BİR 14 MART YAZISI… HER DEVİRDE GURBETTE BİR ASKERİ TABİP: RIZA NUR…

Ulûm-ı tabîîyye ve fizyoloji gibi ulûm-ı hayâtiyyeyi öğrenirken felsefiyât-ı tabî‘îyyeyi de tetebbüğ etmek, künh-ü hakâika varmak istiyorum. Edebiyâtı seviyorum. Sâdilerin, Hâfızların, Chateaubriandların, Alfred Moussetlerin ve Victor Hugoların, Shakespeare, Byron, Goethe ve Schillerin, bütün nevâd-i şark ve garbın müşrik san‘atını temâşa etmek, gülistân tefekkürâtında dolaşmak, yaşamak istiyorum… Bir türlü bu arzumu yenemiyorum. Ebu’l-Âlâların, Hayyâmların, Lamarckların, Darwinlerin, Hegellerin, Büchnerlerin, Vogtların, Schopenhauerların, Spencerlerin kalbinin içine, haremgâh-ı vicdânına girmek, gezmek, görmek, o hükmiyâtı o felsefeleri anlamak istiyorum.
Öff… Ne hayâl-i muhâl! Daha dün bir kardeşimizi Kemâl'in Celâl'ini, diğer bir kardeşimizi Abdülhak Hâmid'in "Duhter-i Hindû"sunu okuyor diye döve döve canını çıkardıktan sonra hapse soktular.”
Kaynak: Cevdet Erdöl, Musa Ebrar Çetindil. Dr.Rıza Nur. Tıbbiye Hayatından. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yayınlarından. Gülhane Basımevi. Ankara;2023:34.

Buralarda, güçlüler ya da iktidar sahipleri gibi düşün(e)memek büyük talihsizliktir. Bir vakitler demokratik yönetimlerin tohumlarının atıldığı, belagatin, cedelin, mugalatanın köklerinin bulunduğu bu coğrafyada uzunca bir vakittir sultanlar gibi düşünebilme ya da inanabilme meziyetine sahip olamayanların payına zindanlar, sürgünler ya da ölümler düşmüştür her daim...
 
“Tıbbiye-i Askeriye'de geçirdiğim altı sene-i tahsiliye Abdülhâmid istibdâdının en müdhiş devresine musâdifdi. O sâhibkıran-ı istibdâd tıbbiyeden korkar, tıbbiyelilerden dâima şübhe ederdi. Başımıza mekteb müdürü Miralây İhsân gibi bir canavârı, Eczâcı Refîk gibi bir münâfık-i azîmi tasallut etmişti.
Ulûm-i tabîîye ve hayâtiyenin tıbbiyelilere verdiği ataş-ı hürriyet, felsefe ve edebiyâtın birer çerâğ-ı nûr a nûr hakikât gibi onlara erâe etdiği râh-ı hürriyet ve insâniyet; İhsân’ın itfâ-ı ateş-i hakikât yolundaki mesâisine, tatbikâtına, mezâlimine rağmen yine tıbbiyelileri o vâdide yürümeye sevk eder idi.
Bu esnâda tıbbiye târihi birtakım vekâyi‘e masdar olduğundan muhtasaran o vekâyi‘i ve hem de bu vesile ile tıbbiyeliler ve tıbbiyedeki memûrin-i istibdâdiyenin ruhlarını, sîma-i mânevîlerini tasvîr etmek istiyorum.
Doktor Rıza Nûr
1324 Ağustos [Ağustos 1908]”
Kaynak: Cevdet Erdöl, Musa Ebrar Çetindil. Dr.Rıza Nur. Tıbbiye Hayatından. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yayınlarından. Gülhane Basımevi. Ankara;2023:22.
 
14 Mart 2025 Cuma günü Türk Tıbbiyesinin çağını yakalama çabasının 198. yıldönümü (14 Mart 1827) olarak anılacak. Tıbbiyenin hikâyesi bu coğrafyada başka bir anlam ifade etmektedir. Sebebi ise modern bilimin köklerini oluşturan felsefenin ve modern tıbbın kurucusu Hipokratik yazarlar ile Galenos’un, bu toprakların okumuş çocukları olmasıyla ilişkilidir. Başka coğrafyalardan gelen bazıları, onları yok saymak için çok çaba sarf ettiler. Bu toprakların filozofları ise -bir şekilde sayıları az da olsa- okumuş çocukların beyin hücrelerine sızmayı başarmıştır. Tıp mektebi yaşadığı fırtınalara rağmen neredeyse her dönem okumuş çocuklar yetiştirmeyi başarabilmiştir.
 
“Talebe arasında hemen herkesin bir adı vardı; birbirine bir lakap takarlardı… Bana da talebe ‘Diyojen’ adını verdiler. Artık Rıza denmez, Diyojen denirdi. Beni bununla filozof ve Diyojen gibi telakki ederlerdi. Hakikaten halim bu idi. Tuhaf tesadüf Diyojen de Sinoplu’dur. Ben Diyojen’i biraz okumuş, onun Eflatun ile münakaşalarından bazı şeyler görmüş, sözlerini pek beğenirdim. Hele herkes nişan atarken onun gidip hedefine oturması, sebebini sorunca buradan emin bir yer olmadığını söylemesi…”
Kaynak: Rıza Nur. Hayat ve Hatırlarım I.Cild. Altındağ Yayınevi. İstanbul;1967:106-107.
 
Bu tıp bayramında yolum Rıza Nur’un (1879-1942) daha doğrusu Dr.Diyojen’in anılarından geçti. Hatıralarını biliyordum ama beni asıl motive eden Erdöl ve Çetindil’in hazırladığı Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin bir yayını oldu. Bu eserde Rıza Nur’un, dönemin tıbbiye hayatını romansı bir anlatım tarzıyla sunduğuna tanıklık edebiliriz. İlk satırlardan itibaren tıbbiyelilerin, kendileri gibi düşünmeyen güçlülerle başlarının belada olduğunu görürsünüz.
 
“…Öf…Biz niçin insân evlatları gibi yaşayamıyoruz, niçin hür değiliz?! Fıtratın ben-i âdeme doğarken bahşettiği hukûk-u tabîîyeye biz neden mâlik değiliz. Neden Avrupa talebesi gibi olamıyoruz? Analarından ayrılmış bir sürü kuzuyu bir ağıla habs eder gibi bizi bu mektebe tıkmışlar, yazık, yazık... Şu binâ kuru, soğuk manzarası, sarı, ölü rengi ile Cengizleri, Timurlenkleri görmüş bir kal‘ayı andırıyor. Etrafta kapıda kasaturası takılı, mavzeri elinde nöbetçiler bekliyor. Biz harp esîri miyiz? Burada her şeyden mahrûm, zelîl, sefîl bir hâlde ölüme mi mahkûmuz?... Bu binâ bir vakitler yeniçeri cündîlerinin beygirlerine ahır idi, biz hayvan yavrusu muyuz?... Dâhiliye zâbiti diye koydukları câhil bir herifin kahhârâne, müstebidâne tavrı, haksız, insâfsız mu‘âmelesi, ahmakca gayreti, zâlimâne hareketi artık tahammül kudretini bitirdi. Dertten, kederden sinemiz çâk çâk oldu.”
Kaynak: Cevdet Erdöl, Musa Ebrar Çetindil. Dr.Rıza Nur. Tıbbiye Hayatından. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yayınlarından. Gülhane Basımevi. Ankara;2023:26-28.
 
Tıbbiyede Diyojen olarak çağrılan Rıza Nur her daim bu muhaliflerden biri olmuştur. Halen de öyledir. Rıza Nur’un isminin geçtiği her mekânda birçok çağrışımın yankılandığını görürsünüz. Muhtemelen hiçbiri Diyojen’e karşılık gelmeyen çağrışımlardır bunlar… Bu yazıda başka başka amaçlarla üretilen çağrışımları dışarıda bırakıp meslektaşımın sesine kulak vermek istiyorum. Bugün 198. yılını kutlayacağımız tıbbiye kültürünü borçlu olduğumuz insanlardan birini yad etmek istiyorum; ona ve arkadaşlarına çok uzaklardan selam yollayarak… Zira ben bu kültürün içinde var oldum…
Rıza Nur, Sinoplu, kunduracı Mahmud Zeki Efendi’nin oğlu. Askeri Tıbbiye’den 1901 yılında Yüzbaşı olarak mezun oldu. Gülhane Hastanesinde ihtisas yaptığı yıllarda, ileride soyadı da olacak “Nur” mahlasını aldı. Mezuniyet Tezi “Fenn-i Hıtan” Almancaya tercüme edildi. Cerrahi profesörü olduğunda yıl 1907’di. Bu yıllarda İttihat ve Terakki ile tanıştı. Hürriyet’te Sinop Milletvekili oldu. Bir süre sonra güçlülerle aynı fikirde olmamanın ilk bedelini ödedi. İttihat ve Terakki’den istifa etti. Dolayısıyla kürsüsü kapatıldı ve profesörlükten çıkarıldı. Ardından farklı ortamlarda siyaset yapmaya devam etti. Meşhur Bâbıâli baskının ardından ülkeden sürüldü. O da Cenevre’de bir hastanenin cerrahi bölümünde çalıştı. Nice’da eski Serasker Şükrü Paşa’nın kızı İffet Hanımla evlendi.
Mütareke yıllarında İstanbul’a gelip mebus olarak görev yaptı. İstanbul resmen işgal edilip meclis dağıtılınca da Ankara’daki Millet Meclis’ine katıldı. Bu dönemde, Maarif, Sıhhiye ve Muavenet-i İctimaiyye vekilliği yaptı, Hariciye Nezâreti’ne vekalet etti. Moskova’da Ankara Hükümetinin anlaşmalarını kaleme aldı. Sakarya Meydan Muharebesi sırasında cephede hekim olarak görev yaptı. Kaldırılan saltanatın, yasa tasarısını kaleme alanlar içinde yer aldı. İsmet Paşa ile birlikte Lozan Müzakerelerinde bulundu.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Sinop Milletvekili olsa da bu dönemde yazma faaliyetiyle uğraştı. On iki cilt tutan Türk Tarihi’ni kaleme aldı. Sinop’ta bir kütüphane kurdu ve Maarif Vekâleti’ne devretti. Türkçülük yönü ağır basan Dr.Nur, 1926 yılında Mustafa Kemal’le anlaşamadığı için ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
 
“Toplanıyoruz. Beni derin bir düşünce ve hüzün aldı. Yine gurbete gidiyorum!... Bu kaçıncı!... Gurbetten bıktım, usandım. İttihatçılar beni hudut haricine attıkları vakit Cenevre’de müthiş bir nostaljiye uğramıştım. O günleri hatırladım içim cayır cayır yandı. Gidiyorum, kim bilir neler çekeceğim, belki de aç da kalacağız… Hem bir daha bu vatanı görmek acaba nasip olacak mı?...  Sinop’tan ayrılırken de şöyle bir etrafa bakmış, “Sevdiğim Sinop, doğduğum büyüdüğüm yer! Acaba seni bir daha görecek miyim?! Ah güzel yurt! Taşın, toprağın gözümde altın, elmas gibi geliyor” demiş gözlerim yaşarmıştı. Şimdi İstanbul’dan ayrılıyorum…”
Kaynak: Rıza Nur. Hayat ve Hatırlarım I.Cild. Altındağ Yayınevi. İstanbul;1967:106-1395-1396.

Rıza Nur, tıbbiyede kendisine takılan Diyojen lakabını hak eden bir münevverdir. Gerçekten verimli bir entelektüel hayat yaşamıştır. Türk tarihini kaleme almasının yanında, Paris’te şiirle uğraşmış, Paris ve İskenderiye’de “Reveue de Turcologie” isimli dergi çıkarmıştır. Türk şairleri hakkında çalışmalar yapmıştır. Türkçe yazılmış opera oluşturmak için ilgili metinleri tercüme etme işleriyle uğraşmıştır.
 
“Bu eseri yazmaya başladığım vakit pek uzun sürmüş olan ilmi tedkikat ve neşriyat dolayısıyla öyle yorgun idim ki, iki satır okumaya ve yazmaya bile vaktim yoktu, gözlerime de zaaf gelmişti, dermansız düşmüştüm. Hem de gurbette bin derd içinde ve her şeyden usanmış, bıkmış, hatta yaşamak bile istemez reddelere gelmiştim.”
Kaynak: Rıza Nur. Hayat ve Hatırlarım I.Cild. Altındağ Yayınevi. İstanbul;1967:51.
 
Atatürk’ün ölümünden sonra çok sevdiği yurduna ve Sinop’una kavuştu. Yazarlık hayatına dünyaya gözlerini yumduğu 1942 yılına kadar devam etti. Rıza Nur etnik kökenlere çok fazla değer veriyordu. Belki de Avrupa’yı felce uğratan ırkçılık ve faşizm virüsü onun beyin hücrelerini de ele geçirmişti. Kendini bir Türkçü olarak tanımlamış ve mezar taşına adını Orhon alfabesiyle yazdırmıştı. Kötü bir evlilik hayatı yaşadı ve çocuğu olmadı. Türkçülük akımının büyük münevver ve yazarlarından Nihal Atsız’a manevi babalık yaptı.
Diyojen, Türkçe isimlerin kullanılması için çalışmalar yapmış ve bugün bile dilimizde olan ilk mektep (İbtidâî), orta mektep (idâdîyi), lise (sultânîyi) kelimelerini kazandırmıştır.
Rıza Nur, tıbbiyedeki adıyla Diyojen, tıbbiyenin nadiren tabip yetiştirdiği bir dönemde sahneye çıkmıştır. O ve diğer tıbbiyeliler yüzlerce yıllık bir imparatorluğun yıkılmasına tanık olan nesildiler. Çok talihsiz bir kuşaktılar. Buna rağmen çağın gereğini yerine getirmekten geri durmadılar. Bugüne gelen bir tıbbiye geleneğinin temellerini attılar.
 
“Rumi 1311 tarihinde tıbbiyeye ilk geldiğimiz vakit bir şey karşısında kalmıştık: Yukarı sınıflardan gelip her biri bizden birkaç kişiyi aldılar ve bize şunları söyledilerdi: ‘Bu mektep ilim, hürriyet ocağıdır. Burada ilme, milleti istibdattan kurtarmaya çalışmalıdır. Bu mektebin an'aneleri, terbiyeleri 'vardır. Her sınıf kendinden yukarı sınıfa itaat ve hürmet eder. Buranın terbiyesi böyledir ve buna mecburuz. Arkadaşlar birbirini sever ve yardım eder. İdare heyeti istibdat heyetidir. Hocalar Hürriyetperverdir; onlar bizdendir. Talebe arasında olan hiçbir şeyi talebeden kimse idare heyetine haber veremez. Bu casusluktur. Rafiyelik edeni el birliği ile döğeriz. Ve aforoz ederiz?”
Kaynak: Rıza Nur. Hayat ve Hatırlarım I.Cild. Altındağ Yayınevi. İstanbul;1967:100.
 
Bu jenerasyonun yalnızca tabip olmak ve poliklinikte hasta bakabilmek ya da performans yapmak gibi bir lüksleri olamadı ve onlar, bunun farkındaydılar. Batmak üzere olan gemiyi bir şekilde karaya oturtup tekrar yüzdürmeleri gerekiyordu. Üzerlerine düşen sorumluluk her neyse onunla yüzleşmekten çekinmediler. Tababet hayatlarının merkezindeydi, yaşamlarını tababet üzerinden anlamlandırıyorlardı. Mesleklerini cephede ya da viraneye dönmüş Anadolu kasabalarında, yokluk içinde kaybolmuş insanlara yetişmeye çalışarak icra ediyorlardı.
 
“Ey sevgili kardeşler! Bizler ki ulûm-i tabîîye okuyoruz, kâinatı terkib eden anâsırdaki sâdeliği, güzelliği görüyoruz, onlarda hükümrân kavâ‘id ve intizâmın hürriyetini, istiklâlini, hürriyet ve istiklâli nisbetindeki o âli ve muttarid âhengi anlıyoruz.”
Kaynak: Cevdet Erdöl, Musa Ebrar Çetindil. Dr.Rıza Nur. Tıbbiye Hayatından. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yayınlarından. Gülhane Basımevi. Ankara;2023:26-28.
 
Çok zekilerdi, Sinop gibi Anadolu’nun birçok yerinden gelip İstanbul’da tababet eğitimi alabilecek kabiliyeti gösterebilmişlerdi. Çok çalışkan ve sabırlılardı, o kadar kargaşa, yokluk ve zorlukların içinde anadilleri dışında bir dildeki tababet eğitimini tamamlamışlardı. O dönemde birçoğu Avrupa’daki hastanelerde çalışabilme yetkinliğini göstermişti. Ülkelerine aşıklardı; ne kadar kovulurlarsa kovulsunlar ilk fırsatta tekrar dönüp mücadeleye devam ediyorlardı. Rıza Nur da öyleydi; İttihatçılar da Cumhuriyetçiler de onu kovmuştu ama o yine ülkesine döndü ve toprağına gömüldü…
Günahları yok muydu? Vardı elbet! Rıza Nur’un anıları bugün bile oldukça tartışmalı ifadelerle doludur. Birçok düşüncesinin günümüz için ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Tüm bunlar bir yana Rıza Nur bir insandı ve her insan gibi o da günahkardı. Bedellerini kısa hayatında fazlasıyla ödedi. Günümüzde tedavülde olan düşüncelerinin bedelini, bugün yaşayanlar ödemeye devam ediyor. Herkes gibi o da bir mücadele içinde savruldu. Hiç kimse dünyaya bir başkası gibi bakmak zorunda değildi. O da öyle hissetmiyordu ve bunu ifade etmekten hiçbir zaman geri durmadı. Bugün insanlar halen geçmişi, ait oldukları mahalleden okumakta ısrar ediyorlar. Atatürk’ü sevenler, Cumhuriyet’in ideallerine bağlı olanlar için Rıza Nur bir vatan haini… Sevmeyenler ve Cumhuriyet’i hazmedememiş olanlar içinse aziz bir kahraman…
Ancak bir kez tanışmayı denerlerse görecekler ki Diyojen; yanlışları, doğruları, saçmalamalarıyla, güzellikleriyle sadece bir insan, hepimiz gibi… Bir tabip, cerrah, siyasetçi, devlet adamı, yazar… Tıbbiye kültürünün yetiştirdiği bir münevver…
Bugün Anadolu’nun her köşesinde bir tıp okulu mevcut. Ben de onlardan birinde öğretmenlik yapıyorum. İkinci asırda, yüz civarındaki tıp mektebinde, her yıl binlerce hekim mezun etmeye çalışıyoruz. Muhtemelen yanlış yapıyoruz; çok tabip yetiştirmek isterken büyük olasılıkla hiç tabip yetiştiriyoruz. Ancak yine de her yıl tüm tıp okullarında sıradan bir törenle anacağımız 14 Mart’ımızı, Rıza Nur ve o dönemde yaşamış meslektaşlarımıza borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Her ne kadar onları ve değerlerini anlayamayacak kadar uzaklarında olsak da…
 
Kaynaklar
Cevdet Erdöl, Musa Ebrar Çetindil. Dr.Rıza Nur. Tıbbiye Hayatından. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yayınlarından. Gülhane Basımevi. Ankara;2023.
Rıza Nur. Hayat ve Hatırlarım I-IV.Cild. Altındağ Yayınevi. İstanbul;1967.
Türkiye Diyanet Vakfı. İslam Ansiklopedisi. Rıza Nur (1879-1942). Erişim adresi: https://islamansiklopedisi.org.tr/riza-nur Erişim tarihi: 13.03.2025 


Coşkun Bakar, Hekim, Halk sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
Türkçe Düzenleme: Ayla Bakar, Avukat-Arabulucu



























Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra Rıza Nur (soldaki silindir şapkalı) ve İsmet Paşa
Kaynak:  https://tr.wikipedia.org/wiki/R%C4%B1za_Nur#/media/Dosya:Lausanne_2.jpg















































Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/riza-nur

































































Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/riza-nur

Yorumlar

  1. İşte bu, fikirlerine katılırsın veya katılmazsın, ancak kendi dar çevresinin çok daha üzerinde düşünen ve üreten herkesin günümüz sosyal iklimine katkısı yadsınamaz...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder