MIKNATIS TAŞININ HEKİMİ WILLIAM GILBERT; BİLİMSEL YÖNTEMİN BAŞLARINDA…

“Geometri bazı basit ve rahatça anlaşılabilen temel ilkelerden en yüksek ve en zor gösterimlere yükselirken, onun sayesinde hünerli zihin de gökyüzünün üzerine çıkar: Bizim manyetizmayla ilgili öğreti ve bilimimiz de aynı sıralamayı izler. Önce daha sık rastlanan olguları açıkla, bunların ardından daha sıra dışı türden olgulara ilerle; böylece en sonunda, bir dizi adımın ardından dünyadaki en gizli ve mahrem şeyler açığa çıksın ve bizden öncekilerin cehaleti veya günümüzdekilerin özensizlikleri nedeniyle fark edilmemiş veya göz ardı edilmemiş şeylerin nedeni bilinsin.”
Kaynak: John Gribbin. Bilim Tarihi. Rönesanstan Günümüze Modern Bilim tarihi. (Çev:Barış Gönülşen). Alfa Yayınları. İstanbul;2019:88
 
Mıknatısları hepimiz biliriz; gerçi şimdi lise bitiren çocuklar test çözmekten mıknatısları görebiliyorlar mı emin değilim. Ancak biz ilkokulda ve ortaokulda birbirini çeken gizemli taşlarla bolca oynama şansı bulmuştuk. Onların birbirini çekmesi, itmesi, diğer metalleri çekmesi gerçekten çok ilginç ve eğlenceli geliyordu o zaman, bir o kadar da gizemli ve bilinmez…
Colin Ronan, “Bilim Tarihi” isimli kitabında bu gizemli taşın nasıl önce büyü amaçlı sonrasında da yol gösteren bir alete dönüştürüldüğünün öyküsünü anlatır. MÖ. III. yüzyıllarda Çin’li kâhinler manyetik taşları devlet işlerini yönlendirmek amacıyla kehanet tahtaları olarak kullanılırlardı. Sistem üstteki gökyüzünü alttaki de yeryüzünü temsil eden iki tahtadan oluşmaktaydı. Ortada bir mille bağlı olan bu iki tahtalarda kehanet çeşitli cisimlerin düştükleri yerlere göre yapılmaktaydı. Zamanla mıknatıs taşının bazı cisimleri kendine çeken büyülü özelliğinden kehanetlerde daha da fazla yararlanıldı. Hatta bu işlerde kullanılan bir kaşık hep aynı yönü gösterdiği için ona “güneyi gösteren kaşık” ismi verildi. Bu kaşığa benzeyen cisimler Çin’de zamanla su üzerinde çalışan ilksel manyetik pusulaların ilk örneklerini ortaya çıkardı. Bu ilk örnekler şimdi bildiğimiz pusuladan farklı olarak güneyi göstermekteydiler. Zamanla Çin’li zanaatkârlar demir iğneler üzerinde çalışarak, kuzeyi ve güneyi gösteren pusulaları kullanıma sokmayı başardılar. İlk pusulaların yön gösterme konusundaki hataları yaklaşık 700 yıl sonra batılılar tarafından düzeltildi.
İlk bakışta gizemli gibi görülen bir olayın arkasındaki nedensellik ya da işleyişi açıklamak tarih boyunca önce felsefenin sonra da bilimin işi olmuştur. Felsefenin ve içinden çıkardığı bilimin başlangıç noktası bilinmez gibi görülen evrenin işleyişinin önce akılsal, sonra da olguya, gözleme, deneye dayalı açıklamasıdır. Önceleri gizemli olduğu düşünülen taşların açıklaması da yine bir doğa filozofu tarafından 17.yüzyıl başlarında yapılmıştır. Bu filozofu yazımıza konu etmemin sebebi ise aynı zamanda hekim olmasıdır: Dr. William Gilbert (1544-1603)…
Dr.Gilbert, İngiliz bir filozof ve hekimdir. 17.yüzyıl sonrasında Hume, Bacon, Locke gibi isimlerle sembolize olan deneyciliğin erken örneklerinden birini sunmuştur. O güne kadar Aristo geleneğine yaslanan akılsal felsefe ve mistik düşünce pratiğinin, çağdaş bilime dönmesini sağlayan öncüllerden biri olmuştur...
Dünya, insanın varsaydığı şekliyle 16.yüzyıl ortalarına geldiğinde, Avrupa kıtasında düşünsel zeminde yaşanacak olan hareketliliğin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Okyanus aşılmış, Vatikan’ın egemenliği ile vahyin gücü tartışmaya açılmış, insan vücudu resmedilmiş ve dünya merkezli evren görüşü hakkındaki şüpheler, dogmatik hale gelen imanı çoktan sarsmıştı. Gilbert dünya sahnesindeki rolü için sahneye hazırlanırken, Kopernik tiratlarını tamamlamış ve sahneyi Brahe ile Kepler’e bırakmıştı. Bu iki filozof Kopernik’in kısık sesle başlattığı sorgulamayı gözlem ve matematiğin gücüyle öyle bir noktaya getireceklerdi ki, Galileo’nun teleskobuna bu sözleri görsel hale getirmek kalacaktı. Yine de binlerce yıllık dogmatik uykuyu uyandırmak o kadar da kolay olmadı. Bazılarının halen o uykudaki ısrarcı pozisyonlarını korumaya devam ettiklerini düşünürsek…
 
“Ancak on yedinci yüzyılın ilk on yılının ardından İngiltere’de William Gilbert’in ve İtalya’da Galileo Galilei’nin, çalışmalarında sapla samanı birbirinden ayırma amacıyla hipotezleri deney ve gözlemlerle karşılaştırmanın bilimsel yolunu izledikleri açıkça görülüyordu ve onlar görmesini bilen gözler için izlenecek yola örnek konumundaydılar.”
Kaynak: John Gribbin. Bilim Tarihi. Rönesanstan Günümüze Modern Bilim tarihi. (Çev:Barış Gönülşen). Alfa Yayınları. İstanbul;2019:85.
 
Kopernik, Brahe, Kepler, Galileo bir yana Gilbert’in felsefe ve düşünce tarihindeki ağırlığının çok az kişi farkındadır. Oysa felsefenin bilime, filozofların da bilim insanına dönüşmesinin en erken örneklerinden biridir William Gilbert. 25 Mayıs 1544 tarihinde İngiltere Colchester, Essex’te hâkim bir babanın oğlu olarak varlıklı bir ailede dünyaya geldi. Temel eğitiminin bölgenin iyi bir okulunda aldıktan sonra 1558 yılında Cambridge’e girdi. Bazı kaynaklar Oxford’da da eğitim gördüğünü iddia etse de bu konuda yeterli bilgiye sahip değiliz. Lisans eğitiminin 1560, doktora eğitimini ise 1569 yılında tamamladı. 1573 yılında Kraliyet Tıp Fakültesinde öğretim üyesi oldu. Oldukça saygın bir hekimdi, 1599 yılında Royal College’e başkan oldu. Ardından Kraliçe I.Elizabeth’in hekimliğine atandı. Kraliçe tarafından şövalye ilan edildi. Gilbert, Kraliçe’nin ölümünün ardından 10 Aralık 1603’te hayatını kaybetti.
Gilbert ilk bakışta saygın bir hekimdi ancak tarihe manyetizma üzerine yaptığı çalışmalarla geçti. Varlıklı olduğu için çalışmalarını kendisi finanse etti. Başlangıçta simya ile ilgileniyordu, kısa sürede metallerin birbirine dönüşmesinin olanaklı olmadığını gördüğünde manyetizma ile ilgilenmeye başladı.
Manyetizma ya da bazı taşların birbirini çekmesi çok eski tarihlerden itibaren biliniyordu. Ancak genel açıklamalar daha çok mistik bir zemindeydi. Bu açıklamalardan bazıları, mıknatıs taşının baş ağrısına iyi geldiği ve sarımsakla ovulduğunda etkisini kaybettiği şeklindeydi. Deneysel hiçbir bulguya dayanmamasına rağmen binlerce yıl inanç olarak varlığını sürdüren düşüncelere rağmen zanaatkârlar, Çin’de olduğu gibi metal parçacıklarını mıknatıslandırma ve pusula gibi faydalı işlerde kullanma tekniğini icat etmişlerdi. Öte yandan Gilbert’e kadar işin hakikati tam olarak bilinmiyordu. Bu konudaki ilk ciddi literatür, Fransız haçlısı ve mühendisi Pierre Pelerin de Mariccourt’un (Latince Perigrinus), 1269 yılındaki “Epistola de Magnete” (Mıknatıslar Üzerine Mektup) isimli eseridir. Perigrinus mıknatısın kutuplarını isimlendirmiş ve aynı kutupların birbirini ittiğini keşfetmiştir.
Gilbert de manyetizma ve mıknatıslarla ilgilenmiş, gözlem ve deney yoluyla eski inançları sınamaya tabi tutmuştur. Aslında Francis Bacon’un “Novum Organon”undan yaklaşık 20 yıl önce duyum ve akıl yerine deney ve gözlemi koyan modern bilimsel yöntemin ilk örneklerinden birini vermiştir. Manyetizma ve mıknatıslarla ilgili 1600 yılında yayınladığı muhteşem eseri “De magnete Magneticisque Corporibus, et de Magno Magnete Tellure (Manyetizma, Manyetik Cisimler ve Büyük Mıknatıs Dünya Üzerine)” ismiyle tarihe geçmiştir. Kısa adıyla “de Magnete” olarak bilinen eser, mıknatısların çekme ve itme kuvvetlerini, metallerle olan ilişkisi ile dünyanın büyük bir mıknatıs olduğunu açıklıyordu. Gilbert mıknatıs kutuplarına kuzey-güney ismini verecekti. Çalışması o kadar güçlüydü ki 19.yüzyılda Michael Faraday (1791-1867)’a kadar yeni bir bilgi eklenemedi. Gilbert aynı zamanda Kopernikçi evren görüşünü takipçisiydi, zira gezegenleri yerinde tutan şeyin manyetizma olduğunu düşünüyordu. Bu fikri ile Kepler’i etkiledi. Statik elektrikle de ilgilenmişti ancak çok ilerleyemedi. O konu kendisinden sonra gelen ardıllarına kalacaktı.
Dr.Gilbert’i gündemimize getiren keşfettiklerinden çok yöntemiydi. Gilbert o güne kadar doğru olduğu söylenen ve inanç haline gelen önermeleri gözlem ve deney yoluyla test etmeye çalışmıştır. De Magnete, Galileo Galilei(1564-1642)’yi oldukça etkiledi. Galileo’yu etkileyen manyetizma yanında filozofun yöntemiydi. Zaten Gilbert kitabının başında yöntemini açıklıyordu;
 
“Gizli şeylerin keşfinde ve saklı nedenlerin araştırılmasında daha kuvvetli gerekçeler, olası varsayımlar ve felsefi spekülatörlerin görüşlerindense, kesin deneyler ve kanıtlanmış savlardan elde edilir.”
Kaynak: John Gribbin. Bilim Tarihi. Rönesanstan Günümüze Modern Bilim tarihi. (Çev:Barış Gönülşen). Alfa Yayınları. İstanbul;2019:87.
 
Gilbert, güvenilir bilgiyi dikkatlice planlanmış, açıkça uygulanabilen deneysel süreçlere dayandırmaktaydı. Ancak deneysel süreçlerde hata yapmanın da çok kolay olduğunu bilen filozof yeni bilimcileri dikkatli olmaları konusunda uyarıyordu;
 
“Aynı deneyleri kim yaparsa yapsın cisimleri dikkatle, beceriyle ve ustalıkla ele almalıdır; bir deney başarısız olduğunda deneyi yapanın keşiflerimizi cehaletle mahkûm etmesine izin vermeyin, çünkü bu çalışmamızda etraflıca araştırılmamış ve gözümüzün önünde tekrar tekrar yapılarak yinelenmemiş hiçbir şey yoktur.”
Kaynak: John Gribbin. Bilim Tarihi. Rönesanstan Günümüze Modern Bilim tarihi. (Çev:Barış Gönülşen). Alfa Yayınları. İstanbul;2019:89.
 
Gilbert ile açılan yol, Galileo, Newton, Bacon gibi filozoflar tarafından yeni bilgi üretme yoluna evrilecekti. Doğayla ilgili olguları açıklamak için mite, vahye, saf akla dayalı mantıksal çıkarımlar yerini hipotezlerin sınanmasına dayalı sistematik gözlem ve deneylere bırakıyordu.
Gilbert’in deneysel gösterimi için tercih ettiği “ostensio” kelimesi bir cisim aracılığı ile gösterim anlamını yüklenmekteydi. Temel amacı doğal gerçeklikleri görünür kılmak, beklentisi şeyleri parmağıyla işaret ediyormuş gibi gösterebilmektir. Bilimin de yapması gereken tam olarak budur. Şeyleri ya da olguları tüm çıplaklığı ile parmağınızla görünür kılabilmek…
Homo sapiensi yaşadığı küredeki diğer canlılardan ayıran en önemli özellik etrafındaki şeyler ve olaylara anlam verme ve açıklama çabasıdır. Bu karakteri biyolojik evriminin ona kazandırdığı bir kazanım olurken kültürel evriminin de sonucudur. Aslında bu kültürel evrim devam etmektedir. Bugün geldiğimiz noktada evreni açıklamanın o kadar da kolay olmadığını düşünmekteyiz. Evren o kadar büyük ve parçalar o kadar çok ki sonsuz parçalı bir bulmaca karşısındayız sanki… Mit olsun, vahiy olsun, felsefe ya da mantık olsun son olarak da bilim olsun bugüne kadar ürettiğimiz hiçbir yöntem kusursuz bir şekilde içinde bulunduğumuz evrenin tüm sırlarını önümüze dökemedi, böyle giderse dökemeyecek gibi de görülüyor…
Öte yandan bilim ve beraberinde geliştiği teknoloji diğerlerine göre daha üstün oldu. İnsan geliştirdiği bu iki yetenekle keşfi ve icat etmeyi becerebildi. Bu sayede dünya üzerinde yerleşik bir düzene geçebildi. Temelinde gözleme ve taklide dayanan bu iki sistem bugün çağın insanlarının bile aklını aşacak düzeyde sonuçlar üretti. Dünya üzerinde yaşamış birçok büyücü, zanaatkâr, kâhin, ozan, filozof, düşünür ve bilim insanının ortaya çıkan üründe aklının ya da emeğinin bulunduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Öte yandan başka bir açıdan bakacak olursak bunların arasında 16-17.yüzyılda ortaya çıkan doğa filozoflarını ayrı bir yere koymalıyız. Bu insanlar, bir yandan makro ve mikro kozmosla ilgili dogmatik hale gelmiş inançlarla ve onların dünyevi ile uhrevi iktidarlarıyla başa çıkmaya çalışırken diğer yandan bilginin üretim biçimlerini dönüştürmüşlerdir.
Dr.William Gilbert, tam olarak bu şartlar altında dünya sahnesine girmiş hekim kökenli bir doğa filozofudur. Hekim olarak içinde yaşadığı çağa katkı sunarken doğa filozofu olarak da fiziğe çağının ötesinde katkılar sunmuştur. Ancak günümüze kadar ulaşan asıl katkısı bilimsel yöntemi geliştirmesi açısından yöntem bilime yani epistemolojiye olmuştur.
Kraliyet hekimi olan mesleğinin zirvesindeki bir hekim, neden asıl gücünü manyetizma gibi bugün ortodoks hekimlik pratiği için boş bir konuya vakfetmiş olsun? Lütfen, ama lütfen; zaten o tarihte bilgi çok azdı, zamanları çok boldu zırvalığına sığınmayın. Özellikle akademide bu saçma sapan lafları o kadar çok duydum ki… İçinde bulunduğumuz bilgi birikimiyle kıyaslayıp, binlerce yıl önceki düşünce insanlarını boş boş oturup bir yerlerinden uydurdukları her şeyin kolayca kabul gördüğü saçmalığına savrulmayalım. Her çağın bilgisi kendi zamanı içinde olması gerektiği kadar yoğundur ve kendinden önceki çağlar için olgunlaşmış, gelecek çağlar için de ham ve çocukçadır. Bununla birlikte her çağın filozof ve bilim insanları içinde bulundukları tüm çağlar içinde aynı derecede meşgul insanlardır.
Gilbert gibi insanları bu sürece sürükleyen en önemli güç hayret edebilme ve merak edebilme yetenekleri olmalıdır. Zaten Platon ve Aristoteles’e göre de felsefe merak etmeyle başlar. Merak etme için bir aporianız, çıkmaz ya da açmazın olması gerekir. Bizim topraklarda bu mesele ya da dert olarak adlandırılır. Meseleniz olmadan felsefe ya da bilim yapamazsınız. Bunun içinde ister doğada ister toplumdaki açmazları görebilecek yeteneğe ve ilgiye sahip olmalısınız.
Aporia sahibi olabilmeniz için ise güçlü bir felsefe, mantık, bilim ve ahlak eğitimi almanız gerekmektedir. Felsefe ve mantık size akılsal süreçlerle olguları değerlendirebilme becerisi kazandıracaktır. Bilim bu meseleyi sonuca ulaştırmanız için gerekli yöntem becerisini sunacaktır. Ahlak ise bu süreçteki evrensel iyileri ve doğrulara ulaşabilmeniz için yol gösterecektir. Çok büyük ihtimalle 16.yüzyılda kendi çağının biriktirdiği bilgi sınırları içinde Gilbert bu becerilere sahip olabilecek bir entelektüel zenginliğe ulaşabildi. Böylece açmaz olarak gördüğü bir konuda sonuna kadar yürüdü. Böylece hem o güne kadar sahip olunan bilgiyi güncelledi hem de kendinden sonrakilere açmazları çözme yolunda yeni yöntemler sunabildi. Bazı detayları değişmiş olsa da bugün hâlâ Gilbert ve takipçilerinin yolunu kullanmaya devam ediyoruz.
Ben bu yazıyı yazarken Gilbert’in yaklaşık 500 yıllık bir zaman dilimi uzağında, bir yandan bilgi üretmek diğer yandan da hekim yetiştirmek için devlet tarafından Anadolu’daki bir kasabada kurulmuş okulun öğretim üyesiyim.
Şöyle bir geriye bakıp düşündüğümde kendime şu soruyu soruyorum; acaba 21.yüzyıl insanı olarak bizler, gözünü test sınavlarından kaldırıp doğadaki ya da toplumdaki açmazları görüp kendisine dert edinebilecek ve çözmek için de sonuna kadar sabırla gidebilecek bilgi ve becerileri taşıyan, ahlaki olgunluğa sahip yetenekte insanlar yetiştirebiliyor muyuz?
Bu soruya bir çırpıda evet diyebilmiş olsaydık, yukarıdaki becerilere sahip öğrencilerimiz yine de ülkelerinin açmazlarıyla uğraşmayıp, kitleler halinde yurtdışına gitmeyi düşünürler miydi?
İşte size üzerinde bolca düşünülmesi gereken bir aporia daha…

Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
 
Kaynaklar:
John Gribbin. Bilim Tarihi. Rönesanstan Günümüze Modern Bilim tarihi. (Çev:Barış Gönülşen). Alfa Yayınları. İstanbul;2019.
Colin Ronan. Bilim tarihi (Çev: Ekmeleddin İhsanoğlu…). TÜBİTAK Yayınları. Ankara, 2003.
David Wootton. Bilim İcadı Bilim Devrimi’nin yeni bir tarihi. (Çev:Nurettin Elhüseyni). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul, 2015.
John Langone, Bruce Stutz, Andrea Gianopoulus. Sayıların icadından sicim teorisine bilimin 4000 yıllık serüveni. İstanbul.

































Gilbert tarafından kullanılan bir mıknatıs çizimi
Kaynak:Colin Ronan. Bilim tarihi (Çev: Ekmeleddin İhsanoğlu). TÜBİTAK Yayınları. Ankara, 2003:408





























Yorumlar