Ekonomik ve toplumsal olgular düzeyindeki çağdaşlaşma süreci, başka yerlerde görüldüğü gibi, bizim inceleme konusu yaptığımız görüş, dil, değer ve düşün düzlemindeki çağdaşlaşma sürecinin gerisinde kalır. Bu süreç, tek bir kuşak toplumunun işi olmamıştır. Toplumların bilinçliliğinin sürekli olarak anlam düzeyinde yaşatılması sağlanmadıkça, toplumlar maddi yaşam düzeyindeki tutum ve ilişkilerinde tutarlılık sağlayamazlar. O zaman bu ilkelerle olgular arasında gülünçleştirecek ya da trajikleştirecek boşluklar, tutarsızlıklar, çatışıksızlıklar başlar ve gelişir. Eski dönemlerde toplumlar tutarlılığı gelenek dediğimiz tarihsel olguyla sağlarlardı. Çağımızın toplumları bu gelenek gücünden artık yoksunlaşmışlardır. Çağdaş insan, geçmiş çağların insanı gibi gelenek gücünün rahatlığı, kendine özgü ussallığı içinde yaşayamıyor. Onun yerine özgürlüklerin atılımlarının sürekli savaşları içinde yaşamak zorundadır.”
Kaynak: Niyazi Berkes. Türkiye’de Çağdaşlaşma (Yayına Hazırlayan: Ahmet Kuyaş). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul; 2014:551-552.
Bu yazıyı hazırladığımda ülkemde seçim sandıkları açılmamıştı. Ve sıradan vatandaşlar ne olacağını bilmeden sandık başına gitmeyi beklemekteydiler. Kökleri tarihin derinliklerinden gelen taraflar arasındaki gerilim tüm sorunları bir tarafa bırakmamıza neden olmuş ve bizi sanki hiç bitmeyecek bir kör döğüşünün içine sokmuştur. Taraflardan biri dünya ile sadece ekonomik değil kültürel bütünleşme de sağlayacağını, evrensel hukuk kurallarına dayalı bireysel özgürlük alanını genişleteceğini, dinsel muhayyileden köken alan toplumsal baskıyı ortadan kaldıracağını, kamuda insanların eğitim altyapıları ve bireysel kapasitelerine uygun bir şekilde yer almasını sağlayacağını söylerken; geçmişte yaşamakta ısrar eden taraf kendi inanç dünyasının hukuk altyapısını dayatmakta, dünya ile sadece ticari ve sanayi düzeyinde pragmatik ilişkiler kurup kültürel teması görmezden gelmekte, kendi muhayyilesine dayanan tek tip yaşam biçimini kutsamakta, sermayesini beslemekte, kamusal alanda sadece kendine itaat edenlerle çalışmakta, en temel sorunları bile çözebilmek kabiliyetinden yoksun olmasına rağmen sofistik inanç söylemiyle toplumu oldukça başarılı bir şekilde arkasında toplayabilmektedir. Ölüm kalım haline gelen ve daha çok taraftarların sayımına dönüşmüş olan bu seçimin sonucunu sayıca çok olan taraf kazanacaktır.
Bu yazıyı Türkiye’nin kısa vadede hangi yolu tercih
edeceği ile endişelerimle birlikte hazırlamaya çalışıyorum. Seçimin ne
olacağını bilmek şu saatlerde mümkün değil. Sonuç ne olursa olsun çağdaş bir
demokrasi, özgürce konuşabilen ve devletten bağımsız olarak değer üretebilen
bir topluma dönüşme mücadelesi ne kazanılacak ne de kaybedilecek. Bilakis asıl
devrim mücadelesi Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında yaşanılacak.
Charles Tilly’nin “Demokrasi” isimli kitabında
yüksek kapasiteli demokratik rejimlerin tarihin ve mekânın çok sınırlı
alanlarında görüldüğünü söylerken demokratik dönüşümlerin dalgalanmalar halinde
ortaya çıktığını anlatmaktadır.
Demokrasi ülkemizde de son iki yüzyılın
mücadelesinin temel ereğidir. Sanayileşme çağının gerisinde kalan İmparatorluk
bu açığı kapatmak için yüzünü dönemin güçlü ülkelerine dönmekte beis
görmemiştir. Bu durum hukuk, eğitim, devlet ve toplumsal yaşamda önemli
değişimleri zorunlu kılmıştır. Geleneğin Orta Çağ’da bıraktığı aktör, kurumlar
ve yaşam biçimleri birer birer terk edilmeye çalışılırken, yeni yüzyılın
insanı, eğitimi, devleti ve toplumu benimsenmek istenmiştir. Ancak bu dönüşüm
halen devam eden sancıları da beraberinde yaratmıştır. Doğal olarak gelenek
binlerce yıldır eğitim, hukuk, devlet ve toplum üzerinde elde ettiği
kazanımları bırakmak istememiştir. Halen de istememektedir. İşte bu seçim tam
bu noktada yapılan bir tercihtir. İki yüzyıldır didişe didişe, savaşa savaşa toplumun
en azından üçte biri yaşadığı çağ ile temas kurma becerisi geliştirebilmiştir.
Şimdi bu sayıyı çoğunluğa aktarma zamanıdır.
Bu yolda o kadar çok eşik aşılmış ve o kadar çok
aktör mücadele etmiştir ki; onların akıllarıyla temas etmek istiyorsanız Niyazi
Berkes ve İlber Ortaylı başta olmak üzere birçok tarihçi ve düşünce insanlarının
kitaplarının kapaklarını açmanız yeterlidir.
Şimdi ne olacak? Hepimizin yanıtını aradığımız soru
bu; ne olacak? Bir seçim olacak ve kısa vadede birazcık nefes alma olanağı
bulacağız ya da bir müddet daha nefesimiz daralacak. Ancak hiçbir şey bitmeyecek
bilakis her şey yeni başlayacak.
Önce seçim sonuçlarından bağımsız olarak şöyle bir
geriye dönüp ne oldu ve neden diye merak etmemiz gerekiyor. Eğer doğru soruları
sorabilirsek bilin ki öğrenmeye de başlayabiliriz. Ne oldu da destansı bir
zaferle ve devrimlerle kurulan bu Cumhuriyet’i biz yüz yılda daha özgür ve
demokratik bir devlete dönüştüremedik? Sultanla bütünleşmiş dinsel hegemonyayı
ülkeden kovduğumuzu düşünürken, onun sandığın içine gizlendiğini neden
göremedik? Çağdaş dünya tecrübesinden kazandığımız laiklik nasıl oldu da bugün
bizim için umutsuz aşığın sevgilisini beklediği gibi uzak bir hayal oldu?
Bundan sonra yapmamız gereken bu sorulara yanıt
bulmaya çalışmak olmalıdır. Bu konuda en önemli görev yüksek eğitim almış olan
münevverlere düşmektedir. Cumhuriyet’le birlikte alt ve orta sınıfın çocukları
tarihte hiç görülmemiş bir fırsat yakaladılar. Özellikle 1960’lardan sonra
ülkemizde köylü çocukları başta olmak üzere alt sınıf çocukları eğitim alma ve
nitelikli işlere sahip olma fırsatı buldular. İşverenleri de büyük oranda
devletti. Ben de o neslin sonuçlarından biriyim. Bir çobanın çocuğu olan annem
öğretmen olma fırsatına kavuşunca üniversite eğitimi alıp akademisyen olma
fırsatına sahip oldum. Böylece birçok çocuk özelinde binlerce yıldır devam eden
kuşaklar arası cahillik ve yoksulluk aktarımı son bulmuş oldu. Bugün Anadolu’da
görünür halde olan eğitimli orta sınıfın hikâyesinde büyük oranda bu benzerliği
bulunmaktadır. Şimdi beklenilen bu kuşağın ardından gelen yeni kuşakların dünya
ile temas etmesidir. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur ve yeni değişimler kendini
toplumsal yaşama dayatmaktadır. Tıpkı sanayi devrimi sonrası Avrupa’nın ya da
20.yüzyılda Cumhuriyet’in dayattığı değişim rüzgârı gibi…
Öte yandan Ülkemizde eğitimli kesim özellikle de akademi
Cumhuriyet’in kendisine sunduğu zenginliklerin kaynağını anlayamadığı gibi
sahip çıkma konusunda samimi bir şekilde de pozisyon alamadı. Sadece kendisine
sunulan konfor alanıyla ilgilendi ve bu alanı zorlayacak toplumsal olaylara
gözünü ve kulağını kapattı. Özellikle tıp doktorları, mühendisler, askerler,
öğretmenler, hukuk insanları ile bu alanların akademisyenleri bu noktada çok
belirleyici oldular. Bu insanlar mesleklerinin sağladığı avantajları toplum
üzerinde baskı unsuru olarak kullandılar. Örneğin tıp doktorları neredeyse her
zaman hastalık satışıyla ilgilendiler, toplumun sağlığını öncelemediler.
Mühendisler toplumun yaşam alanlarını düzenlemek yerine, yaşam alanlarını
projelerine göre satmayı tercih ettiler. Sonuç 6 Şubat 2023… Askerler ve hukuk
insanları hakkında hiç söz etmek istemiyorum. Görevleri toplumun güven ve
adalet içinde yaşamasını sağlamak olan bu mesleklerin yüzüncü yılda hedeflerine
başarıyla ulaşıp ulaşmadıklarını herkesin vicdanına bırakıyorum. Öğretmenler bu
meslek grupları içinde en az günahkâr olanıdır. Zira Cumhuriyet tarihi boyunca
yoksunluk içinde yaşadılar. Ben de bir öğretmen çocuğu olduğum için gayet iyi
bilirim bu duyguyu. Öte yandan eğitim sistemi genç kuşakların çağı ile temas
etmelerini sağlayabilecek tek şanslarıdır. Ülkemin gençleri için bu şansı iyi
kullanılamadı. Okul sadece meslek öğreten bunun için de çocukları sınavdan
sınava koşturup test kutucukları dolduran soğuk bir tapınağa döndü. Bugün
bırakın bir yabancı dili kendi dilini bile kullanmaktan aciz milyonlarca çocuk
eğitim sisteminin sonucu olarak hayata tutunmaya çalışmaktadır. Ve öğretmenler
bu sonucu sadece siyasete yükleyip kendi ekonomik ve sosyal sorunlarının
arkasına saklanamazlar.
Bu sonuçta akademinin sorumluluğunu ayrı bir yere
koymak gerekir. Ülkemizin çok eski ve köklü bir akademik geçmişi bulunmaktadır.
Bugün de ülkenin her ilinde ve yüzün üzerinde üniversite tabelası
bulunmaktadır. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet akademik alanda önemli
değişim içinde olmuştur. Bugün kimsenin bir yere sığdıramadığı II.Abdülhamid eğitim sistemi içerisinde önemli düzenlemelere öncü olmuştur. Sonuçta ulusal
kurtuluş mücadelesini veren ve Cumhuriyet’i kurabilen kuşaklar bu okulların
öğrencileridir. O dönemi anlatan kaynaklara bakarsanız bu kuşaklar çağın
gerektirdiği dil becerilerine sahip olmuşlar, kendi kültürlerinden kopmamışlar
ve ülkelerinin sorunlarını kimseden emir almadan çözebilme iradesini
kazanmışlardır. Bugün üniversitemizin bu nitelikte alan uzmanı ve entelektüel
insan yetiştirebildiğini söylemek neredeyse imkânsızdır. Hepsi sadece meslek
yüksekokuluna dönmüş olan üniversitelerde akademisyenler üstlenmeleri gereken
rollerin farkında değiller ya da bu rollerin gereğini yüklenmekten
kaçmaktadırlar.
Ülkenin okumuş olması gereken kesimi üzerine düşen
sorumlulukları alma konusunda imtina ettiğinden, toplumun yönetimi kasaba
kurnazlarının eline kalmıştır. Toplumun yönetimin sağladığı iktidar gücünü her
durumda elinde tutmak dışında bir beklentisi olmayan kasaba kurnazı, geleneksel
olanı da yanına alınca bugün geldiğimiz noktaya ulaşmak hiç de zor olmamıştır. Kasaba
kurnazı ve gelenekselin iktidarı, yukarıda saydığım eğitimli almış çocukların
boş bıraktığı mekânları kullanarak büyümüştür. Böylece Anadolu’nun çocuklarını
eğiterek kendi özgün potansiyelini yaratması hayalinden uzaklaşmıştır. Onun
yerine gelenekselin güdümünde, sadece teknik uzman olan, itaat eden, kendi
geleneğinin dayattığı kültür dışındaki tüm yaşam biçimlerine kapalı, konfor
içinde ancak entelektüel olarak zayıf bir yaşam talep eden insan ve toplum tipi
ortaya çıkmıştır. Bu insanın da içinde yaşadığı toplumun sorunlarını –eğer biri
ona maaş karşılığı net bir görev vermediyse– öncelemesi beklenemez. Zaten öyle
olamadığı için bugün karabasan gibi üzerimize çullanan seçim ortamını teneffüs
etmek zorundayız.
Evet, "..tüm bu süreci hızlı bir şekilde gözden geçirip devrimi yeniden ilk çıktığı yola sokmamız gerekiyor. Cumhuriyet üsten bir bakış açısıyla birçok şeyi değiştirdi. Öte yandan demokratikleşmeyi ve sürekliliği sağlayamadı. Şimdi sıra demokratik devrimde ve asıl devrim yüzüncü yılda yaşanacak. Sonucu ne olursa olsun seçim bunu değiştiremeyecek. İşte bu yüzden hiçbir şey bitmedi, bilakis yeni başlıyoruz… " bir devrim yaşanacak, bu tahminlerin ötesinde genç, güçlü, töresini çıkış nedeniyle kapsayacak keskin analiz yeteceğine sahip, geleceği üzerine inşaa edeceği sosyal zeminini töresine bu analizi üzerinden dayandıran, varoluşunun duygusal temellerinden kopmadığı için boşluğa düşmeyen-düşmeyecek, aklı selim gözü kara ama aynı zamanda gözü "tok", genç olan ve genç kalan insanlarımız sayesinde olacak! Umut dolu, güzel analiz ve gözlemlere dayanan yazınız için teşekkürler Sayın Hocam.
YanıtlaSilFlorensa' yi, Machiavelli ve lenorda yu görmek istiyorsak mediciler gibi bir gücün olması ve oluşması gerekiyor. Gelenksel toplum ve dindar kesim en çok parayı sever. İlim ve bilim pek umurlarinda değil. Umarım o günleri görebiliriz. Kaleminize sağlik hocam
YanıtlaSil