikçe “gerçek” olarak varsaydığımız doğayı izlemeye çabalamıştır.
Büyücünün rolleri ve sosyal konumu tarih boyunca sürekli güncellenmiştir. Tarım yapan ve yerleşik köyler kuran toplumlar, zamanla avcı toplayıcıdan daha karmaşık iş bölümü ve yönetim biçimlerinin ortaya çıktığı kentsel yerleşim alanları kurmuştur. Yeni ortaya çıkan toplumlarda avcı toplayıcının şefi sarayı sahiplenirken, büyücü yanı başındaki tapınağa taşınmıştır. Saray üretim için gerekli olan iş bölümünü ve ortaya çıkan artı değeri paylaştırma işiyle birlikte silahı kullanma görevini almıştır. Tapınak, sarayın ihtiyaç duyacağı bilgi ile toplumu, sarayın hegemonyasına ikna edecek olan retorik söylemi üretmiştir. Bu kadim koalisyon binlerce yıldır özünü koruyarak günümüze ulaşmayı başarabilmiştir. Bilimsel uğraşların motivasyonunu toplumlarının üretim ve sosyal yapısını dönüştüren süreçlerde ararsak bilim ile bilim insanının günümüze hangi adlandırmalardan geçerek ulaştığını anlamak kolaylaşır.
Bilim, insan aklının uğraşılarından bir tanesidir. Temel motivasyonu içinde yaşadığı doğayı açıklamak belki de yaşama anlam verebilmektir. Tarih boyunca bu anlam verme uğraşından sıyrılarak salt gözlem ve deneye dayalı matematiksel bir çıkarım yöntemine ulaşmıştır. Bilim (Science) olarak adlandırılması da bu süreçle paralel ortaya çıkmıştır.
Saraydaki büyücünün birkaç temel işlevi bulunmaktadır. Bunlardan biri şifacılık anlamında hastalıklara derman olmak, diğeri gökyüzündeki kutsal cisimleri izleyerek kehanette bulunmaktır. Birinci işlevi zamanla hekimlik sanatına dönüşürken, ikincisi astronomi faaliyetlerine dönüşmüştür. Kehanet için yıldızların hareketini izleyen rahip sınıfı takvim yapmasının yanında matematik ve geometri sanatlarının temelini atacaktır. Aristoteles “Metafizik” isimli eserinde matematik sanatlarının boş zamanı olan rahipler sınıfı tarafından Mısır’da geliştirildiğini söylemektedir. Böylece bugün bilimin temeli olarak görebileceğimiz temel alanlar Mezopotamya ve Mısır’da ortaya çıkmıştır.
Mezopotamya ve Mısır’da ortaya çıkan bu faaliyetler, başlangıç noktası olarak görülse de aslında bilim sayılmaz Zaten o dönemlerde bilim ve bilim insanı sözcüklerine rastlamak da olanaklı değildir. Zira dönemin rahibi tapınakta ancak şifacılık, kahinlik ya da sarayda hesap uzmanlığı yapacak kadar ileri gidebilmiştir. Elindeki yöntemsel aparatlar yetersiz olduğundan açıklamalarının içerisine çoğunlukla doğa üstü efsaneler ya da öyküler yerleştirmiştir. Doğayla ilgili gözlemler bugün bildiğimiz geleneksel yolun dışında olup, olguların nedenselliğini açıklayabilecek nesnel kanıtlarla desteklenmiş kuramlara ulaşmaktan oldukça uzaktadır. Zaten rahipler de yalnızca günü kurtaracak çözümlerin arayışındadır. Nihayetinde iktidar için gerekli olan bilgi ve toplumun sarayın hegemonyasına rıza göstermesine yol açacak efsaneler üretilebilmiştir. Bu ikili koalisyon, binlerce yıl ayakta kalabilmiş ve rahip sınıfı varlığını korumuştur.
Yaklaşık olarak MÖ. 1000’li yıllarda, Batı Anadolu bölgesinde bazı koloni kentleri ortaya çıkmıştır. Deniz ticareti yapan bu kentlerde farklı bölgelerden gelen insanlar karşılaşabilmekte, yazı kullanılmakta ve ticaret, yeni geliştirilen para ile yapılmaktadır. Her şey hızlanmış, şehirlerde sarayın iktidarını paylaşacak tapınak dışında yeni gruplar ortaya çıkmıştır. Kentin ekseni saraydan agora, tiyatro ve ekklesia’ya kayarken eski hikayeler bu mekanlarda çok kabul görmemektedir. Alman Filozof Karl Jaspers tarafından “Eksen Çağı (MÖ.800-MS.600)” olarak adlandırılan bu dönemde günümüzde halen varlığını koruyan düşünce ve inanç sistemleri sahnedeki yerini almıştır.
Kuşkusuz bu sistemlerden en değerlisi, gözlerini Miletos kentinde açan felsefe (Philosophy) olmuştur. Bilimsel düşüncenin mantıksal temelleri İyonya ve Yunanistan coğrafyasında MÖ. 6-4. yüzyıllar arasında atılmıştır. Kentlerde ortaya çıkan sosyal doku, iktidarın sahibinin sırtını dayadığı efsaneleri sorgulamaya başlamış ve felsefe (Philosophy) adı verilen uğraş ile filozof (Philosopher) sınıfı ortaya çıkmıştır. Filozoflar, evrenin ana maddesini (arke) tabiat içinde bir yerlerde aramışlar; doğa (physis) ile uğraşırlarken ona içkin olan düzeni (logos) kavramaya çabalamışlardır. İlk defa Pythagoras tarafından (ya da Herakleitos) kullanıldığı söylenen filozof kelimesi, bir stadyumda oyunlara ya da satıcılara karışmadan yalnızca izlemek için bulunan (Theoria) kişilere karşılık gelir. Doğayı izleyen ve ancak tanrısal gerçeklerin (sophos) peşinden koşan insanı ifade etmektedir.
Kaynak: Aristoteles. Metafizik (Çev: Ahmet Arslan). Divan Kitap. İstanbul;2019:115.
İki filozofun da bilgi felsefesinin temelinde varlık felsefesi bulunmaktadır. Filozoflar hem evrenin ilk nedenini hem de bilgilerinin dayanağını açıklamaya çalışmışlardır. Aristoteles felsefenin hazırlığı olarak tanımladığı daha sonra “Organon” olarak isimlendirilen klasik mantık külliyatını sunmuştur ki, bilim bu külliyatın üzerinde günümüze ulaşabilmiştir. Tıpkı devlerin omzundaki cüceler gibi…
Platon’da bilginin bir tek kaynağı vardı o da tüm varlığın temel kaynağı olan idealardı. Bilim sabit, değişmez, her zaman kendisi ile aynı kalan şeyleri konu almak zorunda olup, oluş ve yok oluşta olan şeyler bilimin konusu olamazdı. Oluş ve bozuluş içinde olan şeylerin bilinemeyeceğini, ayrıca duyulardan gelen bilgilere de güvenilemeyeceğini söyleyen Platon için bilinebilecek tek gerçeklik, idealardır. Platon’un varlık hiyerarşisine paralel bilgi hiyerarşisi bulunmaktadır. Temelde bilgi doksa ve episteme olarak ikiye ayrılır. Doksa ancak ideaların kopyalarının kopyaları olan duyusalların bilgisidir. Episteme ise kelimenin tam anlamıyla bilgi ve bilimi karşılamaktadır. Saf akılsal veya sezgisel bilgi ‘noesis’, çıkarsamaya dayanan bilgi ise ‘dianoia’ olarak tanımlanmaktadır. Noesis hiçbir şekilde varsayımsal veya koşullu bir nitelik taşımayan, nesnesini saf bir kavrayışla açıklayan bilgi olarak “diyalektik”tir. Platon’da felsefe, bilim ve diyalektik aynı anlamda kullanılmaktadır.
Görüldüğü üzere Platon’da bilim bugün bildiğimiz anlamların hiçbirini taşımamaktadır. Platon, Yeni-Platoncuların yorumlarıyla birlikte Ortaçağ’ın hem Hıristiyan hem de İslam düşünürlerinin ve taassubunun akılsal kaynağı olmuştur; gözlem ve deneyle sınama ihtiyacı duymadan bildiğini sanmak…
Aristoteles düşünce tarihinde “bağımsız bilimler” kavramını ilk defa ortaya atan ve sınıflamasını yapan düşünürdür. O bilimleri, teorik (görmeye, nazari), poetik (yapmaya, üretmeye, sınai) ve pratik (ameli, fiilde bulunmaya) olarak üçe ayırmıştır. Teorik bilimleri “fizik", “matematik”, “metafizik” olarak üçe ayırmıştır. Aristoteles’in bu sınıflaması kendi varlık felsefesine dayanmaktadır. Aristoteles, öğretmeninin idealarının yanına “madde”yi ekleyerek ikili bir yapı oluşturmuştur. Evreni de “ay altı” ve “ay üstü” olarak iki bölgeye ayıran Aristoteles, fizik bilimini oluş ve bozuluşta olan ay altı cisimleri bilmek için tanımlamıştır. Ay üstü alemin bilinmesi ise metafizikle olabilmektedir. Metafizik tüm felsefenin başlangıcı olarak ilk felsefedir. Bilim olarak episteme, bizden bağımsız nesnelerin özlerinin ve doğalarının bilinmesi amacıyla seyredilmesidir (theoria, nazar). İdeaların yanına maddeyi de koyması, ay altı alemi izlemek amacıyla fiziği bir bilim kolu olarak tanımlaması Aristoteles’i Platon’a nazaran bir adım daha modern bilime yaklaştırmaktadır. Ancak teorik bilimlerin içine yerleştirdiği metafizik, Platon’un yaptığına benzer bir şekilde Ortaçağ dogmatik düşüncesine koltuk değneği olmuştur. Aristoteles düşüncesi Platon’dan fazla olarak Ortaçağ manastırının skolastik düşüncesinin temel direğini oluşturmuştur. Öte yandan modern bilim (science) 15-16.yüzyıl filozoflarının geleneksel skolastik düşünceyi eleştirisiyle, bilim insanı ise skolastik filozofun doğa filozofuna, ardından bilimciye dönüşmesiyle (scientist) ortaya çıkmıştır.
Bu yolda Aristoteles’in yaptığı bir diğer katkı mantık yani kıyastır. Aristoteles’e göre bilimin temeli kanılar ya da ikna amacıyla yapılan konuşmalar değil, eşyanın (şeylerin) doğası ile bu doğayı dile getiren yargılardan aklın kendi kapasitesi ile çıkardığı zorunlu sonuçlardır. Analitik düşünce (apodeiksis-ispat) insanlık tarihi içinde mitsel olandan, birey ve toplumun ihtiyaçları çerçevesinde zamanla keşfedilmiştir. İnsan aklının temel sorun çözme biçimi olan analitik düşünce biçimi, eşyanın nedenselliğini bulmaya çalışırken üzerinde ortak akılla uzlaşılabilecek kanıt arama yoluna gider. Kanıt sistematik bir akıl yürütme yöntemiyle, açık bir şekilde ve sorgulamaya izin verecek bir düzlemde olduğundan insan aklının ortak bir zeminde buluşmasına izin verir. Günümüzde bu düşünce biçimine bilimsel yöntem ismini vermekteyiz, apodeiktik, burhani, analitik, tümdengelim yöntemi olarak felsefe tarihine geçmiştir. Burada amaç akla yakın ya da kanı (doxa) değil, kesin, apaçık bilgiye (episteme) ulaşmaktır. Aristoteles’in daha sonra adına mantık (logic) denilecek olan külliyatı kendisinden sonra “Organon” ismiyle yaygınlaşmıştır. Aristoteles’in kullandığı kıyas yönteminin o güne kadar olan düşünce yöntemlerinden farkı, şeylerin ardında bulunan zorunlu koşulun yani nedenselliğin ispat edilebilmesidir. Kıyas bir kanıtlamadır. Böylece olgularla ilgili açıklamalar ya tasdik edilir ya da reddedilir. Aristoteles için temel kanıtlama yöntemi dedüktif akıl yürütmedir. Bilim ise kıyas yoluyla kanıtlanmış önermeler topluluğudur (dedüksiyon). Bu önermelerin kanıtlanabilmesi amacıyla kullanılacak olan öncüller için tümevarıma (endüksiyon) ihtiyaç vardır. Aristoteles’te bir şeyi bilimsel olarak bilmek zorunlu olanın alanını bilmektir. Bu da şeylerin ardında yatan nedenselliğin açıklanması anlamına gelir. Aristoteles ile birlikte insan aklının evriminin önemli bir aşaması aşılmıştır. O güne kadar bilgi, mitsel öykülere, diyalektik gibi ortak çıkarımlara dayalı idi. Temel yaklaşım, üzerinde ikna olunacak sağduyuya uygun bir sonucun elde edilmesiydi. Elde edilen sonuçların doğruluğu ve hakikatle uygunluğu aranmamaktaydı. Filozof, geliştirdiği yöntemle bilimsel bilgiyi diğer düşüncelerden ayırdı ve zorunlu olanın bilgisi haline getirdi. Buna ulaşmak için de kıyas yöntemini ortaya attı. Her ne kadar tümdengelime dayalı akıl yürütmeyi, tümevarımın önüne koymuş olsa da bir şeyi bilmek için getirdiği ispat yükümlülüğü ilerici bir bakış açısıydı. Ve şeyleri bilebilmenin tek yolunun nedenleriyle bilmek olduğunu açık bir şekilde vurguladı. Onun bilgiye ulaşma yöntemi 16.yüzyıla kadar insanlığın kullandığı bir sistem oldu. Her ne kadar yeni bilgileri üretmenin önünde bir engel olsa da Aristoteles bugün, kanıta dayalı bilim dediğimiz akıl yürütme yöntemini bize hediye eden filozoftur. O, kendi çağına kadar teologların, hatiplerin, cedelcilerin ve sofistlerin elinde olan bilme yöntemini onlardan çaldı ve kendisinden sonra gelecek bilim insanlarına hediye etti. Aynı yollardan gitmesek bile günümüzde kıyas, olgulardan yeni bir şey öğrenmek için kullandığımız en etkili yöntemdir.
Ş. Teoman Duralı
Kaynak: Eyüp Çoraklı. Antik Çağda Araştırma Fikrinin Doğuşu. Historia. Alfa/Tarih Yayınları. İstanbul; 2017:9-13
Bilim olarak adlandırılan faaliyetler uzunca bir zamandır bulunmaktaydı. Bilimsel yöntem açısından en yakın olan alan astronomiydi. Bilimsel devrimin itici gücünü oluşturan da o oldu. Modern bilim Tycho Brahe ile Isaac Newton’un çalışmaları arasında (1572-1704) icat edildi. Astronominin modern bilimin öncüsü olmasının nedenleri; uzmanlar grubu, araştırma programları ve kesinlik duygusunun sorgulanmasına izin veren bulgulardır.
Barutun, matbaanın ve Amerika kıtasının keşfedildiği bir dünyada, Aristo ve Platon’dan kalma kırıntılarla yetinilemezdi. Tartışma Bologna ve Paris başta olmak üzere üniversitelerde çoktan başlamıştı. Skolastik düşünce ekseninde Aristoteles’in fiziği, metafiziği ve mantığı tartışmaya açılmıştı. Brahe’den itibaren dünya merkezli evren anlayışı sarsılacaktı. Galileo ve takipçileri, Aristoteles’e dayalı temel fizik kurallarını çoktan itibarsızlaştırmışlardı. Galenos’un dört sıvı teorisi ve anatomisi can çekişiyordu. Leeuwenhoek, o güne kadar hissedilen ancak görülmeyen mikro canlıların dünyasına girecek bir alet yapmayı başarmıştı. Leanardo, zihinde başlayıp zihinde sona eren bilimleri kabul etmenin mümkün olmadığını söylüyordu.
Leonardo da Vinci (1519) – Trattato della pittura
Kaynak: David Wootton. Bilimin İcadı. Bilim Devrimi’nin Yeni Bir Tarihi. (Çev: Nurettin Elhüseyni). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul;2019:37-38.
Çok geçmeden bilim yapan insanlar, zihinde başlayıp doğada biten yeni bir isim arayışına girdiler. Diyalektik ya da metafiziğe dayalı antik sanatları yapan filozof kelimesi, yapılan işleri karşılamıyordu. Doğa filozofu çoktan kullanıma girmişti. Yeni dönemde felsefeyle uğraşanlar profesyonel meslek grupları haline gelmeye başlamıştı. Felsefe ve filozof 18.yüzyılda bilim ile uğraşanları tanımlamakta yetersiz kalıyordu.
Bilim (Science) kelimesi Aristoteles çevirmenlerinin Latince’ye kazandırdığı “scientificus” kelimesi ile batı dillerine girdi. Scientificus; doğru ve sistematik bilgi anlamlarını taşıyordu. Buradan ortaya çıkan “scientific” kelimesi bilimsel ya da bilimle ilgili anlamındadır. Öte yandan etimolojik manası “bilim üreten”dir.
Oxford Engilish Dictionary’de (OED) Scientifics isminin bilinen en eski kullanımı 1600'lü yılların ortalarına dayanmaktadır. OED'nin bilimselliğe dair en eski kanıtı, şair ve klasik bilim adamı Thomas Stanley'nin 1656 tarihli yazılarıdır. OED’de “scientific” kelimesi belirli koşullar sağlandığında kıyasın “bilgi üreteceği için demonstratif olacağı söylenir. Bu ifade Aristoteles’in Organon’u kadar geriye gidebilir. VI. yüzyılda Boethius tarafından “scientificae demonstrationes” “bilgiye ulaştıran kıyas, yani kişiyi bilmeye sevk eden kıyas” olarak tanımlanır.
Aristoteles’in sonraki yorumcuları ve aynı yazarın diğer eserlerinin çevirmenleri, muhtemelen Aristoteles’in kanıtlanabilir bilgi ile sezgisel bilgi arasındaki ayrımına işaret eden bir terim olduğunu memnuniyetle kabul ettiler. Bu avantaj uğruna, metni harfiyen scientialis olarak çevirmeleri gerekirken, daha serbest ama daha anlamlı bir çeviri olan scientificus’u tercih ettiler. Böylece bu kelime, Aristoteles’in kanıtlanabilir delile dayanan kesin bilgi anlayışını tek bir kelimeyle ifade etmiş oldu.
Her halükarda, aynı manada tutarlı bir şekilde kullanılmasıyla, scientificus, etimolojisi ne olursa olsun, “kanıtlanabilir bilgi veya bilimle ilgili” anlamına gelen bir teknik terim haline dönüştü. Bu kelime, bu anlamıyla Roman dillerine (İt. scientifico; Fr. scientifique) girdi, ancak İngilizceye ancak 1600'lerde girdi.
Burada “scientific knowledge (bilimsel bilgi)” daha sağlam ve daha az yanılabilir bilgiyi temsil eden Aristoteles’çi tümdengelimdi. Karşısına Bacon’ın gözlem ve deney yoluyla ürettiği bilgi çıkıyordu. İkinci anlayışın başlangıcını 1620 olarak kabul edersek –“Novum Organum”– bu anlayışın tam manasıyla gerçekleştiği tarihe de 1830 diyebiliriz. Çünkü bu yıl, Herschel’in “Discourse on the Study of Natural Philosophy” (Doğa Felsefesinin İncelenmesine Dair Söylev) adlı eserini yayımladığı yıldır.
Scientificus ve science kelimeleri hakkındaki belirsizlik 19.yüzyıl ortalarına kadar devam etti. Bu yüzyıl içinde yürütülen çalışmalar sayesinde, bilimsel yöntem felsefeden, gözleme ve deneye dayalı olmasıyla ayrılacaktı. Böylece metafiziksel olan bilgi, bilim mabedinden kovulacaktı.
Bu durumun sosyal ve entelektüel gerekçeleri oldukça sağlamdı. Binlerce yıldır anlaşılamayan sorunlar, bilimsel yöntemlerle çözüme kavuşturuluyordu. Mikroskop hastalık yapan etkenleri gösteriyor, çiçek hastalığının yenilmezliği aşı sayesinde sona eriyordu. Lohusa hummasının sebebinin Lilith’in günahı değil, hekimlerin el yıkamaması olduğu anlaşılıyordu. Londra’daki salgının miasma nedeniyle değil, su kaynaklarının kirliliği nedeniyle gerçekleştiği öğreniliyordu. Doğa filozoflarının çalışmaları dünyaya ve evrene ait binlerce yıldır anlatılan öykülerin uydurma olduğunu ortaya çıkarıyordu. Yeni doğa felsefesi her gün daha güçlenerek toplum nezdindeki onayını kuvvetlendirecekti.
Kaynak: Sydney Ross (1962) Scientist: The story of a word, Annals of Science, 18:2, 65-85.
Bu sıkıntının, British Association for the Advancement of Science (Bilimin Gelişimi İçin Britanya Derneği) üyeleri tarafından York, Oxford ve Cambridge'deki son üç yaz toplantısında oldukça rahatsız edici şekilde hissedildiği bildirilmektedir. Bu beyefendiler, yaptıkları çalışmalarla ilgili olarak kendilerini tanımlayacak genel bir terim bulamıyorlardı. “Filozof” terimi çok kapsamlı ve yüce bir ifade olarak görülüyordu ve Bay Coleridge tarafından hem bir dilbilimci hem de metafizikçi olarak onlara kesinlikle yasaklanmıştı. “Savans” (bilginler) kelimesi ise hem fazla iddialıydı hem de Fransızca olup İngilizce karşılığı değildi.
Bazı yaratıcı kişiler (bunlardan biri Whewell’in ta kendisidir) “artist” kelimesine benzeterek “scientist” (bilim insanı) terimini önermişlerdir; ve ekonomist, ateist, sciolist gibi örnekler vererek bu ekle oynamakta bir sakınca olmadığını belirtmişlerdir. Ancak bu öneri genel olarak pek hoş karşılanmamıştır. Diğer bazı kişiler ise Almanya’daki benzer toplulukların kendilerine verdiği “natur-forscher” (doğa araştırmacısı) unvanını İngilizceye çevirmeye çalışmışlardır; ancak bunun karşılığını bulmak kolay olmamıştır.
Bu kavramın içerdiği sorgulama ve inceleme süreci, “nature-poker” (doğayı kurcalayan) ya da “nature-peeper” (doğayı gözleyen) gibi aşağılayıcı bileşik kelimeleri çağrıştırmıştır — bu “naturae curiosi” (doğanın meraklıları) için — fakat bu ifadeler öfkeyle reddedilmiştir.”
Kaynak: Sydney Ross (1962) Scientist: The story of a word, Annals of Science, 18:2, 65-85.
“Sayın Bayım,
Kaynak: Sydney Ross (1962) Scientist: The story of a word, Annals of Science, 18:2, 65-85.
Ancak teknoloji ile birlikte bilim, tartışmalara hiç kulak asmadı; yolunda devam etti. Bugün evrenin derinliklerinden atom altının inceliklerine kadar her alana nüfuz etmiş durumda. İnsan hayatına sağladığı sosyal konforu da ayrı bir yere koymak gerekir. Yirmi birinci yüzyıl dijital teknolojileri sayesinde bilim yapma yöntemimiz de değişmeye başladı. Özellikle yapay zekâ ile devasa veriler işlenebilmekte; modellemelerle neden sonuç ilişkileri gerçeğe daha yakın açıklanabilmektedir. Halen cevabını bulamadığımız çok soru var; olmaya da devam edecek. Ancak yapay zekanın yaratacağı ortamlarda soruları yanıtlamak kolaylaşacak. Bu süreç içinde bilimcinin işlevi yeniden tanımlanacak. Yirminci yüzyıl bilimcisinin sahnedeki rolü tamamlandı gibi görünüyor. Tıpkı büyücü, şair, filozof ve doğa filozofu gibi... Bu yüzyıl içinde roller yeniden yazıldıkça “science, scientist” kelimelerinin yüklendiği anlamlar ya da kelimeler değişecek. Muhtemelen yeni anlamları da kelimeleri de yapay zeka belirleyecek.
David Wootton. Bilimin İcadı. Bilim Devrimi’nin Yeni Bir Tarihi. (Çev: Nurettin Elhüseyni). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul;2019.
Umberto Eco & Riccardo Fedriga. Felsefe Tarihi 3. Aostalı Anselmus’tan Pomponazzi’ye. Alfa Tarih Yayınları. İstanbul; 2021:59.
OED. Oxford Engilish Dictionary. https://www.oed.com/dictionary/scientifics_n?tab=factsheet#271593899
Çeviriler, Google gemini, ChatGPT, Deepl Translator programı kullanılarak yapılmıştır.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü. https://sozluk.gov.tr/
The Conversation. How ‘man of science’ was dumped in favour of ‘scientist’ Erişim: https://theconversation.com/how-man-of-science-was-dumped-in-favour-of-scientist-30132
Resimler Yapay Zeka ortamında Google Gemini tarafından hazırlanmıştır
Eline sağlık abi, çok sıkı bir metin, defalarca okudum, çok teşekkürler..
YanıtlaSil