“[46] Müslümanların
yöneticilerine düşen görev, ilim ehli dışındaki insanların, [Gazzali’nin] bu
tür bilgi[ler] içeren kitaplarına [ulaşmalarını] engellemektir. Aynı şekilde
insanlara verdiği zarar daha hafif olsa da kanıtlama yöntemiyle yazılmış
kitaplara ehil olmayanın [ulaşmasına] da engel olmaları gerekmektedir. Zira
kanıtlama yöntemiyle yazılmış kitapları çoğunlukla sadece üstün
yaratılıştakiler anlar. Ne var ki, bu gruptakiler de [a] teorik erdemlerden yoksun
olmaları, [b] bir düzen takip ederek okumamaları ve [c] bir üstat olmadan bu
kitapları tahsil etmemeleri [gibi sebeplerle] yoldan çıkabilirler. Fakat bu
kitapları tümüyle yasaklamak ise dinin teşvik ettiği yoldan sapmak, en değerli
insan grubuna ve en değerli varlık sınıfına karşı bir zulüm sayılır. Çünkü en
değerli varlık sınıfı hakkında adalet, onların mahiyetini, bunu bilme
yeteneğine sahip olanların bilmesinden ibarettir ki, onlar da insanlar içinde
en değerli grubu oluşturmaktadır.”
Kaynak: :İbn Rüşd. Felsefe, Din ve Te’vil [Faslu’l -Makal Fi Takrir Ma Beyne’ş-Şeria Ve’l -Hikme Mine’l-İttisal] (Çev: Mahmut Kaya) Klasik Yayınları. İstanbul;2019:46.
Kaynak: :İbn Rüşd. Felsefe, Din ve Te’vil [Faslu’l -Makal Fi Takrir Ma Beyne’ş-Şeria Ve’l -Hikme Mine’l-İttisal] (Çev: Mahmut Kaya) Klasik Yayınları. İstanbul;2019:46.
Bilenler bilir! Platon’un “Devlet” Kitabının yedinci bölümünde bulunan ünlü alegorisinde mağarada elleri kolları bağlanmış insanların öyküsü anlatılır. Eğitimle aydınlanmamış insanların anlatıldığı metinde insanlar, ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş ancak kendilerine uygun görülen gölgeleri seyredebilmektedirler.
“Şimdi, dedim, insan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün. Bunu şöyle bir benzetmeyle anlatayım: Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyorlar ne de burunlarının ucundan başka bir yeri görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar. Böyle bir yeri getirebiliyor musun gözünün önüne?”
Kaynak: Platon. Devlet. (Çev: Sabahattin Eyüboğlu-M.Ali Cimcöz).Hasan Ali yücel Klasikler Dizisi. Türkiye iş Bankası Yayınları. İstanbul, 2018:231.
Kaynak: Platon. Devlet. (Çev: Sabahattin Eyüboğlu-M.Ali Cimcöz).Hasan Ali yücel Klasikler Dizisi. Türkiye iş Bankası Yayınları. İstanbul, 2018:232.
“Ya orada birbirlerine verdikleri değerler, ünler? Gelip geçen şeyleri en iyi gören, ilk veya son geçenleri, ya da hepsini en iyi aklında tutup, gelecek şeylerin ne olabileceğini en doğru kestirenin elde ettiği kazançlar? Mağaradan kurtulan adam artık onlara imrenir mi? O ünleri, o kazançları sağlayanları kıskanır mı?”
Kaynak: Platon. Devlet. (Çev: Sabahattin Eyüboğlu-M.Ali Cimcöz).Hasan Ali yücel Klasikler Dizisi. Türkiye iş Bankası Yayınları. İstanbul, 2018:234.
Kaynak: Platon. Devlet. (Çev: Sabahattin Eyüboğlu-M.Ali Cimcöz).Hasan Ali yücel Klasikler Dizisi. Türkiye iş Bankası Yayınları. İstanbul, 2018:238.
Öte yandan en azından boynum ve ellerim zincirden kurtulmuş olduğu için halen mağarada olmama rağmen ruhum huzursuzdu. Şaşırma duygusundan bir haber olsam da mağarada gördüklerimle yetinemiyordum. Hiçbir gölgenin yönlendirmesine dayanmadan ve bir amaca ulaşmayı düşünmeksizin üst üste biriktirdiğim kitaplar mağaradaki zincirlerimden kurtulmamda ve ruhumun derinliklerinde gizlenmiş olan şaşırma duygusunu ortaya çıkarmamda yardımcı oldu.
Mağaradan ilk çıktığımda aydınlığın kör edici ışıklarının içinde, hiç tanımadığım dilde konuşan 2500 yaşındaki muallimlerle karşılaştım. Devamında, bu muallimlerin dilinden konuşan daha genç insanlar da gördüm. Bunlar mağaradan bildiğim inanlardan çok farklılardı. En önemlisi sözlerini kendileri söylüyorlardı. Çoğunlukla bu dünyaya dair konuşuyorlardı ama bazıları dünya dışında var olan bir iyilikten de bahsediyordu. Tanrıları benim bildiğimden farklıydı. Onların tanrısı çoğunlukla doğaüstü bir irade olmayıp, doğanın kurallarına göre yeryüzünü şekillendiren bir mimar gibiydi. Daha da önemlisi, sadece kendini temaşa etmekle meşgul olduğundan ay altında olanlarla hiç ilgilenmiyordu. Ahlak anlayışları da farklıydı. Bunlar için bir şey iyi, güzel ve doğruysa yapılmalıydı ve ardından ödül ya da ceza beklenmemeliydi. Ödül ve cezaya dayalı yaşam istenilen sonuçlara ulaşsa da ahlaki değildi. Oysa ben mağarada ölümden sonra verileceklerin hayaliyle gölgelerin istedikleri gibi davranmayı öğrenmiştim.
Çok uzunca bir süre bu adamların sözlerinden hiçbir şey anlamadım. Hala da anladığım söylenemez… Lakin çok değerli bir beceri kazandım; artık hayret edebiliyorum. Böylece hiçbir şey bilmediğimi öğrendim. Hayret edebilmek ve bilgisizliğim, beni yeni şeyler öğrenmeye motive ediyor ve mağaranın dışında karşılaştığım adamları daha fazla anlamaya çalışıyorum. Ancak onları dinlemek kolay bir iş değil. Önce dillerini anlamanız gerekiyor. Bu adamlar vahiy aktarmıyor, hatabi, cedeli konuşmuyor ya da mugalata yapmıyorlar (retorik, diyalektik, sofistik). Bu adamlar ispat etme zorunluluğu olan burhani (apodeiktik, analitik) bir dille konuşuyorlar. Geliştirdikleri bu dil sayesinde üzerinde uzlaşabilecekleri bir sorgulanabilir yöntemin ayrıcalıklarına sahipler. Bu adamların derdi ikna etmek değil, ispat etmek, yani kanıtlamak. Hal böyle olunca ispatın yöntemi ispat edilenden daha değerli oluyor. Bu adamlar hem dünyanın hem de bilginin sürekli olarak değiştiğinin farkındalar. Dolayısıyla bunları anlamak vahye dayalı cedeli, diyalektik dille konuşan ya da mugalata yapanları anlamaktan çok daha zor. Diğerlerine inanmanız yetiyor; sözleri üzerine düşünmeniz gerekmez hatta istenmez de… Oysa burhani konuşan bir adamın kanıtlarını takip ederek sözlerini tasdik edebilir ya da reddedebilirsiniz. Zaten öyle de yapmalısınız. Diğerlerinde büyük günah olan şek ve şüphe burada yüce bir değer. Aksi takdirde ilerleme mümkün olamıyor. Bu sayede de bu adamların içinde şeyh, imam, mürşit, peygamber çıkmamıştır. Çünkü neredeyse hepsi kendilerini yetiştiren öğretmenlerinin yanlışlarının peşinde koşmuştur.
Kendi mağaramdan çıkmayı başarınca şunu gördüm ki artık mağaradaki gölgeler ve mağara dünyasının gerçekleri beni hiç mi hiç heyecanlandırmıyor. Oradaki sözler çok tatsız ve zevksiz geliyor bana. Artık aklım, mağara dışında gördüğüm adamların dertleri ile doldu; ruhum o dertlerin heyecanını yaşıyor. Bu duygu ruhumu hem aydınlattı hem de arındırdı. Aristoteles’in söylediği gibi bütün sanatların ereği olan mutluluğa ulaşma için mağaranın dışına çıkmak gerektiğini anladım.
Bu noktadan sonra Platon’u dinlemem ve mağaraya tekrar dönmem gerekiyor. Mağaraya dönüp aydınlıkta gördüğüm insanları ve onların sözlerini oradakilere anlatmam ve onları aydınlığa çıkarmam gerekiyor. Bu Atina akademisinde felsefe eğitimi görmüş her öğrencinin zorunlu hizmet yükümlülüğü Platon’a göre… Böylece erdemli devlet ve düzenli bir topluma ulaşmak mümkün olabilecek.
Oysa ben Platon gibi düşünmüyorum. İbn Tufeyl’in “Hay Bin Yakzan”ında bir adada tek başına dünyaya gelen ve aklıyla hakikate ulaşan Hayy, sonradan adaya gelen bir yabancıyla birlikte topluma karıştığında büyük hayal kırıklığına uğrar. Hayy adaya geldiğinde toplumu tanımamış olmanın körlüğü ile ve umutsuzca halka, inançlarının zahirine dalarak özünü kaybettiklerini bu nedenle de yaptıkları ritüellerin görünüşte kaldığını erdemli topluma ulaşmalarını sağlamadığını anlatmaya çalıştıysa da nafile bir çabaydı. Halkın inancın zahiriyle yetinmesinin yerinde olacağını ve görünenin ardındaki batini yönü anlayabilecek akli becerilere sahip olmadığı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldı. İbn Rüşd’ün de belirttiği gibi onların hayatta yaşayabilmeleri için şeriatları yeterdi. Yaptıklarından dolayı özür diledi ve kendi adasına geri döndü…
Hayy hakikati bir adada yalnız başına bulmuştur. Ona birisi söylememiştir, yaşamdan elde ettiği deneyimler ve gözlemler aklı ile birlikte gerçeğe ulaşmasını sağlamıştır. Bunun için bazı becerilere ve çaba gösterecek sabra ihtiyaç bulunmaktadır. Günümüzde bu deneyimler ve gözlemler için iyi bir eğitime ve eğitimin gerektirdiği zamana ve sabra ihtiyacımız vardır. Mağaradan kurtulmak çok uzun ve meşakkatli bir iştir. İspat edilmiş olanı öğrenmeye çalışmak, retorik ve diyalektik olanı öğrenmekten daha zor. Zira önce ispatın yöntemlerini anlamak gerekmektedir. Bu felsefe için mantık bilim içinse bilimsel yöntemdir. Bunları öğrenmedikçe mağaradan kurtulmak olanaklı değildir. Kurtulmuş olanın da çocuksu bir heyecanla mağaraya dönüp oradakileri aydınlatmaya çalışması nafile bir çabadır… Bu yüzden felsefenin ya da bilimin mağaraya inip kendi dilinden anlamayan insanları aydınlatmaya çalışması anlamsızdır. Zaten orada baskın olan büyük inançların ve dogmanın dilidir. Olması gereken mağaraya inmek değil mağaradakilerin dışarı çıkmasını sağlamaktır. Ancak o zaman aydınlanma en azından bireysel olarak mümkündür.
Mağaradan kurtulmanın tek yolu felsefe bilimin konuştuğu dili öğrenmektir. Günümüz Türkiye’sinde bu ancak insanları akademik eğitime hazırlayacak lise eğitimi içinde mümkün olabilir. Toplumun tüm kesimlerinin yaygın felsefe ve bilimin dilini öğrenmelerine gerek var mıdır? Tartışılır… Benim kanımca çok da gerekli olmayabilir. Toplum yaygın kesimleri temel sorunlarda kendilerini koruyabilecek, kandırılmayacak kadar bilgi sahibi olabilseler yeterli olacaktır düşüncesindeyim. Zaten çoğunluğu günlük hayatları içinde bu işlere ayıracak zaman bulamayacaklardır. Önemli olan toplumun muallimleri, aydınları ve karar vericileridir. Onların mutlaka aydınlığa çıkması ve mağaradaki zincirlerinden azade olabilmeleridir. Böylece toplumu doğru yönlendirebilme becerilerine sahip olabilecekler hem de önemli konularda toplumun sağlığını ve esenliğini koruyabilecek kudret, irade ve ahlak düzeyine sahip olabileceklerdir.
Şimdi düşünüyorum da Türkiye’de yıllardır maruz kaldığımız eğitim sistemimiz, doğayı bir test sistemi içine sıkıştırarak, matematiği yaşamdan kopararak, herhangi bir yabancı dil öğretme becerisinden mahrum olarak, ahlaki değerleri bir dinin bir mezhebinin birkaç cemaatinin ya da tarikatının sanılarının içerisine hapsederek, çocuklarını mağaranın dışına mı çıkarıyor? Yoksa derinlerine mi gömüyor?
Kanımca bu soruların üzerinde akıl yürütmeye çalışmalıyız…
Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
Kaynak: https://lapausephilo.fr/wp-content/uploads/2020/06/Caverne-Platon.jpg
Çoşkun hocam, bu noktada eğitim tek başına yeterli olabilir mi? İkinci sorum ; eğitim yeterli olduğunda Mağaradan çıkanlar kalabalıkta tek başlarına zaten adaya kaçmadan adada hissetmeye mahkumlar. Bu grubun birlikte hareketi mi -nasıl birlik sağlayacaklarını bilmiyorum, yoksa bireyler olarak bulundukları adalarda konumlarını korumalarının toplam etkisi mi toplumu dönüşturmede daha yüksek bir potansiyele sahiptir? Görüşmek üzere.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim... Benim bahsettiğim antik çağdan itibaren felsefenin ve 19.yüzyıldan itibaren de bilimin anlaşılabilmesi için gerekli olan eğitimdir. Felsefenin ve günümüzde bilimin dilinin anlaşılabilmesi için onun kullandığı yöntemsel dilin okunabilmesi ve anlaşılabilmesi lazım. Bu dili anlayamayan insanlara felsefenin akıl yürütmelerinin ve bilimin de sonuçlarını açıklamaya çalıştığınızda başarısızlık kaçınılmaz gibidir. Bunun için de Platon'un mağara alegorisinden yararlanmaya çalıştım. Evet bu dili bilenler toplumda aynı dili konuşabilen insan bulamazlarsa yalnız kalacaklardır. Hoş bu dili kullanan insan sayısı çok olsa bile yalnız kalabilirler. Bilim olmasa bile felsefe üzerinde uzlaşılıp içinde güven duyacağınız bir cemaat için uygun değildir. Çünkü felsefe yani düşünce birleştirmez bilakis ayırır. Felsefenin tanrısı da ancak kendini temaşa eden "Bir"dir ve yalnızdır... Birlik sağlamak için felsefe ve bilime değil, inanç ya da ideolojiye ihtiyacınız vardır... Ancak onların da ardında gerçeklik ya da akıl değil mit ve muhayyile bulunmaktadır... Tekrar teşekkürler...
SilÇok güzel yazı olmuş elinize, emeğinize sağlık
YanıtlaSilKaleminize sağlık hocam. Çok enfes ve ihtiyaç duyduğumuz bir yazı olmuş. Devlet başkanı filozof olmalı derken, halkın aydınlanması ve mağaradan cikmasi için mi bunu düşünüyor. Yoksa paleponez savaşında yenilen Atina'nın Sparta gibi siyasi başarı kazanmasi için mi istiyor. İkinci bir sorum ise, filozoflar, eğer aydınlanma istiyorlarsa halkın nasıl zayıf yönlerinden istifade eden iktidar veya büyücüler gibi, onlarda zayıflıkları dan ve bu durumdan faydalanarak hakikat ulaşmayı amaç edinse ne olur. Sofistler gibi veya büyücüler gibi veya tanrı krallar gibi olup hakikati anlatmaya ve ulaştırmaya çalışılıyor veya yapılamaz mı?
YanıtlaSilÇok teşekkürler Yunus. Platon aristokrat bir aileden geliyor dayısı ya da amcası 30 lar hükümetinde görevli. Kendisinin çıkış noktası daha çok politik. Bence Atina'nın yönetiminde olmak istiyor. Olmayınca İtalya'da bir tiranın yanında deniyor Hatta ölümden dönüyor. Sonra da akademiyi kuruyor. Filozof kral tanımlaması Perikles gibi birinden esindenmiş olabilir bence o tanım Platon'u işaret ediyor. Akademi de politik amaçla açılmış bir okul. Felsefe ve filozoflar sadece sadece varlığın kökenini araştırır. Sophia (bilgelik) sahibi olan tanrı hiçbir şeye müdahale etmeden kendini temaşa eder. Felsefenin de temel hedefi temaşa etmek yani nazar yani teoriadır. Burada bir eylem düşünülemez. Felsefe bu temaşa üzerine bir epistemoloji ve ahlak sistemi kurmak bilgi ve pratik felsefenin işi olabilir. Ama yine de felsefenin temel işi açıklamadır. aydınlanma felsefeyi kullanan öğretmen ya da ideologların işi olabilir. Sofistler de onlardan biri ilk öğretmenler ve aydınlanmacılar olarak tarihe geçmişlerdir... Bu arada tüm toplumun hakikate ulaşması diye birşey söz konusu olmaz. Çünkü bir hakikat var mıdır? Varsa nedir? Üzerinde nasıl uzlaşırız? Felsefenin bu sorular üzerinde uzlaşılabilir bir yanıtı yoktur ki bunu halka ulaştıralım. Varsayalım ki olsun, günün birinde bir filozof bu hakikati yerle bir ederse -ki daha önce oldu- o zaman halka hakikatlerinin değiştiğini nasıl anlatırsınız. O yüzden halkın onu mutlu ve huzurlu olduğu yanılsamasıyla etrafına ve topluma yararlı bir insan olabileceği masallara ihtiyacı vardır. Felsefe ve bilim ancak gerçeğin yolunun nasıl yürünebileceğini anlayabilecek bilgi ve becerisine sahip sınırlı sayıda okumuş çocuğun işi olabilir...
SilNefis bir yazı olmuş hocam. Kalemine sağlık. (Ekrem Tufan)
YanıtlaSil