“İnsanlığın
ortak bilimsel mirası, süreğen adımlarla, her zaman düz bir çizgi halinde
olmasa da, değişken bir hızla büyümektedir. Tarihte belirli bir zaman
dilimindeki bir kültür çevresi, bilimsel mirası, küçük olsun büyük olsun bir
adım daha ileri taşımak için öncülüğü üstlenmiş, daha doğrusu içinde bulunulan
koşullar doğrultusunda öncülüğe getirilmişse, tarihî koşullar ve o öncü
tarafından ulaşılan seviye, ardılın kaydedeceği olası ilerlemeleri ve bu ilerlemelerin
hızını etkileyen faktörleri belirler. Yunanların olağanüstü yeri, bilimler
historiyografyası tarafından genel olarak kabul ve takdir edilir. Fakat
Yunanların daha önceki ve komşu kültür çevrelerinden doğrudan ya da dolaylı bir
şekilde miras alıp üzerine bina ettikleri sonuçlarla ilgili Yunan bilim
tarihçilerinin pek hoşlanmadıkları soru hususunda hâlâ bir belirsizlik
hâkimdir.”
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2007:xiii.
Fuat Sezgin, 1924 ile 2018 yılları
arasında yaşamış bilim insanı. Çalışma alanı bilim tarihi, özelde de Arap-İslam
dönemi. İstanbul Üniversitesi’nde önemli Alman oryantalisti olan Helmut
Ritter’in (1892-1971) yanında eğitim gördü. Akademik hayatını bilim tarihinin Arap-İslam
dönemine adadı. Birçok düşünce insanının başına geldiği şekilde hayatı oldukça
zor geçti. Devlet içinde 1960 yılında yapılan darbede üniversiteden atılan
147’ler listesinde yer aldı. Ardından Almanya’ya gitti. Frankfurt'ta
bulunan Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi'nde
çalışmaya başladı, derslere girdi ve Arap-İslam dönemi bilim tarihi üzerine çok
değerli eserler bıraktı. Anlaşıldığı kadarıyla kendisini İslam inancına bağlı
hissediyor ve yaşamını da buna göre konumlandırıyordu. Bu konuyu özellikle
vurguladım. Zira Sezgin’in eserinde inancına olan bağlılığın etkisi
gözlemlenebiliyor…
Fuat Sezgin, Arap-İslam döneminde yapılan
bilimsel çalışmaların görünebilir hale gelmesi açısından önemli bir yere
sahiptir. 1982 yılında J.W.Goethe
Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nü ve 1983’de müzesini
kurdu. Arap-İslam dönemi bilimiyle ilgili olarak hazırladığı “Wissenschaft und Technik im Islam” isimli kataloğu 2003 yılında yayımladı. Bu katalog
2015 yılında, Türkiye Bilimler Akademisi tarafından Abdurrahman Aliy’in
çevirisi ile Türkçe olarak yayımlanmıştır. Bu makalenin konusu da bu katalog
olacaktır. Sezgin’in öncülüğünde Almanya’da açılan müzenin bir benzeri 2008
yılında İstanbul’da açılmıştır.
“Rastlantı,
tekniklerin ve sanatların ilerlemesinde çok büyük bir rol oynamaz. İnsanlık
bütün keşiflerinde istikrarlı bir şekilde ileriye doğru, birdenbire bir
sıçrayışla değil, adım adım hareket eder. Her zaman aynı hızla ilerlemez, fakat
hareket süreğendir. İnsan icat etmez, sonuçlar çıkarır. Mesela insan bilgisinin
bir alanını ele alalım: Bu alanın tarihi, yani ilerleme tarihi, aralıksız bir
zincir oluşturur. Olgular tarihi bize bu zincirin parçalarını verir ve bizim
görevimiz, kaybolan halkaları her bir parçayı bir diğerine eklemek için yeniden
bulmaktır.” - Joseph-Toussaint Reinaud (1795-1867)
Kaynak: Fuat
Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş.
(Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.Ankara,2015:xi.
Fuat Sezgin’in “İslam’da Bilim ve Teknik” başlığı ile Türkçe’ye kazandırılan
eseri beş ciltten oluşan bir katalog. İlk cilt İslam dönemi bilim ve teknoloji
tarihinin kronolojik bir özetini içermektedir. Diğer ciltler bilim alanlarına
özel kataloğu oluşturmaktadır. Temelde üç bölümden oluşan ilk cilt VII. ile XVI
. yüzyıllar arasında Arap-İslam coğrafyasında yaşanan olayları özetleyerek
başlıyor. İkinci bölümde İslam coğrafyasındaki birikimlerin batı coğrafyasına
geçiş yolları anlatılırken, son bölümde duraklama ve yaratıcılığın son bulması tartışılıyor.
Sezgin çalışmasına Arap-İslam biliminin öneminin zihinde canlandırılmasının zorluğunu belirterek başlamıştır. Bu zorluğun nedenleri arasında kaynakların yeterince incelenmemiş olmasının yanında özellikle engellenmiş olmasını saymaktadır:
“Önümüzde bulunan bu katalog için hazırlanmış bir “Giriş”te, okuyucuya Arap-İslam kültürünün genel bilimler tarihi çerçevesindeki önemine dair uygun bir tasavvur kazandırabilme gayreti zor bir görevdir. Bunun tek sebebi, Arap, Fars ve Türk dillerinde bize ulaşan yazma haldeki kaynak materyallerin az bir bölümünün yayınlanmış ve çok küçük bir bölümünün incelenmiş olması değildir. Böyle bir girişimi engelleyen birçok sebep vardır. Arap-İslam bilimlerinin Batı dünyasında resepsiyonu ve özümsenmesi daha 13. yüzyılın ikinci yarısında, yani bu faaliyetin en aktif olduğu devrede, düşmanlıkla ve şiddetli bir yadsımayla karşılaşmıştı. Kısmî bir direnişe rağmen 19. yüzyıla kadar ısrarla ayakta kalan büyük ölçüde dinî motifli bu karşı koyucu akım, 16. yüzyıldan bu yana Avrupa’da bilimler historiyografyasının düşüncesini ve ortaya koyuluş tarzını derinden etkilemiş, şekillendirmiştir. Bu akım bağlamında bilim tarihçileri bariz bir şekilde ilk kez 18. yüzyılda adeta kelimenin tam anlamıyla, insanlık düşünce tarihinde Arap-İslam bilimlerinin her türlü yaratıcı konumunu inkâr eden Rönesans kavramında bir evrensel tarih görüşüne sürüklenmişlerdir.”
Kaynak: Fuat
Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş.
(Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2015:1.
Sezgin’in Arap-İslam dönemine ait düşmanca tavır vurgusuna yazının ilerleyen bölümlerinde tekrar döneceğim. Ancak daha önce eserde yer alan Arap-İslam bilimi olgusunu anlamaya ve anlatmaya odaklanacağım. Öte yandan bir noktaya değinmeden geçmek istemiyorum. Hocanın eserinde bu dönemi yok saymaya yönelik Rönesans kaynaklı bir algı vurgusunun yanında, yine Arap-İslam dönemini görünür kılan çalışmaların oryantalistlere dayandırmasını da gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Eser, 7.yüzyılda Emevilerin yayılma süreciyle başlamaktadır. Araplar ele geçirdikleri şehirlerde karşılaştıkları kültürü ve değerleri özümsemeye çalışmış ve yararlanmayı bilmişlerdir. Yazar bundan sonra özet olabilecek şekilde kronolojik olarak coğrafya, simya, astronomi, matematik, tıp, filoloji başta olmak üzere halifelik hâkimiyetindeki toplumlarda, bugün bilim ve teknoloji olarak isimlendirilebilecek gelişmeleri özetlemektedir. Özetlemektedir diyorum, çünkü o kadar çok çalışma bulunmaktadır ki yetmiş sayfa içinde ancak özet olarak aktarılabilir. Bu bölümde her ne kadar bilimlerin Arap coğrafyasına hangi bölgelerden geldiği konusunda haritayla başlasa da kökenler konusunda çok ayrıntılı bir açıklama sunulmamaktadır. Kitabın büyük bir bölümü coğrafya tarihine ayrılmıştır. Hoca’nın coğrafya tarihine özel çalıştığı anlaşılmaktadır. Çok geniş bir şekilde Me’mun döneminin haritalarından başlayarak neredeyse günümüze kadar iki bölgede yürütülen coğrafya çalışmalarını karşılaştırmalı olarak sunmaktadır. Arap-İslam dönemindeki coğrafyacıların dönemin koşulları içinde çok isabetli ölçümler ile haritalar yaptıkları ortadadır. Ve bunda şaşılacak bir nokta yoktur. Çünkü önce Emevi sonra da Abbasi halifeliği yayılmacı ve emperyal bir devlettir. Coğrafya bilgisi hem askerler için hem de tüccarlar için hayat kurtaran bir bilgidir. 14.yüzyıldan itibaren Avrupa’da bu arayışın başlaması, askerler ve tüccarlar için istila edilecek ve ticaret yapılacak yeni toprak bulma beklentisinden kaynaklanmaktadır.
Kitapta coğrafya dışında matematik, tıp, optik gibi alanlardaki gelişmeler takip edebilirsiniz. Dikkat çekici bir nokta ise felsefeye neredeyse hiç yer verilmemiş olmasıdır. İlk bölümde Sühreverdi ile Molla Sadra’nın ismi geçiyor ve kısaca da felsefesinden bahsediliyor. Büyük filozofların isimleri geçiyor ancak felsefeyle ilişkili çalışmalarından neredeyse hiç yer almıyor. Bu çok önemli bir nokta; zira kitapta bilim olarak anlatılan tüm alanların ismi o dönemde felsefe ve çalışanların adı da filozof. Bilim olarak isimlendirilmesi 19.yüzyıl ve sonrasında gerçekleşecek. Ayrıca Arap-İslam dönemini felsefenin dışında konuşmaya çalışmak, kitabı teknoloji ile günümüzde pozitif bilimler olarak tanımlanan alanlardaki gelişmelerin tarihsel olarak sunulduğu bir katalog haline getiriyor. Galiba Fuat Hoca’nın da yapmak istediği buydu. Bu bölümlerden çıkardığımız sonuç özellikle coğrafya ve matematik başta olmak üzere Arap-İslam döneminde çok yoğun bilimsel birikim olmuştur. Bu birikim çok erken dönemden itibaren İtalya, İspanya ve Konstantinapol üzerinde Avrupa’ya nakledilmiştir. Ancak ilk çevirilerin önemli bir kısmı atıf kurallarına uymadan mütercimlerin kendi eserleriymiş gibi sunulmuştur. Bazıları bunu kasıtlı olarak o dönemin eserlerini görmezden gelmek amacıyla yapmıştır. Hatta 16.yüzyıl sonrasında bu durum bir kural haline gelmiştir.
Yunan felsefesi MÖ.IV.yüzyıl sonlarında Büyük İskender sonrasında Mısır ve Ortadoğu’ya sıçramıştır. İskender bu bölgelere geldiğinde henüz tek tanrılı dinlerin –Yahudilik dışında ki onun da çok bir etkisi olduğunu söylemek çok mümkün değil– adı bile ortada olmadığı gibi Sümer ve Mısır toplumlarının izleri yaşamaya devam etmekteydi. İskenderiye ile birlikte artık felsefenin gözde kenti Atina değildir. Bu hâkimiyet Roma dönemine kadar devam edecektir. Batı doğuya felsefeyi, doğu da batıya tek Tanrıyı ihraç edecektir. MS.I.yüzyılda ortaya çıkan Hıristiyanlık, 4.yüzyıl ile birlikte önce Roma’yı sonra da tüm Avrupa’yı işgal edecektir. Bu işgal 6.yüzyıldan itibaren felsefe ve düşünceye yaşam alanı tanımayacaktır. İman o kadar açık ve kendinden emindir ki aynı Tanrıya farklı yollardan tapınanlar bile yok sayılmaktadır. Böylece Helenistik dönemde Mısır ve Asya’nın Akdeniz kıyılarında yeşermeye başlayan felsefe kendine has yorumlarıyla, günümüzün Suriye ile Hindistan arasındaki çok geniş bir coğrafyaya kök salacaktır. Köklerin Horasan olarak bilinen bölgede yerleştiği ve tüm dalları buradan beslediği görülecektir. Zaten Horasan’ın kuraklaşmasıyla dalların zamanla kuruduğuna şahit olunacaktır. Bu birikim muazzamdır ve Fuat Hoca’nın kitabında açık bir şekilde görülmektedir. Öte yandan bu güzel günler o kadar da uzun sürmeyecektir. Roma’nın Hıristiyanlıkla yaşadığını, Orta Asya Müslümanlıkla yaşayacaktır. Siyasal bir sistem haline gelen Ortodoks Müslümanlık inancı o kadar güçlenecektir ki kendisi gibi olmayana yaşam alanı bırakmayacaktır.
Arap-İslam hâkimiyetinde toplumlarda felsefe boy atıp gelişmeye devam ederken, 8.yüzyıldan itibaren İber Yarımadası üzerinden Avrupa’ya nakledilmeye başlayacaktır. 12.yüzyıla kadar küçük hareketlerle ilerleyen çeviri faaliyetleri, 12.yüzyılda hızlanacak bir tercüme rüzgârına dönüşecektir. 12.yüzyıl, Latince ile İbranice’ye yapılan çeviri hareketinin içinde bulunan ya da ondan etkilenen en önemli üç isim Bathlı Adelard, Robert Grosseteste ile Roger Bacon’dır. Miletos’tan yola çıkan felsefe Atina’da boy atmış, İskenderiye’de fizikle zenginleşmiş, Bağdat’ta İslam teolojisi ile yoğrulmuş, Toledo’dan Hint-Arap sayılarıyla birlikte yeni yurduna doğru yol almaya başlamıştır.
“Hıristiyan Avrupa’nın Arap-İslam bilimleriyle olan ilk tanışıklığı, 10. yüzyılın son üçte birinde, Barselona etrafında Pazar yerlerinde her iki kültür mensuplarının kişisel temasları yoluyla gerçekleşmiştir. Bu konuda, 999 yılında II. Silvester lakabıyla papa seçilecek olan Aurillaclı Gerbert (d.yaklaşık 950, ö. 1003)’e öncü rolü tanınmaktadır.”
“Bilimler tarihinin 12. yüzyıldan tanıdığı büyük çeviri akımı bilhassa Toledo’dan beslenmiştir. 92/711 yılında Araplar tarafından alınan bu şehir zaman içerisinde yüksek seviyeli bir bilim merkezi haline geldi. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında ortak bilimsel çalışma geleneğine ve büyük kütüphanelere sahip bu merkez 478/1085 tarihinde Kastillerin egemenliğine girdi. Şehrin düşmesinden sonra gelişen bilimsel faaliyetleri Valentin Rose 1874 yılında bütün Avrupa için “doctrina Arabum”un (Arap düşüncesinin) tarlası olarak nitelemektedir.”
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2015:134; 138-139.
Tercüme faaliyetlerinin ikinci odağı Sicilya ve Güney İtalya bölgesidir. Burada karşımıza Salerno Okulu ile Constantinus Africanus’un tıp çevirileri çıkmaktadır. Gerçi Kartaca’lı Constantinus, yaptığı çevirilerde yazarlarına gereken hürmeti göstermemiştir; ancak yine de Avrupa tıp ve bilimine yaptığı katkılar göz doldurucu düzeydedir. Sicilya bölgesinde yapıldığını bildiğimiz ilk çeviri II.Roger direktifiyle, Ergenios isimli biri tarafından çevrilen Ptoleme’nin optik kitabı olmuştur.
Çeviri hareketlerinde üç merkez siyasi olarak da önemli rol oynamıştır. Bunlar, 1085 yılında Kastilyalı IV.Alfonso tarafından alınan Toledo, 1091 yılında I.Roger tarafından alınan Sicilya ile 1099-1291 yılında Latin Haçlıların hakimiyetinde bulunan Antakya ile Kudüs arasındaki bölgedir. Özellikle Suriye’de bulunan mütercimler Arap-İslam döneminin kaynaklarına ulaşmada çok avantajlıydılar ve bu avantajlarını da kullandılar. Bu dönemlerde yaşanan savaş ortamı kısmen bilgi akışını aksatsa da geçişi engellemediği gibi bu bölgede yetişen Arapça bilen Hıristiyan hocalar bilginin batıya geçişini daha da hızlandırdı.
“Kosmograf Zekeriyya b. Muhammed el-Kazvini (d. yaklaşık 600/1203, ö. 682/1283) bize şunu rivayet ediyor: «el-Melik el-Kamil zamanında Frenkler Suriye’ye çözümünü istedikleri bazı sorular yolladılar. Bunlardan bazıları tıp, felsefe ve matematikle ilgiliydi. Suriyeli bilginler tıp ve felsefeyle ilgili soruları kendileri çözdüler, matematikle ilgili olanları ise çözemediler. Fakat el-Melik el-Kamil bütün soruların çözülmesini istedi ve bu soruları Musul’da bulunan üstadımız el-Mufaddal b. Ömer el-Ebheri’ye yolladı. O geometri bilimlerinde eşsizdi, fakat ona da çözüm zor geldi. el-Ebheri problemi üstad İbn Yunus’a [Kemaleddin, ö. 639/1242] gösterdi, İbn Yunus problemi kafasından geçirdi ve çözdü.”
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2015:147.
Burada Frenk olarak adı geçen kişi II.Friedrich’tir. Friedrich sadece sorular sormuyor, filozoflar ve düşünce adamlarıyla toplantılar düzenliyor, tartışmalarda bulunuyordu. Yani dünyayı anlamaya çalışıyordu. Bunlar batı için yeni dönemin habercileriydi. Tıpkı Mansur, Harun er-Reşid ve Me’mun gibi…
Tercüme hareketlerinin bir diğer yolu ise
Konstantinapolis üzerinden Bizans’tır. Bizans’ta Arap-İslam bilimi ile ilk
karşılaşma 1032 yılında Almagest’e yapılan bir şerhle olmuştur. Yazarının el-Bağdadi
olduğu düşünülmektedir. Bizans’ta diğerlerinden farklı olarak Farsça eserlerin
çevirisi daha fazla görülmektedir. Hatta George Sarton bu durumu “Fars
Rönesansı” olarak ifade etmiştir. Tercüme hareketlerinde Bizans’ın rolü
diğerlerinden oldukça farklıydı. Osmanlı Devleti’nin tehdidi birlikte tercümeler
ve orijinal eserlerle birlikte Müslüman coğrafyaya yönelik öfkeyi batıya da
taşınmış oldu.
“Osmanlılar’ın tehdit teşkil etmesinden itibaren ve İstanbul’un fethinden sonra, alt kollarıyla Roma’ya, Kuzey İtalya’ya ve Doğu ve Orta Avrupa’ya ulaşan yeni bir yol oluşmuştu. Bu yollarda kitaplar ya orijinaller veya çeviriler halinde, ayrıca aletler ve haritalar ve bilhassa İslam’a karşı ve eski Yunan bilimlerinin üstünlük durumunu yeniden kazanma yolundaki mücadele düşüncesi Avrupa’ya taşındı.”
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2015:160.
Fuat Sezgin’in hazırlamış olduğu kataloğun giriş bölümü gerçekten muhteşem… Son bölümü, duraklama ve yaratıcılığın son bulmasının nedenlerini irdeliyor. Ona ayrıca geleceğim. Kitap çok büyük emekle ve özenle hazırlanmış. Okunmasının beynimde yarattığı yükü düşününce, hazırlanmasını hayal bile edemiyorum. Kitabın içinde kendimi VII.yüzyıldan XVI.yüzyıla doğru bir seyahatin içinde hissettim. Müslümanlığın yayılmaya başladığı coğrafyadan başlayan bu seyahat esnasında kimi zaman bir doğu kentinde, kimi zaman Mısır’da kimi zaman Toledo’da kimi zaman da Salerno’da bir düşünce bilim insanının yanında buldum. Düşüncem odur ki bilim tarihi okumaları Fuat Sezgin’in bu eseri yok sayılarak yapılamaz.
Ancak tüm bu olumlu düşünceler eser hakkındaki eleştiri hakkımızı elimizden alamaz. Karşılaştığımız bir düşünceye ya da metne eleştirel gözle bakmayı beceremezsek, onu özetlemek ya da kopyalamaktan ileri gidemeyiz…
Sezgin bu çalışması ve bilim tarihi ile ilgili okuduğum birçok kitaptan öğrendiğim VIII. ve XIII.yüzyıl arasında İslam şeriatıyla yönetilen coğrafyada felsefe ile ilgili bilimler ve teknolojik alanda muazzam örnekler yaratılabilmiştir. Bu durum kabile şefliğinden emperyal bir devlete dönen yeni halifeliğin ihtiyacı gereğidir. Önce Mezopotamya ve Mısır’a sonra Horasan’a en son da İber Yarımadasına kadar yayılan Araplar ihtiyaç duydukları bilgi ve pratiği istila ettikleri topraklarda hazır buldular. Görünüşte halifeliğin Arap-İslam yapısına sahip olmasıyla birlikte, yöneticiler ve eğitim kurumları farklıydı. Dördüncü yüzyıldan itibaren doğuya gelen ve kendi okullarını kuran Pagan ve Süryani Hıristiyanları ile doğudaki Zerdüşt ve Hint kökenli rahip ve düşünce adamları, Arapların her alanda yeni hocaları oldu. Sezgin kitabında bu olgu çok fazla görülmek istenmiyor. Tamam, çeviri hareketlerinden biraz bahsediyor; ancak bu bölümü çok hızlı bir şekilde geçiyor. Sadece Sezgin’in kitabından beslenen bir kişi bu olguyu anlayamayacaktır…
Sezgin Arap âlimlerini anlatırken XVIII. yüzyıl sonrası bilim insanlarından bahsettiği yanılgısına kapılıyorsunuz. Yani bir Harezmi’den bahsederken günümüz matematikçilerini görüyorum. Bu yanılgıya bazı batılı bilim insanlarında Yunan filozoflarından bahsederken de rastlayabilirsiniz. Özellikle bilim dünyası tarihte yaşamış bilim insanlarını günümüz laboratuvarında çalışan insanlar gibi hayal ederler. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Felsefe, mit ve teolojinin içinden ve onun eleştirisiyle şekillenmiş ve kendi içinden bilimi yaratmıştır. Günümüzde o bilim kendi yaratıcılarını arkasına atıp arasına çok keskin sınırlar örmeye çalışmaktadır. Fuat Sezgin’in böyle bir niyeti var mıdır? Bilmiyorum. Ancak kendisinin de Almanya’da batı bilimi içinde 20.yüzyılda var olduğu düşünülürse bu durumdan etkilendiğini düşünüyorum…
Fuat Sezgin, kitabında batılı anlayışla bilim tarihine odaklanmıştır. Ancak bugün ayrı birer bilim alanı olarak bilinen o gün için hepsinin temelinde yer alan felsefeye neredeyse hiç yer vermemiştir. Ancak kendimize dert edindiğimiz konular felsefe tarihinin kendisidir. Felsefeyi parantez içine alıp, bilim ve teknoloji tarihini yazmak olguları peş peşe sıralamaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Kaldı ki felsefe, teoloji ve siyasetle de ilgilidir. Bu coğrafyada hepsinin kaderi diğerine bağlı olmuştur. Ancak siyasi teoloji üstten hem felsefenin hem de bilimin geleceğini ipotek altına almıştır. Bu olguları görmezden gelmek kitabın konuya açıklama bulmayı zorlaştıracaktır.
Duraklamanın
başlangıcı ve yaratıcılığın son bulmasının nedenleri!
Bu nedenler çok önemli ve cevabı birçok kişinin aradığı bir uğraşının sebebidir. Gerilemenin sebebi ile ilgili Aydın Sayılı ile Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da çalışmaları bulunmaktadır. Belki başka bir yazıda karşılaştırmalı olarak bu konu ele alınabilir. Ama ben şimdi Fuat Sezgin hocanın yorumlarıyla ilgileneceğim. Zira hocanın bilim tarihi ile ilgili birikimleri muhteşem, dolayısıyla bu konuya bir açıklama varsa o yanıtın en yakınındaki kişi Fuat Sezgin hoca olmalıdır…
Hoca kitabının son bölümünü nedenleri aramakla geçirmiştir. Ancak diğer bölümlerde de olduğu gibi –ancak bu bölümde çok belirgindir– hoca nedenleri aramak yerine öncelikle İslam inancını aklamaya çaba göstermiştir. Örneklerle İslam inancının gerilemeyle ilişkisi olmadığını, bilakis ilerlemenin kaynağı olduğunu öne sürmüştür.
Daha sonra da önce Haçlı, sonra Moğol seferleri ile savaş ve kâğıt üretme teknolojisinin batıya geçmesinin, İslam coğrafyasının aleyhine olduğunu iddia etmiştir. Portekizlilerin İslam kaynaklarına dayanarak başardıkları Hindistan seferleri ile İspanyolların Amerika’ya ulaşmaları sonrasında coğrafi keşiflerin takip edilememesi bir başka neden olarak sunulmuştur. Sonuç cümlesinde ise bunun kaçınılmaz bir kader olduğu vurgulanarak kitap sona ermiştir.
“Her halükarda, bu fenomene büyük kültürlerin ve medeniyetlerin kaderleri açısından bakmalıyız. Bu medeniyetler, zamanı geldiğinde bulundukları konumu, yükselişlerini kendilerinin hazırladığı ardılı olan medeniyete vermek zorundadır. Ayrıca, tarihçinin bu olguyu aydınlatma denemesinde, sebepleri ilintilerle karıştırma durumuna düşmüş olması pek nadir bir şey değildir. Bizim sebepleri aydınlatma denememizin sonucu açısından, savaşların ve yeni deniz yolları “keşfi”nin birlikte etkisinin yol açtığı İslam dünyasındaki ekonomik ve politik zayıflık, bilimlerde duraklamanın ana sebebi olarak görünüyor.”
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2015:178.
Bu açıklamalar benim için tam bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü yaşadığım coğrafyada düşünce ve bilimin niçin kurumsallaşamadığının sorgulamasını yapmaya çalışıyorum. Henüz bir yanıta ulaşmış da değilim. Ancak sebebi benim bilgi eksikliğimle ilgili olsa gerek. Öte yandan hayatını bu işe adamış sayısız kaynağı inceleme olanağı bulmuş bir bilim insanının, İslam coğrafyasında yaşananları dışsal faktörlere sonra da kadere bağlaması, bir yandan da kendi inancını aklamaya çalışması, eğer sorularımıza yanıt bulabilme olanağımız varsa da o olanağı ortadan kaldırıyor... Burada Hoca’nın açıklamaları tartışılabilir; ancak yapmayacağım. Önemli olan yaklaşık beş yüzyıldır devam eden bir gerilemenin –ki Fuat Hocaya göre beş yüz yıl. Bana göre çok daha uzun– nedenleri hakkında tatmin edici bir açıklamanın yapılamamış olmasıdır.
Ancak kendi düşüncemi belirtmeden geçmeyeceğim. Bir gerilemeden söz etmek için önce ilerlemeden söz etmek gerekir. Ben İslam coğrafyasında kurumsal düzeyde bir aydınlanmadan söz edilemeyeceğini düşünüyorum. Bireysel düzeyde felsefe ve bilimle uğraşan çok fazla insan oldu kuşkusuz. Ancak hiçbiri kurumsallaşabilecek bir zenginliğe ulaşamadılar. Bunun dışında pratik alanlar herkesi aldatmaktadır. Yükselmekte olan imparatorluklar ihtiyaç duydukları teknolojik alanları her zaman desteklerler. Tıp, astronomi, coğrafya, kent mimarisi, savaş teknolojileri bunların başında gelir. Ancak bu alanlardaki üretimler sizi yanıltmasın. Bu topraklarda felsefe ve bilimin olduğu anlamına gelmez. Arap ve Türk sultanları son derece pragmatiktiler ve bu alanları desteklediler. Ancak bu durum aynı topraklarda felsefe ve bilimin özgür olduğu anlamına gelmemektedir. Her dönemde okuma yazma olan insanlardan bireysel olarak uluslararası düzeyde başarılı olanlar çıkmıştır. Bu durum günümüzdeki Türkiye akademisi için de geçerlidir. Ancak yine de kurumsal bilimin yerleştiğini söyleyemeyiz. Ne yazık ki Bağdat ve Kurtuba’dan bu yana yaşadığımız topraklarda felsefe ve doğa bilimleri kök atamamıştır. İçinde var olmaya çalıştığımız akademinin günlük sorunları da bununla ilgilidir. Yanıtları ise tarihi olguların doğru okunması sayesinde olanaklı olacaktır. Tüm bu kadar tarihsel ayrıntı da neden önemli diye düşünebilirsiniz. Günlük hayatın içinde yaşam mücadelesi veren ve sırada bulunan akıllar için geçerlidir de bu… Ancak sıra dışında yaşayan akıllar bilir ki biz bugünden daha fazlasıyız; önce geçmiş, sonra da geleceğiz... Geçmişin taş ustalarının ördüğü duvarların içinde yaşamaya çalışırken, günümüzün taş ustaları da gelecekteki insanların yaşayacağı duvarları örmekle meşgullerdir; harçlarını geçmişin taşı, kumundan hazırlayarak…
Kaynaklar:
Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.Ankara,2015.
Fuat Sezgin. Bilim Tarihi Sohbetleri. (Söyleşi:Sefer Turan). Timaş Yayınları. İstanbul.2011.
Technology & Science in Islam. Erişim: http://www.scienceinislam.com/prof-dr-fuat-sezgin/hakkinda/ Erişim Tarihi: 26.03.2022
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2007:xiii.
Sezgin çalışmasına Arap-İslam biliminin öneminin zihinde canlandırılmasının zorluğunu belirterek başlamıştır. Bu zorluğun nedenleri arasında kaynakların yeterince incelenmemiş olmasının yanında özellikle engellenmiş olmasını saymaktadır:
“Önümüzde bulunan bu katalog için hazırlanmış bir “Giriş”te, okuyucuya Arap-İslam kültürünün genel bilimler tarihi çerçevesindeki önemine dair uygun bir tasavvur kazandırabilme gayreti zor bir görevdir. Bunun tek sebebi, Arap, Fars ve Türk dillerinde bize ulaşan yazma haldeki kaynak materyallerin az bir bölümünün yayınlanmış ve çok küçük bir bölümünün incelenmiş olması değildir. Böyle bir girişimi engelleyen birçok sebep vardır. Arap-İslam bilimlerinin Batı dünyasında resepsiyonu ve özümsenmesi daha 13. yüzyılın ikinci yarısında, yani bu faaliyetin en aktif olduğu devrede, düşmanlıkla ve şiddetli bir yadsımayla karşılaşmıştı. Kısmî bir direnişe rağmen 19. yüzyıla kadar ısrarla ayakta kalan büyük ölçüde dinî motifli bu karşı koyucu akım, 16. yüzyıldan bu yana Avrupa’da bilimler historiyografyasının düşüncesini ve ortaya koyuluş tarzını derinden etkilemiş, şekillendirmiştir. Bu akım bağlamında bilim tarihçileri bariz bir şekilde ilk kez 18. yüzyılda adeta kelimenin tam anlamıyla, insanlık düşünce tarihinde Arap-İslam bilimlerinin her türlü yaratıcı konumunu inkâr eden Rönesans kavramında bir evrensel tarih görüşüne sürüklenmişlerdir.”
Sezgin’in Arap-İslam dönemine ait düşmanca tavır vurgusuna yazının ilerleyen bölümlerinde tekrar döneceğim. Ancak daha önce eserde yer alan Arap-İslam bilimi olgusunu anlamaya ve anlatmaya odaklanacağım. Öte yandan bir noktaya değinmeden geçmek istemiyorum. Hocanın eserinde bu dönemi yok saymaya yönelik Rönesans kaynaklı bir algı vurgusunun yanında, yine Arap-İslam dönemini görünür kılan çalışmaların oryantalistlere dayandırmasını da gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Eser, 7.yüzyılda Emevilerin yayılma süreciyle başlamaktadır. Araplar ele geçirdikleri şehirlerde karşılaştıkları kültürü ve değerleri özümsemeye çalışmış ve yararlanmayı bilmişlerdir. Yazar bundan sonra özet olabilecek şekilde kronolojik olarak coğrafya, simya, astronomi, matematik, tıp, filoloji başta olmak üzere halifelik hâkimiyetindeki toplumlarda, bugün bilim ve teknoloji olarak isimlendirilebilecek gelişmeleri özetlemektedir. Özetlemektedir diyorum, çünkü o kadar çok çalışma bulunmaktadır ki yetmiş sayfa içinde ancak özet olarak aktarılabilir. Bu bölümde her ne kadar bilimlerin Arap coğrafyasına hangi bölgelerden geldiği konusunda haritayla başlasa da kökenler konusunda çok ayrıntılı bir açıklama sunulmamaktadır. Kitabın büyük bir bölümü coğrafya tarihine ayrılmıştır. Hoca’nın coğrafya tarihine özel çalıştığı anlaşılmaktadır. Çok geniş bir şekilde Me’mun döneminin haritalarından başlayarak neredeyse günümüze kadar iki bölgede yürütülen coğrafya çalışmalarını karşılaştırmalı olarak sunmaktadır. Arap-İslam dönemindeki coğrafyacıların dönemin koşulları içinde çok isabetli ölçümler ile haritalar yaptıkları ortadadır. Ve bunda şaşılacak bir nokta yoktur. Çünkü önce Emevi sonra da Abbasi halifeliği yayılmacı ve emperyal bir devlettir. Coğrafya bilgisi hem askerler için hem de tüccarlar için hayat kurtaran bir bilgidir. 14.yüzyıldan itibaren Avrupa’da bu arayışın başlaması, askerler ve tüccarlar için istila edilecek ve ticaret yapılacak yeni toprak bulma beklentisinden kaynaklanmaktadır.
Kitapta coğrafya dışında matematik, tıp, optik gibi alanlardaki gelişmeler takip edebilirsiniz. Dikkat çekici bir nokta ise felsefeye neredeyse hiç yer verilmemiş olmasıdır. İlk bölümde Sühreverdi ile Molla Sadra’nın ismi geçiyor ve kısaca da felsefesinden bahsediliyor. Büyük filozofların isimleri geçiyor ancak felsefeyle ilişkili çalışmalarından neredeyse hiç yer almıyor. Bu çok önemli bir nokta; zira kitapta bilim olarak anlatılan tüm alanların ismi o dönemde felsefe ve çalışanların adı da filozof. Bilim olarak isimlendirilmesi 19.yüzyıl ve sonrasında gerçekleşecek. Ayrıca Arap-İslam dönemini felsefenin dışında konuşmaya çalışmak, kitabı teknoloji ile günümüzde pozitif bilimler olarak tanımlanan alanlardaki gelişmelerin tarihsel olarak sunulduğu bir katalog haline getiriyor. Galiba Fuat Hoca’nın da yapmak istediği buydu. Bu bölümlerden çıkardığımız sonuç özellikle coğrafya ve matematik başta olmak üzere Arap-İslam döneminde çok yoğun bilimsel birikim olmuştur. Bu birikim çok erken dönemden itibaren İtalya, İspanya ve Konstantinapol üzerinde Avrupa’ya nakledilmiştir. Ancak ilk çevirilerin önemli bir kısmı atıf kurallarına uymadan mütercimlerin kendi eserleriymiş gibi sunulmuştur. Bazıları bunu kasıtlı olarak o dönemin eserlerini görmezden gelmek amacıyla yapmıştır. Hatta 16.yüzyıl sonrasında bu durum bir kural haline gelmiştir.
Yunan felsefesi MÖ.IV.yüzyıl sonlarında Büyük İskender sonrasında Mısır ve Ortadoğu’ya sıçramıştır. İskender bu bölgelere geldiğinde henüz tek tanrılı dinlerin –Yahudilik dışında ki onun da çok bir etkisi olduğunu söylemek çok mümkün değil– adı bile ortada olmadığı gibi Sümer ve Mısır toplumlarının izleri yaşamaya devam etmekteydi. İskenderiye ile birlikte artık felsefenin gözde kenti Atina değildir. Bu hâkimiyet Roma dönemine kadar devam edecektir. Batı doğuya felsefeyi, doğu da batıya tek Tanrıyı ihraç edecektir. MS.I.yüzyılda ortaya çıkan Hıristiyanlık, 4.yüzyıl ile birlikte önce Roma’yı sonra da tüm Avrupa’yı işgal edecektir. Bu işgal 6.yüzyıldan itibaren felsefe ve düşünceye yaşam alanı tanımayacaktır. İman o kadar açık ve kendinden emindir ki aynı Tanrıya farklı yollardan tapınanlar bile yok sayılmaktadır. Böylece Helenistik dönemde Mısır ve Asya’nın Akdeniz kıyılarında yeşermeye başlayan felsefe kendine has yorumlarıyla, günümüzün Suriye ile Hindistan arasındaki çok geniş bir coğrafyaya kök salacaktır. Köklerin Horasan olarak bilinen bölgede yerleştiği ve tüm dalları buradan beslediği görülecektir. Zaten Horasan’ın kuraklaşmasıyla dalların zamanla kuruduğuna şahit olunacaktır. Bu birikim muazzamdır ve Fuat Hoca’nın kitabında açık bir şekilde görülmektedir. Öte yandan bu güzel günler o kadar da uzun sürmeyecektir. Roma’nın Hıristiyanlıkla yaşadığını, Orta Asya Müslümanlıkla yaşayacaktır. Siyasal bir sistem haline gelen Ortodoks Müslümanlık inancı o kadar güçlenecektir ki kendisi gibi olmayana yaşam alanı bırakmayacaktır.
Arap-İslam hâkimiyetinde toplumlarda felsefe boy atıp gelişmeye devam ederken, 8.yüzyıldan itibaren İber Yarımadası üzerinden Avrupa’ya nakledilmeye başlayacaktır. 12.yüzyıla kadar küçük hareketlerle ilerleyen çeviri faaliyetleri, 12.yüzyılda hızlanacak bir tercüme rüzgârına dönüşecektir. 12.yüzyıl, Latince ile İbranice’ye yapılan çeviri hareketinin içinde bulunan ya da ondan etkilenen en önemli üç isim Bathlı Adelard, Robert Grosseteste ile Roger Bacon’dır. Miletos’tan yola çıkan felsefe Atina’da boy atmış, İskenderiye’de fizikle zenginleşmiş, Bağdat’ta İslam teolojisi ile yoğrulmuş, Toledo’dan Hint-Arap sayılarıyla birlikte yeni yurduna doğru yol almaya başlamıştır.
“Hıristiyan Avrupa’nın Arap-İslam bilimleriyle olan ilk tanışıklığı, 10. yüzyılın son üçte birinde, Barselona etrafında Pazar yerlerinde her iki kültür mensuplarının kişisel temasları yoluyla gerçekleşmiştir. Bu konuda, 999 yılında II. Silvester lakabıyla papa seçilecek olan Aurillaclı Gerbert (d.yaklaşık 950, ö. 1003)’e öncü rolü tanınmaktadır.”
“Bilimler tarihinin 12. yüzyıldan tanıdığı büyük çeviri akımı bilhassa Toledo’dan beslenmiştir. 92/711 yılında Araplar tarafından alınan bu şehir zaman içerisinde yüksek seviyeli bir bilim merkezi haline geldi. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında ortak bilimsel çalışma geleneğine ve büyük kütüphanelere sahip bu merkez 478/1085 tarihinde Kastillerin egemenliğine girdi. Şehrin düşmesinden sonra gelişen bilimsel faaliyetleri Valentin Rose 1874 yılında bütün Avrupa için “doctrina Arabum”un (Arap düşüncesinin) tarlası olarak nitelemektedir.”
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2015:134; 138-139.
Tercüme faaliyetlerinin ikinci odağı Sicilya ve Güney İtalya bölgesidir. Burada karşımıza Salerno Okulu ile Constantinus Africanus’un tıp çevirileri çıkmaktadır. Gerçi Kartaca’lı Constantinus, yaptığı çevirilerde yazarlarına gereken hürmeti göstermemiştir; ancak yine de Avrupa tıp ve bilimine yaptığı katkılar göz doldurucu düzeydedir. Sicilya bölgesinde yapıldığını bildiğimiz ilk çeviri II.Roger direktifiyle, Ergenios isimli biri tarafından çevrilen Ptoleme’nin optik kitabı olmuştur.
Çeviri hareketlerinde üç merkez siyasi olarak da önemli rol oynamıştır. Bunlar, 1085 yılında Kastilyalı IV.Alfonso tarafından alınan Toledo, 1091 yılında I.Roger tarafından alınan Sicilya ile 1099-1291 yılında Latin Haçlıların hakimiyetinde bulunan Antakya ile Kudüs arasındaki bölgedir. Özellikle Suriye’de bulunan mütercimler Arap-İslam döneminin kaynaklarına ulaşmada çok avantajlıydılar ve bu avantajlarını da kullandılar. Bu dönemlerde yaşanan savaş ortamı kısmen bilgi akışını aksatsa da geçişi engellemediği gibi bu bölgede yetişen Arapça bilen Hıristiyan hocalar bilginin batıya geçişini daha da hızlandırdı.
“Kosmograf Zekeriyya b. Muhammed el-Kazvini (d. yaklaşık 600/1203, ö. 682/1283) bize şunu rivayet ediyor: «el-Melik el-Kamil zamanında Frenkler Suriye’ye çözümünü istedikleri bazı sorular yolladılar. Bunlardan bazıları tıp, felsefe ve matematikle ilgiliydi. Suriyeli bilginler tıp ve felsefeyle ilgili soruları kendileri çözdüler, matematikle ilgili olanları ise çözemediler. Fakat el-Melik el-Kamil bütün soruların çözülmesini istedi ve bu soruları Musul’da bulunan üstadımız el-Mufaddal b. Ömer el-Ebheri’ye yolladı. O geometri bilimlerinde eşsizdi, fakat ona da çözüm zor geldi. el-Ebheri problemi üstad İbn Yunus’a [Kemaleddin, ö. 639/1242] gösterdi, İbn Yunus problemi kafasından geçirdi ve çözdü.”
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2015:147.
Burada Frenk olarak adı geçen kişi II.Friedrich’tir. Friedrich sadece sorular sormuyor, filozoflar ve düşünce adamlarıyla toplantılar düzenliyor, tartışmalarda bulunuyordu. Yani dünyayı anlamaya çalışıyordu. Bunlar batı için yeni dönemin habercileriydi. Tıpkı Mansur, Harun er-Reşid ve Me’mun gibi…
“Osmanlılar’ın tehdit teşkil etmesinden itibaren ve İstanbul’un fethinden sonra, alt kollarıyla Roma’ya, Kuzey İtalya’ya ve Doğu ve Orta Avrupa’ya ulaşan yeni bir yol oluşmuştu. Bu yollarda kitaplar ya orijinaller veya çeviriler halinde, ayrıca aletler ve haritalar ve bilhassa İslam’a karşı ve eski Yunan bilimlerinin üstünlük durumunu yeniden kazanma yolundaki mücadele düşüncesi Avrupa’ya taşındı.”
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2015:160.
Fuat Sezgin’in hazırlamış olduğu kataloğun giriş bölümü gerçekten muhteşem… Son bölümü, duraklama ve yaratıcılığın son bulmasının nedenlerini irdeliyor. Ona ayrıca geleceğim. Kitap çok büyük emekle ve özenle hazırlanmış. Okunmasının beynimde yarattığı yükü düşününce, hazırlanmasını hayal bile edemiyorum. Kitabın içinde kendimi VII.yüzyıldan XVI.yüzyıla doğru bir seyahatin içinde hissettim. Müslümanlığın yayılmaya başladığı coğrafyadan başlayan bu seyahat esnasında kimi zaman bir doğu kentinde, kimi zaman Mısır’da kimi zaman Toledo’da kimi zaman da Salerno’da bir düşünce bilim insanının yanında buldum. Düşüncem odur ki bilim tarihi okumaları Fuat Sezgin’in bu eseri yok sayılarak yapılamaz.
Ancak tüm bu olumlu düşünceler eser hakkındaki eleştiri hakkımızı elimizden alamaz. Karşılaştığımız bir düşünceye ya da metne eleştirel gözle bakmayı beceremezsek, onu özetlemek ya da kopyalamaktan ileri gidemeyiz…
Sezgin bu çalışması ve bilim tarihi ile ilgili okuduğum birçok kitaptan öğrendiğim VIII. ve XIII.yüzyıl arasında İslam şeriatıyla yönetilen coğrafyada felsefe ile ilgili bilimler ve teknolojik alanda muazzam örnekler yaratılabilmiştir. Bu durum kabile şefliğinden emperyal bir devlete dönen yeni halifeliğin ihtiyacı gereğidir. Önce Mezopotamya ve Mısır’a sonra Horasan’a en son da İber Yarımadasına kadar yayılan Araplar ihtiyaç duydukları bilgi ve pratiği istila ettikleri topraklarda hazır buldular. Görünüşte halifeliğin Arap-İslam yapısına sahip olmasıyla birlikte, yöneticiler ve eğitim kurumları farklıydı. Dördüncü yüzyıldan itibaren doğuya gelen ve kendi okullarını kuran Pagan ve Süryani Hıristiyanları ile doğudaki Zerdüşt ve Hint kökenli rahip ve düşünce adamları, Arapların her alanda yeni hocaları oldu. Sezgin kitabında bu olgu çok fazla görülmek istenmiyor. Tamam, çeviri hareketlerinden biraz bahsediyor; ancak bu bölümü çok hızlı bir şekilde geçiyor. Sadece Sezgin’in kitabından beslenen bir kişi bu olguyu anlayamayacaktır…
Sezgin Arap âlimlerini anlatırken XVIII. yüzyıl sonrası bilim insanlarından bahsettiği yanılgısına kapılıyorsunuz. Yani bir Harezmi’den bahsederken günümüz matematikçilerini görüyorum. Bu yanılgıya bazı batılı bilim insanlarında Yunan filozoflarından bahsederken de rastlayabilirsiniz. Özellikle bilim dünyası tarihte yaşamış bilim insanlarını günümüz laboratuvarında çalışan insanlar gibi hayal ederler. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Felsefe, mit ve teolojinin içinden ve onun eleştirisiyle şekillenmiş ve kendi içinden bilimi yaratmıştır. Günümüzde o bilim kendi yaratıcılarını arkasına atıp arasına çok keskin sınırlar örmeye çalışmaktadır. Fuat Sezgin’in böyle bir niyeti var mıdır? Bilmiyorum. Ancak kendisinin de Almanya’da batı bilimi içinde 20.yüzyılda var olduğu düşünülürse bu durumdan etkilendiğini düşünüyorum…
Fuat Sezgin, kitabında batılı anlayışla bilim tarihine odaklanmıştır. Ancak bugün ayrı birer bilim alanı olarak bilinen o gün için hepsinin temelinde yer alan felsefeye neredeyse hiç yer vermemiştir. Ancak kendimize dert edindiğimiz konular felsefe tarihinin kendisidir. Felsefeyi parantez içine alıp, bilim ve teknoloji tarihini yazmak olguları peş peşe sıralamaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Kaldı ki felsefe, teoloji ve siyasetle de ilgilidir. Bu coğrafyada hepsinin kaderi diğerine bağlı olmuştur. Ancak siyasi teoloji üstten hem felsefenin hem de bilimin geleceğini ipotek altına almıştır. Bu olguları görmezden gelmek kitabın konuya açıklama bulmayı zorlaştıracaktır.
Bu nedenler çok önemli ve cevabı birçok kişinin aradığı bir uğraşının sebebidir. Gerilemenin sebebi ile ilgili Aydın Sayılı ile Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da çalışmaları bulunmaktadır. Belki başka bir yazıda karşılaştırmalı olarak bu konu ele alınabilir. Ama ben şimdi Fuat Sezgin hocanın yorumlarıyla ilgileneceğim. Zira hocanın bilim tarihi ile ilgili birikimleri muhteşem, dolayısıyla bu konuya bir açıklama varsa o yanıtın en yakınındaki kişi Fuat Sezgin hoca olmalıdır…
Hoca kitabının son bölümünü nedenleri aramakla geçirmiştir. Ancak diğer bölümlerde de olduğu gibi –ancak bu bölümde çok belirgindir– hoca nedenleri aramak yerine öncelikle İslam inancını aklamaya çaba göstermiştir. Örneklerle İslam inancının gerilemeyle ilişkisi olmadığını, bilakis ilerlemenin kaynağı olduğunu öne sürmüştür.
Daha sonra da önce Haçlı, sonra Moğol seferleri ile savaş ve kâğıt üretme teknolojisinin batıya geçmesinin, İslam coğrafyasının aleyhine olduğunu iddia etmiştir. Portekizlilerin İslam kaynaklarına dayanarak başardıkları Hindistan seferleri ile İspanyolların Amerika’ya ulaşmaları sonrasında coğrafi keşiflerin takip edilememesi bir başka neden olarak sunulmuştur. Sonuç cümlesinde ise bunun kaçınılmaz bir kader olduğu vurgulanarak kitap sona ermiştir.
“Her halükarda, bu fenomene büyük kültürlerin ve medeniyetlerin kaderleri açısından bakmalıyız. Bu medeniyetler, zamanı geldiğinde bulundukları konumu, yükselişlerini kendilerinin hazırladığı ardılı olan medeniyete vermek zorundadır. Ayrıca, tarihçinin bu olguyu aydınlatma denemesinde, sebepleri ilintilerle karıştırma durumuna düşmüş olması pek nadir bir şey değildir. Bizim sebepleri aydınlatma denememizin sonucu açısından, savaşların ve yeni deniz yolları “keşfi”nin birlikte etkisinin yol açtığı İslam dünyasındaki ekonomik ve politik zayıflık, bilimlerde duraklamanın ana sebebi olarak görünüyor.”
Kaynak: Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları. Ankara,2015:178.
Bu açıklamalar benim için tam bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü yaşadığım coğrafyada düşünce ve bilimin niçin kurumsallaşamadığının sorgulamasını yapmaya çalışıyorum. Henüz bir yanıta ulaşmış da değilim. Ancak sebebi benim bilgi eksikliğimle ilgili olsa gerek. Öte yandan hayatını bu işe adamış sayısız kaynağı inceleme olanağı bulmuş bir bilim insanının, İslam coğrafyasında yaşananları dışsal faktörlere sonra da kadere bağlaması, bir yandan da kendi inancını aklamaya çalışması, eğer sorularımıza yanıt bulabilme olanağımız varsa da o olanağı ortadan kaldırıyor... Burada Hoca’nın açıklamaları tartışılabilir; ancak yapmayacağım. Önemli olan yaklaşık beş yüzyıldır devam eden bir gerilemenin –ki Fuat Hocaya göre beş yüz yıl. Bana göre çok daha uzun– nedenleri hakkında tatmin edici bir açıklamanın yapılamamış olmasıdır.
Ancak kendi düşüncemi belirtmeden geçmeyeceğim. Bir gerilemeden söz etmek için önce ilerlemeden söz etmek gerekir. Ben İslam coğrafyasında kurumsal düzeyde bir aydınlanmadan söz edilemeyeceğini düşünüyorum. Bireysel düzeyde felsefe ve bilimle uğraşan çok fazla insan oldu kuşkusuz. Ancak hiçbiri kurumsallaşabilecek bir zenginliğe ulaşamadılar. Bunun dışında pratik alanlar herkesi aldatmaktadır. Yükselmekte olan imparatorluklar ihtiyaç duydukları teknolojik alanları her zaman desteklerler. Tıp, astronomi, coğrafya, kent mimarisi, savaş teknolojileri bunların başında gelir. Ancak bu alanlardaki üretimler sizi yanıltmasın. Bu topraklarda felsefe ve bilimin olduğu anlamına gelmez. Arap ve Türk sultanları son derece pragmatiktiler ve bu alanları desteklediler. Ancak bu durum aynı topraklarda felsefe ve bilimin özgür olduğu anlamına gelmemektedir. Her dönemde okuma yazma olan insanlardan bireysel olarak uluslararası düzeyde başarılı olanlar çıkmıştır. Bu durum günümüzdeki Türkiye akademisi için de geçerlidir. Ancak yine de kurumsal bilimin yerleştiğini söyleyemeyiz. Ne yazık ki Bağdat ve Kurtuba’dan bu yana yaşadığımız topraklarda felsefe ve doğa bilimleri kök atamamıştır. İçinde var olmaya çalıştığımız akademinin günlük sorunları da bununla ilgilidir. Yanıtları ise tarihi olguların doğru okunması sayesinde olanaklı olacaktır. Tüm bu kadar tarihsel ayrıntı da neden önemli diye düşünebilirsiniz. Günlük hayatın içinde yaşam mücadelesi veren ve sırada bulunan akıllar için geçerlidir de bu… Ancak sıra dışında yaşayan akıllar bilir ki biz bugünden daha fazlasıyız; önce geçmiş, sonra da geleceğiz... Geçmişin taş ustalarının ördüğü duvarların içinde yaşamaya çalışırken, günümüzün taş ustaları da gelecekteki insanların yaşayacağı duvarları örmekle meşgullerdir; harçlarını geçmişin taşı, kumundan hazırlayarak…
Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
Kaynaklar:
Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik Cilt 1. Arap-İslam Bilimleri Tarihine Giriş. (Çev:Abdurrahman Aliy). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.Ankara,2015.
Fuat Sezgin. Bilim Tarihi Sohbetleri. (Söyleşi:Sefer Turan). Timaş Yayınları. İstanbul.2011.
Technology & Science in Islam. Erişim: http://www.scienceinislam.com/prof-dr-fuat-sezgin/hakkinda/ Erişim Tarihi: 26.03.2022
Kaynak: https://www.uni-frankfurt.de/58601604/Institut_f%C3%BCr_Geschichte_der_Arabisch_Islamischen_Wissenschaften
Kaynak: https://www.uni-frankfurt.de/59035882/Medizin
Kaynak: http://ibttm.muzeler.gov.tr/TR-84339/muze.html
BU BÖLÜMDEN SONRAKİ HARİTA VE RESİMLER FUAT SEZGİN'İN KİTAPLARINDAN PAYLAŞILMIŞTIR.
KİTAPLARA AŞAĞIDA VERDİĞİM İNTERNET SİTESİNDEN ULAŞABİLİRSİNİZ.
Yorumlar
Yorum Gönder