BİLİMSEL BULGULARI ZAMANINDA VE AÇIK OLARAK PAYLAŞMAMANIN KARŞILIĞI: CHALLENGER VE ÇERNOBİL OLAYLARI...
Bilimsel yöntem ve onunla kol kola gelişen teknolojinin sonuçları, 20. yüzyıl insanının doğanın sınırlarını zaman zaman zorlamasına yol açtı. Antibiyotik ve aşılarla enfeksiyon hastalıklarına karşı üstünlük kazanıldı; organları değişen insanlar yeni yaşam yıllarına kavuştu; ulaşım ve iletişim teknolojileri dünyayı küçülttü. Bunlardan daha farklı olarak insan aya kadar gidebildi ve atom enerjisi sayesinde enerji sorununu kalıcı olarak çözebileceği inancına saplandı. Her şey bu kadar iyi görülürken 1986 yılında yaşanılan iki olay insan aklının da o kadar da başarılı olmadığını, kibrinin yarattığı körlük nedeniyle büyük felaketlerle yüzleşebileceğini kendisine gösterdi. Öte yandan antibiyotiklere direnç gelişti ve enfeksiyon hastalıkları halen insanları öldürmeye devam etti. Yaşam beklentisini uzatsa da kronik hastalıklar yaşlılığını cehenneme çevirdi. Dünyanın küçülmesi sınırlı sayıda insanı zenginleştirirken kitleler giderek yoksullaştı. Dünyayı yok edebilecek düzeydeki silahlar insanlığın korkulu rüyası haline geldi...
Ben bu yazıda olayın sosyal ve siyasal yönünü konuşmayacağım. Challenger ve Çernobil olguları özelinde bilimsel bilgilerin zamanında ve açıklıkla paylaşılmasının önemini çözümleyeceğim. Bu durumun ülkemizde yaşanılan önemli sorunlarından biri olduğunu düşünüyorum. Araştırma görevlisi olarak geçirdiğim zamanı da sayarsak 22 yıldır Türkiye şartlarında halk sağlığı alanında bilim yapmaya çalışan bir insanım. Aslında bu sürecin tamamında, devletin kurum ve yetkililerinin veri paylaşımı ve yayınlaması konusundaki endişeleri hep hayatımın içinde oldu. Bilimsel tecrübelerim mikro düzeyde bu engellerin örnekleriyle doludur. İşin ilginç tarafı akademi de bu konunun farkındadır ve devletin yetkililerini rahatsız edecek konularda çok da çalışmak istemez. Kanımca bu gerçeklik ülkemizdeki bilim yapma düzeyinin kalitesini hep etkilemiştir. Ancak son on yıl içinde sorun daha da derinleşmiş ve son iki yıldır yaşanılan COVİD-19 salgınında da gözlenmiştir. Neredeyse daha salgının ilk günlerinde devlet konuyla ilgili çalışmalar için kendisinden izin alma şartı getirmiştir. Bu konudaki tecrübem il düzeyindeki yöneticilerin bile bilimsel çalışmanın sonuçlarını ve etkisini anlama çabası göstermeden engel olduğunu göstermiştir. Bundan daha fazlası da ülkemizde iki yıldır en temel verilerden biri olan ölüm verilerinin henüz yayınlanmamış olmasıdır. Sağlık hizmetleri üzerinde çalışanlar bilir, bir ülkenin ölüm verilerini göremiyorsanız ne akademi olarak ne de karar vericiler olarak sağlıklı çıkarımlarda bulunamazsınız. Bunun yanında olguların öğretici yanı da ihmal edilmemelidir. Yakın gelecekte ülkenizin çeşitli kademelerinde önemli kararlar almasını beklediğiniz genç insanların eğitimi daha önce yaşanılmış gerçek olgulara ne kadar çok yaslanabilirse, istenilen sonuca o kadar yaklaşabilir. Bu nedenle bilimsel olguların açıkça ortaya konulabilmesi ve sonuçlarının özgürce tartışılabilmesi, gelecekte karşılaşılabilecek travmaların sonuçları açısından belirleyici olacaktır...
Öncelikle iki faciada neler yaşandığı kısaca bakalım:
Önce Challenger olayı...
Kaza mekiğin fırlatılmasından 73 saniye sonra oldu. Olayın nedeni, Yekpare Roket Motorlarından (YRM) birinde bulunan yüzüklerdeki mafsal contasında hata olmasıydı. Ancak bu neden birçok kazada olduğu gibi olay anındaki sebepti. Asıl olay derinlerde, nedenler hiyerarşisinin zemininde yatmaktaydı. Bu olaydan dört yıl önce yüzüklerle ilgili sorunlar gözlenmişti. Ancak yönetim için bu sinyaller yeterli değildi; zira sorun olmadığına karar verilmişti.
NASA uzay mekiklerinde hatayı en aza indirmek için birden fazla sistem kurmuştu. 1984 yılında yapılan onuncu uçuşta O-yüzüklerinde kömürleşme fark edildi. Daha önceki uçuşlarda da görülen bu durumun geçici olduğu düşünülmüştü. Yine de onuncu uçuştan sonraki uçuş hazırlık toplantısında konu tartışıldı. Dr.Hans Mark mekiğin ilgili bölümlerinin gözden geçirilmesini isteyen bir rapor yazdı. Ancak rapor kabul görmedi. Mark ise birkaç hafta içinde NASA’dan ayrıldı konu da kapatıldı. Olayın gelişimi Rogers Komisyonu Raporundan takip edilebilir. Uçuşa kadar süren on beş ay boyunca söz konusu sorun ile ilgili hiçbir inceleme yapılmamıştır. Son anda yapılacak olan bir değerlendirmenin uçuş kararını nasıl etkileyeceğini kimse bilemez. Bazı sistemlerdeki olası aksaklıklar ve mühendislerin endişeleri nedeniyle zaman zaman uçuş planının aksadığı görülmekle birlikte bu durum çoğu zaman mekiğin uzaya yolculuğunun önüne geçmemiştir.
Fırlatma ayağı üzerinde olan buzlanma uçuş için oldukça risklidir; fotoğraflanmasına rağmen uçuşa izin verilmesi ise soru işaretlerini beraberinde getirmektedir. Ayrıca elimizdeki bilgiler uçuş ekibi ile NASA yönetimi arasındaki iletişimsizliği gözler önüne sermektedir. Mühendisler soğuk hava nedeniyle uçuşa karşı çıkıyorlardı ancak yönetimin bu bilgiden haberi yoktu.
Tüm bu nedenler hiyerarşisi bir araya gelince 28 Ocak 1986 günü mekik kalkıştan 73 saniye sonra tüm dünyanın gözleri önünde infilak etti. Uçuş ekibindeki 7 astronot hayatını kaybetti. Bu olay olduğunda 12 yaşındaydım. Canlı olmasa bile haberlerde defalarca izlediğim infilak görüntüsü hiç hafızamdan çıkmadı…
Çernobil...
Ukrayna’nın Kiev yakınlarında bulunan Çernobil Nükleer santralinde 26 Nisan 1986 yılında patlama ve yangın meydana geldi. Rüzgârlarla sınır ötesine sürüklenen radyoaktivite gizlenebilseydi dönemin siyasi iradesi olayı dünyadan saklayabilecekti. Ancak doğa kuralları hiçbir zaman yönetimlerin siyasi eğilimlerini ya da inançlarını önemsemediğinden olayın saklanması mümkün olamadı…
Çernobil kazası, 1978 yılında olan Tree Mile İsland kazasından 80 milyon kez daha büyük olup, Hiroşima’dakinin ise üçte biri oranında bir sızıntıya neden oldu. Resmi rakamlara göre kazada 31 kişi öldü. Bugün ise Avrupa’dan Türkiye’ye kadar geniş bir alanda 100 milyonlarca insanın etkilendiği tahmin ediliyor. Ben olayı Karadeniz bölgesinde kanser tartışmaları ile radyoaktif olduğu söylenen çayları imha etmemek için halkı inandırmak amacıyla televizyonda çay içen bakan görüntüsünden hatırlıyorum…
Çernobil olayının anahtar ismi Valery Legasov’dur. Legasov’a göre güvenlik önlemlerini göz ardı eden ve işini biran önce yapma kaygısı ile hareket eden insan hatalarının yanında reaktörün gerekli olan denetim sistemlerine sahip olmaması felakete neden oldu.
İki olayın arasındaki temel fark biri kamunun gözleri önünde yaşanırken, diğerinde yönetim olanları toplumdan saklama çabası içindeydi. Bu durum Rus yöneticileri uluslararası toplum nezdinde oldukça zor duruma soktu. Baskılar nedeniyle daha sonra açık davranmaya çalışsalar da yaşanılan olayları gizleme alışkanlığı totaliter sistemleri açık toplumlardan ayıran önemli özelliklerden biridir. Bu iki olayda da toplumun bilgilendirilmesi ile ilgili önemli çıkarımlar bulunmaktadır. Buna rağmen COVİD-19 deneyimi toplumların bu dersten çok da fazla etkilenmediğini düşündürmektedir.
Bu iki olay karşılaştırmalı okunduğunda hem bilim hem de insanlık tarihi için akıldan çıkarılmaması gereken önemli mesajları bünyesinde barındırmaktadır.
Bunlardan birincisi umursamazlığın felaketin tohumlarını taşıdığıdır. Özellikle yüksek riskli ve yönetimi karmaşık mühendislik modellerine dayalı teknolojilerin kullanımı esnasındaki umursamazlık felaket adı verilen çocuklarını çoğaltan bir baba pozisyonundadır. Bu olgularda iki tür umursamazlıkla karşılaşıyoruz. Challenger olayında mühendisler YRM üzerindeki alt bölge mafsallarının çalışma prensiplerini ve risklerini anlamazken, Çernobil’deki mühendisler denetim sisteminin çalışma mekanizmasını tam olarak kavrayamamış görünmekteydiler. Umursamazlık hatalı karar verme süreçleri ile bir araya geldiğinde felaketlerin yolu açılmıştır. İnsanlarla makineler arasındaki ilişkiyi düşünmeden teknoloji kullanımı nedenler hiyerarşisinin zeminini oluşturmaktadır...
İkinci önemli nokta uygulayıcıların karar vericilere yönelik hazırladıkları açık, dürüst ve disiplinli veri akışını sağlamamalarıydı. Bu özensizlik iki olayda da yaşandı. Karar verme noktasında olan insanları hızlı, zamanında ve doğru değerlendirmeler yapabilmeleri, en uç noktadan düzenli veri akışıyla mümkün olabilir. Sağlık hizmetlerinde sürveyans adını verdiğimiz bu durum iyi işleyebilen bir sistemin olmazsa olmazıdır. Örneğin Çernobil’de üst düzey karar vericilerin radyoaktivite İsveç’te tespit edilene kadar olay hakkında yeterli bilgilendirilmediklerini düşünmemize yetecek kadar kanıt bulunmaktadır. Büyük ihtimalle olaydan haberleri oldu, ancak boyutu gizlendi. Bölgenin tahliyesinin üç gün gecikmesi bu durumun bir göstergesidir.
“Bilginin kullanılmak, disiplinin ise uygulanmak için olduğu öyle tereddüt edilecek gerçekler değildir; bunu görebilmek için neden yıkımlara gereksinim duyduğumuz ise bir sırdır.”
Yaşanılan olaylardan çıkarılabilen dersler, sonrasında daha iyisinin yapılabilmesini güvence altına alır. Apollo programında 1967 yılında yaşanılan yangın doğal olarak gecikmeye neden oldu. Yapılan inceleme sonucunda eksikler tamamlandı ve 1969 yılında Ay yüzeyine planlanan insanlı uçuş tamamlanabildi.
Çernobil kazası da nükleer enerji için aynı etkiyi yaratacaktır. Bu kaza bir nükleer santralin risklerinin test edilebilmesi için yaşanabilecek en inanılır kazaydı. Daha önce yaşanılan kaza bu boyutta olmamıştı. Artık böyle bir olayda nasıl tabloyla karşı karşıya olunabileceği olgusal olarak önümüzdedir. Burada amacım nükleer enerji tartışması değildir. Bu nedenle konunun bu yönüne hiç girmeyeceğim. Amacım bilimsel bilgilerin nasıl kullanılması gerektiğini ortaya koymaktır. Çernobil bu eksende bir olgu olarak yazının konusu olmuştur.
Amerika Birleşik Devletlerinde kaza sonrası açıklık, başarısızlıkla yüzleşme ile sorumluluğun yüklenilmesi ile ilgili değerler sayesinde uzay programlarında yeni gelişmeler kaydedilmiştir. Sovyetler Birliği’nin başlangıçta saklama eğiliminde olmakla birlikte, Viyana’daki Uluslararası Atom Enerjisi kurumuna sunduğu raporda sergilediği açıklık politikası olumlu bir gelişme olarak değer bulmuştur.
“Evrenin serbest kalmış güçlerine karşı koymak korkunçtur. Fakat asıl tehlike, nükleer gücün, riskleri ve ödülleriyle birlikte akılcı bir biçimde tartılmaması, bunun yerine usdışı korkuların unutulup gitmesi umuduyla aklın bir terra incognitia (Meçhul ülke, henüz keşfedilmemiş topraklar) alanına sürgün edilip nükleer gücün yazgısını eldeki en iyi bilgilerin değil, karanlık tutkuların belirlemesidir.”
İki olayın da mühendislik yönünün tartışılması benim bilgi sınırlarımın içinde değildir. Bu konudaki detayları uzay mühendisleri ve nükleer fizikçilere bırakıyorum. Beni bu yazıya motive eden bilimsel bilgiyi anlamakta ve kullanmakta uzmanların gösterdiği özensizliktir. Konuyla ilgili teknik detaylar konusunda ise Adrian Berry’nin TÜBİTAK tarafından tercüme edilen “Bilimin Arka Yüzü” isimli kaynağa güveniyorum.
Bilimsel yöntem, evrendeki olguları açıklayabilmemiz ve kendi yararımıza kullanabilmemiz için en önemli aracımızdır. Bu yöntemde evrenle ilgili doğru bilgiye ulaşmak için elimizdeki en önemli kaynak duyularımız, ölçüm ve gözlem araçlarımız ve bunlardan gelen verileri değerlendirebildiğimiz aklımızdır. Bu değerlendirmeleri kolektif olarak ortak akılla yapabilmemiz, ürettiğimiz bilginin gücünü daha da arttırmaktadır. Ancak ortak akılla karar verebilmek bilginin paylaşımıyla mümkün olabilmektedir. Elde etmeye çalıştığımız bilgi evrenin işleyiş mekanizmasının açıklanmasına dayanmaktadır. Ulaşılmak istenilen hedef düşünüldüğünde, bu bilgi düzeyine ancak insanlığın ortak aklının işbirliği sayesinde yaklaşılabilir. Günümüze kadar da hep böyle olmuştur. Sümer toplumlarında yazının icadı ile başlayan macera binlerce yıldır birçok toplumun ortak aklının işbirliği ile bugünlere gelmiştir. Bilginin toplumun tabanıyla ucuz ve hızlı bir şekilde paylaşılmasıyla da üretimi hızlanmıştır.
Bilimsel bulguları tüm dünyanın önünde açık bir şekilde paylaşmak gelecek için oldukça değerlidir. Bu paylaşımın önündeki engeller, totaliter toplum yöneticilerinin siyasi ideaları, sermayenin ekonomik beklentileri ile bilim insanlarının maddi ya da manevi kişisel hırsları olabilmektedir. Nadiren de olsa dönem dönem toplumların inançları bilginin paylaşımı önünde engel olarak görülmüştür. Olgular dikkatlice okunabilirse, burada bile inancın temsilcilerinin kişisel idealarının toplumun önüne inanç sorunu olarak sunulduğunu gözlemleyebilirsiniz. Zira hiçbir düşünce ve inanç temelde bilgi paylaşımının önünde tek başına engel olamaz. Engel ancak inancın temsilcilerinin eylemlerinde kendine alan açabilir...
Valeri Legasov (1936-1988)
"Bilim insanı olmak naif olmaktır. Gerçeği anlamaya o kadar odaklandık ki... ...gerçekte ne kadar az kişinin onu bulmamızı istediğini gör(e)medik. Fakat görsek de gör(e)mesek de, tercih etsek de etmesek de... ...gerçek hep orada...
Gerçek ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi umursamaz.
Hükümetlerimizi umursamaz... ...ideolojilerimizi, inançlarımızı...
Her zaman pusuda bekler...
Bir zamanlar gerçeğin bedelinden korkuyordum... ...şimdi sadece şunu soruyorum: ... yalanların bedeli nedir?"
Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
Kaynaklar:
Adrian Berry. Bilimin Arka Yüzü. TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları. Ankara.2014:58-70.
Yorumlar
Yorum Gönder