BİTMEDİ, YENİ BAŞLIYOR…

“Cumhuriyeti tamamlayan ulusçuluk ilkesi, bütün uygar dünyada 19.yüzyıl ulusçuluğunun yerine yeni bir ulusallık anlayışının gelişmesinde öncülük etmiş bir görüştür. Bunu kavradığımız zaman, düşün ve vicdan özgürlüğüne aykırı her çabanın gericilik olarak, Cumhuriyet devrim ilkelerine karşı eylemler olarak nitelendirilmesinin nedenlerini anlamış oluruz. Bu gibi eğilimler kişisel ayrılmalar ya da yanılmalar olarak kaldıkça Cumhuriyet devrimlerinin ilkeleri yaşıyor demektir. Fakat bu çeşit eğilimler topluma yukarıdan politik güçler ve çıkarlarla aşılanan, zorlanan, geliştirilen tutumlar olma boyutuna varınca o toplum çağdaş uygarlık dünyasında yok olma tehlikesiyle karşılaşmış demektir.
Ekonomik ve toplumsal olgular düzeyindeki çağdaşlaşma süreci, başka yerlerde görüldüğü gibi, bizim inceleme konusu yaptığımız görüş, dil, değer ve düşün düzlemindeki çağdaşlaşma sürecinin gerisinde kalır. Bu süreç, tek bir kuşak toplumunun işi olmamıştır. Toplumların bilinçliliğinin sürekli olarak anlam düzeyinde yaşatılması sağlanmadıkça, toplumlar maddi yaşam düzeyindeki tutum ve ilişkilerinde tutarlılık sağlayamazlar. O zaman bu ilkelerle olgular arasında gülünçleştirecek ya da trajikleştirecek boşluklar, tutarsızlıklar, çatışıksızlıklar başlar ve gelişir. Eski dönemlerde toplumlar tutarlılığı gelenek dediğimiz tarihsel olguyla sağlarlardı. Çağımızın toplumları bu gelenek gücünden artık yoksunlaşmışlardır. Çağdaş insan, geçmiş çağların insanı gibi gelenek gücünün rahatlığı, kendine özgü ussallığı içinde yaşayamıyor. Onun yerine özgürlüklerin atılımlarının sürekli savaşları içinde yaşamak zorundadır.”
Kaynak: Niyazi Berkes. Türkiye’de Çağdaşlaşma (Yayına Hazırlayan: Ahmet Kuyaş). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul; 2014:551-552.

Bu yazıyı hazırladığımda ülkemde seçim sandıkları açılmamıştı. Ve sıradan vatandaşlar ne olacağını bilmeden sandık başına gitmeyi beklemekteydiler. Kökleri tarihin derinliklerinden gelen taraflar arasındaki gerilim tüm sorunları bir tarafa bırakmamıza neden olmuş ve bizi sanki hiç bitmeyecek bir kör döğüşünün içine sokmuştur. Taraflardan biri dünya ile sadece ekonomik değil kültürel bütünleşme de sağlayacağını, evrensel hukuk kurallarına dayalı bireysel özgürlük alanını genişleteceğini, dinsel muhayyileden köken alan toplumsal baskıyı ortadan kaldıracağını, kamuda insanların eğitim altyapıları ve bireysel kapasitelerine uygun bir şekilde yer almasını sağlayacağını söylerken; geçmişte yaşamakta ısrar eden taraf kendi inanç dünyasının hukuk altyapısını dayatmakta, dünya ile sadece ticari ve sanayi düzeyinde pragmatik ilişkiler kurup kültürel teması görmezden gelmekte, kendi muhayyilesine dayanan tek tip yaşam biçimini kutsamakta, sermayesini beslemekte, kamusal alanda sadece kendine itaat edenlerle çalışmakta, en temel sorunları bile çözebilmek kabiliyetinden yoksun olmasına rağmen sofistik inanç söylemiyle toplumu oldukça başarılı bir şekilde arkasında toplayabilmektedir. Ölüm kalım haline gelen ve daha çok taraftarların sayımına dönüşmüş olan bu seçimin sonucunu sayıca çok olan taraf kazanacaktır.

Bu yazıyı Türkiye’nin kısa vadede hangi yolu tercih edeceği ile endişelerimle birlikte hazırlamaya çalışıyorum. Seçimin ne olacağını bilmek şu saatlerde mümkün değil. Sonuç ne olursa olsun çağdaş bir demokrasi, özgürce konuşabilen ve devletten bağımsız olarak değer üretebilen bir topluma dönüşme mücadelesi ne kazanılacak ne de kaybedilecek. Bilakis asıl devrim mücadelesi Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında yaşanılacak.

Charles Tilly’nin “Demokrasi” isimli kitabında yüksek kapasiteli demokratik rejimlerin tarihin ve mekânın çok sınırlı alanlarında görüldüğünü söylerken demokratik dönüşümlerin dalgalanmalar halinde ortaya çıktığını anlatmaktadır.

Demokrasi ülkemizde de son iki yüzyılın mücadelesinin temel ereğidir. Sanayileşme çağının gerisinde kalan İmparatorluk bu açığı kapatmak için yüzünü dönemin güçlü ülkelerine dönmekte beis görmemiştir. Bu durum hukuk, eğitim, devlet ve toplumsal yaşamda önemli değişimleri zorunlu kılmıştır. Geleneğin Orta Çağ’da bıraktığı aktör, kurumlar ve yaşam biçimleri birer birer terk edilmeye çalışılırken, yeni yüzyılın insanı, eğitimi, devleti ve toplumu benimsenmek istenmiştir. Ancak bu dönüşüm halen devam eden sancıları da beraberinde yaratmıştır. Doğal olarak gelenek binlerce yıldır eğitim, hukuk, devlet ve toplum üzerinde elde ettiği kazanımları bırakmak istememiştir. Halen de istememektedir. İşte bu seçim tam bu noktada yapılan bir tercihtir. İki yüzyıldır didişe didişe, savaşa savaşa toplumun en azından üçte biri yaşadığı çağ ile temas kurma becerisi geliştirebilmiştir. Şimdi bu sayıyı çoğunluğa aktarma zamanıdır.

Bu yolda o kadar çok eşik aşılmış ve o kadar çok aktör mücadele etmiştir ki; onların akıllarıyla temas etmek istiyorsanız Niyazi Berkes ve İlber Ortaylı başta olmak üzere birçok tarihçi ve düşünce insanlarının kitaplarının kapaklarını açmanız yeterlidir.

Şimdi ne olacak? Hepimizin yanıtını aradığımız soru bu; ne olacak? Bir seçim olacak ve kısa vadede birazcık nefes alma olanağı bulacağız ya da bir müddet daha nefesimiz daralacak. Ancak hiçbir şey bitmeyecek bilakis her şey yeni başlayacak.

Önce seçim sonuçlarından bağımsız olarak şöyle bir geriye dönüp ne oldu ve neden diye merak etmemiz gerekiyor. Eğer doğru soruları sorabilirsek bilin ki öğrenmeye de başlayabiliriz. Ne oldu da destansı bir zaferle ve devrimlerle kurulan bu Cumhuriyet’i biz yüz yılda daha özgür ve demokratik bir devlete dönüştüremedik? Sultanla bütünleşmiş dinsel hegemonyayı ülkeden kovduğumuzu düşünürken, onun sandığın içine gizlendiğini neden göremedik? Çağdaş dünya tecrübesinden kazandığımız laiklik nasıl oldu da bugün bizim için umutsuz aşığın sevgilisini beklediği gibi uzak bir hayal oldu?

Bundan sonra yapmamız gereken bu sorulara yanıt bulmaya çalışmak olmalıdır. Bu konuda en önemli görev yüksek eğitim almış olan münevverlere düşmektedir. Cumhuriyet’le birlikte alt ve orta sınıfın çocukları tarihte hiç görülmemiş bir fırsat yakaladılar. Özellikle 1960’lardan sonra ülkemizde köylü çocukları başta olmak üzere alt sınıf çocukları eğitim alma ve nitelikli işlere sahip olma fırsatı buldular. İşverenleri de büyük oranda devletti. Ben de o neslin sonuçlarından biriyim. Bir çobanın çocuğu olan annem öğretmen olma fırsatına kavuşunca üniversite eğitimi alıp akademisyen olma fırsatına sahip oldum. Böylece birçok çocuk özelinde binlerce yıldır devam eden kuşaklar arası cahillik ve yoksulluk aktarımı son bulmuş oldu. Bugün Anadolu’da görünür halde olan eğitimli orta sınıfın hikâyesinde büyük oranda bu benzerliği bulunmaktadır. Şimdi beklenilen bu kuşağın ardından gelen yeni kuşakların dünya ile temas etmesidir. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur ve yeni değişimler kendini toplumsal yaşama dayatmaktadır. Tıpkı sanayi devrimi sonrası Avrupa’nın ya da 20.yüzyılda Cumhuriyet’in dayattığı değişim rüzgârı gibi…

Öte yandan Ülkemizde eğitimli kesim özellikle de akademi Cumhuriyet’in kendisine sunduğu zenginliklerin kaynağını anlayamadığı gibi sahip çıkma konusunda samimi bir şekilde de pozisyon alamadı. Sadece kendisine sunulan konfor alanıyla ilgilendi ve bu alanı zorlayacak toplumsal olaylara gözünü ve kulağını kapattı. Özellikle tıp doktorları, mühendisler, askerler, öğretmenler, hukuk insanları ile bu alanların akademisyenleri bu noktada çok belirleyici oldular. Bu insanlar mesleklerinin sağladığı avantajları toplum üzerinde baskı unsuru olarak kullandılar. Örneğin tıp doktorları neredeyse her zaman hastalık satışıyla ilgilendiler, toplumun sağlığını öncelemediler. Mühendisler toplumun yaşam alanlarını düzenlemek yerine, yaşam alanlarını projelerine göre satmayı tercih ettiler. Sonuç 6 Şubat 2023… Askerler ve hukuk insanları hakkında hiç söz etmek istemiyorum. Görevleri toplumun güven ve adalet içinde yaşamasını sağlamak olan bu mesleklerin yüzüncü yılda hedeflerine başarıyla ulaşıp ulaşmadıklarını herkesin vicdanına bırakıyorum. Öğretmenler bu meslek grupları içinde en az günahkâr olanıdır. Zira Cumhuriyet tarihi boyunca yoksunluk içinde yaşadılar. Ben de bir öğretmen çocuğu olduğum için gayet iyi bilirim bu duyguyu. Öte yandan eğitim sistemi genç kuşakların çağı ile temas etmelerini sağlayabilecek tek şanslarıdır. Ülkemin gençleri için bu şansı iyi kullanılamadı. Okul sadece meslek öğreten bunun için de çocukları sınavdan sınava koşturup test kutucukları dolduran soğuk bir tapınağa döndü. Bugün bırakın bir yabancı dili kendi dilini bile kullanmaktan aciz milyonlarca çocuk eğitim sisteminin sonucu olarak hayata tutunmaya çalışmaktadır. Ve öğretmenler bu sonucu sadece siyasete yükleyip kendi ekonomik ve sosyal sorunlarının arkasına saklanamazlar.  

Bu sonuçta akademinin sorumluluğunu ayrı bir yere koymak gerekir. Ülkemizin çok eski ve köklü bir akademik geçmişi bulunmaktadır. Bugün de ülkenin her ilinde ve yüzün üzerinde üniversite tabelası bulunmaktadır. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet akademik alanda önemli değişim içinde olmuştur. Bugün kimsenin bir yere sığdıramadığı II.Abdülhamid eğitim sistemi içerisinde önemli düzenlemelere öncü olmuştur. Sonuçta ulusal kurtuluş mücadelesini veren ve Cumhuriyet’i kurabilen kuşaklar bu okulların öğrencileridir. O dönemi anlatan kaynaklara bakarsanız bu kuşaklar çağın gerektirdiği dil becerilerine sahip olmuşlar, kendi kültürlerinden kopmamışlar ve ülkelerinin sorunlarını kimseden emir almadan çözebilme iradesini kazanmışlardır. Bugün üniversitemizin bu nitelikte alan uzmanı ve entelektüel insan yetiştirebildiğini söylemek neredeyse imkânsızdır. Hepsi sadece meslek yüksekokuluna dönmüş olan üniversitelerde akademisyenler üstlenmeleri gereken rollerin farkında değiller ya da bu rollerin gereğini yüklenmekten kaçmaktadırlar.

Ülkenin okumuş olması gereken kesimi üzerine düşen sorumlulukları alma konusunda imtina ettiğinden, toplumun yönetimi kasaba kurnazlarının eline kalmıştır. Toplumun yönetimin sağladığı iktidar gücünü her durumda elinde tutmak dışında bir beklentisi olmayan kasaba kurnazı, geleneksel olanı da yanına alınca bugün geldiğimiz noktaya ulaşmak hiç de zor olmamıştır. Kasaba kurnazı ve gelenekselin iktidarı, yukarıda saydığım eğitimli almış çocukların boş bıraktığı mekânları kullanarak büyümüştür. Böylece Anadolu’nun çocuklarını eğiterek kendi özgün potansiyelini yaratması hayalinden uzaklaşmıştır. Onun yerine gelenekselin güdümünde, sadece teknik uzman olan, itaat eden, kendi geleneğinin dayattığı kültür dışındaki tüm yaşam biçimlerine kapalı, konfor içinde ancak entelektüel olarak zayıf bir yaşam talep eden insan ve toplum tipi ortaya çıkmıştır. Bu insanın da içinde yaşadığı toplumun sorunlarını –eğer biri ona maaş karşılığı net bir görev vermediyse– öncelemesi beklenemez. Zaten öyle olamadığı için bugün karabasan gibi üzerimize çullanan seçim ortamını teneffüs etmek zorundayız.

Şimdi ise tüm bu sorunları analiz edip ve bu sarmaldan nasıl çıkacağımızı düşünmemizin zamanıdır. Bu eylemin seçimle bir ilgisi bulunmamaktadır. Seçim sonucu ne çıkarsa çıksın bu ülkenin okumuş çocukları daha iyi bir ülkede yaşamak istiyorlarsa bunun bedelini ödemek zorundadırlar. Yüzüncü yılda elimizde yara bere içinde bir Cumhuriyet var. Güçlü bir modernleşme ve seçimle iktidar değiştirme geleneğimiz var. Milyonlarca eğitim almış insanımız yüzün üzerinde akademimiz var. Eksiklerimizi analitik olarak sorgulayabilecek akıllarımız var. Bundan sonra yapmamız gereken yaşadığımız yüzyılı en ince ayrıntısına kadar sorgulamak ve hatalarımızla yüzleşmek. O kadar çok hatamız var ki bu yüzleşme muhtemelen canımızı çok yakacak. Ancak bunu yapmadan da ilerleme şansı yok. İçinde bulunduğumuz çağ kendinden öncekilerin hepsinden çok farklı. Artık eğitimimiz, toplumsal yaşamımız, kültürümüz ve inançlarımız değişmek zorunda. Zaten gelenek dirense de değişim kendini dayatıyor. Bu durum tarihin başka dönemlerinde de yaşandı. Ancak hiçbir zaman diliminde bu kadar hızlı değişim olmadı. O yüzden tüm bu süreci hızlı bir şekilde gözden geçirip devrimi yeniden ilk çıktığı yola sokmamız gerekiyor. Cumhuriyet üsten bir bakış açısıyla birçok şeyi değiştirdi. Öte yandan demokratikleşmeyi ve sürekliliği sağlayamadı. Şimdi sıra demokratik devrimde ve asıl devrim yüzüncü yılda yaşanacak. Sonucu ne olursa olsun seçim bunu değiştiremeyecek. İşte bu yüzden hiçbir şey bitmedi, bilakis yeni başlıyoruz… 

14 Mayıs 2023 - 06:00 - 09:00

Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.



Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi. Erişim https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/29-ekim-iste-cumhuriyeti-biz-boyle-kazandik-fotografinin-hikayesi-1880496


Yorumlar

  1. Evet, "..tüm bu süreci hızlı bir şekilde gözden geçirip devrimi yeniden ilk çıktığı yola sokmamız gerekiyor. Cumhuriyet üsten bir bakış açısıyla birçok şeyi değiştirdi. Öte yandan demokratikleşmeyi ve sürekliliği sağlayamadı. Şimdi sıra demokratik devrimde ve asıl devrim yüzüncü yılda yaşanacak. Sonucu ne olursa olsun seçim bunu değiştiremeyecek. İşte bu yüzden hiçbir şey bitmedi, bilakis yeni başlıyoruz… " bir devrim yaşanacak, bu tahminlerin ötesinde genç, güçlü, töresini çıkış nedeniyle kapsayacak keskin analiz yeteceğine sahip, geleceği üzerine inşaa edeceği sosyal zeminini töresine bu analizi üzerinden dayandıran, varoluşunun duygusal temellerinden kopmadığı için boşluğa düşmeyen-düşmeyecek, aklı selim gözü kara ama aynı zamanda gözü "tok", genç olan ve genç kalan insanlarımız sayesinde olacak! Umut dolu, güzel analiz ve gözlemlere dayanan yazınız için teşekkürler Sayın Hocam.

    YanıtlaSil
  2. Florensa' yi, Machiavelli ve lenorda yu görmek istiyorsak mediciler gibi bir gücün olması ve oluşması gerekiyor. Gelenksel toplum ve dindar kesim en çok parayı sever. İlim ve bilim pek umurlarinda değil. Umarım o günleri görebiliriz. Kaleminize sağlik hocam

    YanıtlaSil

Yorum Gönder