“İmparator
Iustinianus’un Atina’da Platon’un kurduğu ve artık baskın hale gelen Hıristiyan
ortodoksluğu açısından bir tehdit teşkil eden Akademeia’yı kapattığı (ve aynı
zamanda gayet anlamlı bir şekilde Montecassino Manastırı’nın kurulduğu) 529
yılı geleneksel olarak Roma Hellenizminin bitişi sayılır. II.yüzyıldan itibaren
ağır bir gerileme sürecine giren İskenderiye Kütüphanesi 642 yılında Halife
Ömer’in emri üzerine General Amr bin As tarafından nihai olarak yok edilecektir.”
Kaynak: Umberto Eco. Antik Roma. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2021:948.
Aslına bakarsanız bu konuyla ilgilenmeyi
düşünmüyordum. Haberi ilk gördüğümde de ciddiye almadım. Söz konusu sözler bir
hekim ve akademisyen olarak beni ne şaşırttı ne de üzdü… Zira tarih boyunca
şefin söyleminin retorikten daha ileriye gidemediğini düşünüyorum. Retorik
insanlığın en eski söz sanatlarından biridir. Antik Yunan’ın kent
devletlerinde gelişen, agorada, cenazelerde ve mecliste kullanılan bu dilin
temel amacı hitap edilen toplumun hatibin istekleri doğrultusunda ikna
edilmesidir. Hatibin ereği insanları doğa ya da toplumla ilgili hakikati anlatmak olmayıp,
kendi gerçekleri yararına yönlendirilmesidir. Ve bir retorik ustası bu işte
başarılıysa, insanların büyük bir kısmını hakikatten bağımsız olarak ikna edebilir.
Bu noktada insanların önüne iki yol çıkar, ya hatibin sözlerine teslim olunur –çoğunlukla
böyle olur ki toplumlar da bu sayede bir arada tutulabilir– ya da hatibin
sözlerine karşı savlar geliştirilir. Eğer karşı savı üretenler iktidar gücünden
mahrum iseler ve şefin becerilerine sahip değillerse bir de tapınak şefle
birlikteyse işleri son derece zordur. Çoğunlukla da hatibin sözlerinde boğulurlar.
Ben ise tam da bu noktadan konuya dâhil olmaya çalışacağım. Zira bu makaleye geleneksel
basında gördüğüm, retorik düzeyden daha ileri gidemeyen ve hekimlere hitaben giderlerse
gitsinler sözüne yanıt vermek amacıyla yazılmış bir köşe yazısı nedeniyle karar
verdim…
Ben bu makaleyi retoriğin üzerinde kanıta dayalı bir zemine oturtmaya çalışacağım. Hekimlerle ve diğer eğitimli kesimlerle ilgili güncel değerlendirmelerimi de sona bırakacağım (Hekim kelimesini yazıya konu olan ifadeler nedeniyle kullandım. Aslında kastım tüm meslek gruplarındaki entelektüellerdir).
Tarihsel kayıtlara baktığımızda, yaşadığımız olayın ilk olmadığını görebiliriz. Biraz okuyan, aklını kullanabilen, entelektüel ve yaramaz çocukların yerleşik düzene sahip iktidarlar tarafından hizaya dizilmeye çalışıldığının, olmadığı takdirde de tehdit olarak algılandığının örneklerini bugüne kadar defalarca gördük. Örneğin Anaksagoras, güneşin ve ayın yeryüzü gibi olduğunu düşündüğü için Atina’da yargılandı ve yaşamak için şehri terk etmek zorunda kaldı. Hypatia onun kadar şanslı olamadı ve Hıristiyan din adamları tarafından parçalanarak katledildi. İbni Sina, Gazneli’nin elinden kaçabilmek için son yıllarını sürgün olarak yaşadı. Ve Spinoza kendi cemaatinden kovuldu, eserlerini yayımlamakta zorlandı ve hayatını sıkıntılar içinde tamamladı. Okuyan yazan çocukların yaşadıkları sıkıntıların örnekleri daha da arttırılabilir. Ancak burada daha kurumsal bir olaydan bahsedeceğim: Atina akademisi…
“Platon
tarafından siyasetçilerin eğitimi için bir okul olarak kurulan Akademeia’da
matematik alanında araştırmaların yanı sıra Platon’un kendisi, Eudoksos gibi
bilim adamları ve Speusippos, Ksenokrates, Herakleides ve Aristoteles gibi
öğrencilerin katıldığı tartışmalar yoluyla diyalektik alıştırmalar yapılır. Bu
tartışmaların en ünlü olanları arasında gezegenlerin hareketini, eidosların
gerçekliğini, ilkelerin doğasını ve haz ile iyilik arasındaki ilişkiyi konu
alanlar vardır. Akademeia üyelerinin Syrakousai’da, Atina’da ve Yunanistan’ın
diğer şehirlerinde siyaset alanında ve Makedonya Krallığıyla olan ilişkilerde
gösterdikleri faaliyetler de son derece önemlidir.”
Kaynak: Umberto Eco. Antik Yunan. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2019:470-471.
Akademi, bir felsefe okulu olup kurucusu Platon’dur
(MÖ.427-347). Atina’da dostları tarafından satın alınan Akademos (Hekamedos)
adı verilen bir alanda kurulmuştur. İsmini yerinden almıştır. Günümüzde orta
öğretim ve üzerindeki eğitim kurumları için bu ismi kullanıyoruz.
Tarihte okul ilk defa Atina’da ortaya çıkmadı. Her canlı gibi insan da yavrusunu doğada yaşam becerisi kazanması ve içinde bulunduğu topluluğa uyum sağlayabilmesi için eğitmektedir. Ancak MÖ IV. binyılda yazı sistemiyle birlikte eğitim şekillenmeye başladı. Yazı tapınak işi olduğundan ilk eğitim de tapınağın yanında bulunan “tabletler evinde” (Sümer dilinde ė-dubba) gerçekleşti. Yunan coğrafyasında ortaya çıkan felsefeyle birlikte eğitim farklı şekillere büründü. Akademi bu coğrafyadaki ilk açılan okul değildi. Örneğin Pythagorasçıların da okulları vardı. Ancak daha çok tarikat okulu gibi işlev görüyordu. Platon öncesi sofistler adı verilen filozoflar da eğitimi yaygınlaştırma çabası içindeydi. Sofistler kurumsal bir çatı altında değil şehir şehir gezerek buldukları en uygun yerde eğitim faaliyeti yürütüyorlardı. Yaptıkları iş için de yüklü miktarda para talep ediyorlardı.
Tahmini olarak MÖ 387 yılında kurulan Atina akademisi öncekilerden farklıydı. Bilinen ilk felsefe okulu olan Akademi’ye kadınlar da gelebiliyordu. Öğrencilerden ücret talep edilmiyordu. Bağışlar okulun önemli gelir kaynaklarından biriydi. Platon’un derdi devlet yönetiminde filozof kralın bulunmasıydı. Bu amaçla Syrakousai’de denemeler yapmış başarısız olmuştu. Bir defasında da hayatını zor kurtarmıştı. Platon bu başarısız denemelerinden sonra, bir okul kurmayı ve filozof kralı bu okulda yetiştirmeyi düşündü. Bugün felsefe ve bilim akademisi olarak görülse de Platon bir siyaset okulu kurdu. Okulun derslikleri, kütüphanesi, eğitim programı ve eğitici kadrosu bulunmaktaydı. Örneğin matematikçi ve astronom olan Knidos’lu Eudoksos bu okulda ders vermekteydi. Okulun muhtemelen en ünlü öğrencisi Aristoteles’ti. Okula on yedi yaşında katılan Aristo zamanla retorik dersleri veren hocalardan biri oldu. Beklenti Platon’dan sonra okulun yöneticisi olmasıydı. Ancak Platon tercihini yeğeni Speusippos’tan yana kullandı ve Aristoteles okuldan da Atina’dan da ayrıldı...
Okulun programları içinde matematik ile geometri ön plandaydı. Hatta kapısında “geometri bilmeyen girmesin” yazıldığı rivayet edilir. Bunun dışında astronomi, müzik, tarih, hukuk, retorik, ahlak ve siyaset, program içinde yerini bulur. Doğa bilimleri ön planda görülmemektedir. Bu Platon’un doğa bilimleriyle olan ilgisizliği ile bağlantılı olabilir. Zaten bu açığı da öğrencisi olan Aristoteles kapatacaktır; ancak kendi okulunda; bugün lise olarak da isimlendirdiğimiz Lykeion’da…
Atina Akademisi’nin kaderi İskender (MÖ 336-323) ile birlikte değişmeye başladı. Makedonya’dan başlayarak büyük bir fetih hareketine girişen İskender, bir yandan yüzlerce yıllık Yunan kent devletlerine ve demokrasine son verirken, diğer yandan Yunan düşüncesini doğuya taşıyordu. Mısır’da kurduğu İskenderiye kenti felsefenin ve akademinin yeni merkezi olacaktı. Bu aslında doğuyla batının ilk karşılaşması değildi. Binlerce yıldır ticaret ve savaşlar sayesinde iki medeniyet birbirinden haberdardı. Ancak yeni dönem farklıydı. Yunan kentlerinin gerçeğinde şekillenen felsefe bütün olarak doğuya taşınacak ve yüzlerce yıl bu bölgeleri mesken edinecekti. Bunun karşılığında doğu da Roma İmparatorluğu döneminde kendi gerçekliğinde filizlendirdiği, Yahudi mezhebi olan Hıristiyanlığı batıya ihraç edecekti. Dünya günümüzde de doğudan batıya göçen Hıristiyanlık dinine ev sahipliği yapan egemen devletlerin sömürüsü altında yönetilmeye devam etmektedir.
Önceleri küçük bir mezhep olan İsa’nın dini MS IV. yüzyıl ve sonrasında Roma’da yönetime el koydu. Bu tarih boyunca büyücünün şef üzerinde kurduğu en açık zaferlerden biridir. Neredeyse 18-19. yüzyıllara kadar Roma topraklarında büyücü şef olmuş ya da görünüşteki şeflerin üzerinde yer almıştır. Atina akademisinin de kaderini bu gerçeklik belirleyecektir.
Dönemin arkasında bulunan siyasal ve sosyal olaylar MS IV. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Konstantinopolis’in başkent olması Roma İmparatorluğunun ağırlığının doğuya kayması ve ekümenik konsüller, baskın Hıristiyan geleneğinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu zamandan itibaren devletin yeni pozisyonu içinde yer bulamayanlar –ki onlar çoğunlukla okuryazar takımıdır– doğudan batıya göç etmeye başlamıştı bile. Göç edenler içinde dinsiz oldukları için Hıristiyan olmayanlar öncelikliydi; bunun yanında konsüllerin sınırlarını çizdiği iman alanına giremeyen Hıristiyanlar da sapkın ilan edilmiş ve sürgüne mahkûm edilmişti. Onlara kalabilmek gibi bir şans dahi verilmedi. Roma’nın hâkimiyetindeki topraklarda yaşayan insanlar için Hıristiyanlık imanı içinde yer almak bir tercih değil zorunluluktu. Aksi halde katledilmeleri kaçınılmazdı...
Paganlar, Süryaniler, Nasturidiler, Yakubiler’den oluşan bu insanlar heybelerinde, Yunan mitolojisinden başlayarak Helenistik döneme kadar olan felsefi literatürü taşımışlardı. Bugün Türkiye’nin güneydoğusunda bulunan kentlerden başlayarak İran, Irak ve Suriye’ye kadar olan geniş bir bölgede yerleşen bu insanlar Edessa, Nisibis, Cündişapur, gibi kentlerde okullar açtılar. Arapça yazan toplumlara aktarıldığı vakte kadar felsefe, matematik, mantık, tıp, astronomi, simya bu kentlerde bulunan okullarda barındı.
MÖ VI. yüzyıl Doğu Roma İmparatorluğunun Bizans olarak anılmaya başlaması ve akademiyi kapatacak olan I.Iustinianus’un sahneye çıktığı dönemdir. Flavius Petrus Sabbatius Iustinianus 482 yılında Illyria’da doğar, 527 yılında tahta çıkar ve 565 yılında ölür. Iustinianus bir yandan Roma İmparatorluğunun kaybettiği toprakları yeniden fethetme girişimine girerken, diğer taraftan sapkınlıkların ortadan kaldırılması ve Kilise’nin tek çatı altında birleştirilmesi için çabalar. İmparatorun yaptırdığı önemli işlerden birisi de mevcut yasa metinlerinin gözden geçirilerek yeni bir hukuk altyapısı oluşturulması olmuştur.
“Bizans
İmparatorluğu’nun doruğu, imparatorluğun kaybedilmiş topraklarının birçoğunu
fetheden I.Iustinianus döneminde (h.527-65) gerçekleşti; böylece Akdeniz bir
kez daha Roma gölü haline geldi. Iustinianus bunun yanı sıra 529’da paganların
ders vermelerini yasakladığı fermanla, klasik gelenekle olan bağı kopardı.
Bunun bir sonucu olarak, Atina’daki antik Platoncu Akademia dokuz yüzyılı aşkın
varlığı sona erip kapanırken hocaları da ya emekli oldu ya sürgüne gitti.”
Kaynak: John Freely. Işık Doğudan Yükselir. İslam Biliminin Batı Dünyasının Şekillenmesine Katkıları. (Çev: Gül Çağalı Güven). İstanbul. 2014:41.
Doğuya göçmek zorunda olanlar içinde önemli isimler bulunmaktaydı. Bunlardan Akademi’nin son yöneticisi Damaskios, Miletoslu İsidoros ve Kilikyalı Simplikios’a Sasani Hükümdarı I.Hüsrev sığınma hakkı tanıdı ve Cündişapur’daki tıp okuluna yerleştirildi. Daha sonra affedildiği için Konstantinopolis’e dönen İsidoros Ayasofya’nın mimarları arasında yer aldı.
“Bizans çok
geçmeden gerek Batı gerek Doğu’dan gelen istilacılarla başlayacak uzun
mücadelesine girişecekti; Doğulu istilacılar arasında, Atina’yı ve Yunan
dünyasının diğer bütün kentlerini harabeye döndüren İslam’ın muzaffer orduları
da vardı. Karanlık Çağın uzun gecesi henüz başlamıştı ve klasik çağı
hatırlayabilen pek az kişiye göre, Atina’nın ünlü okullarının kapanması ve
İskenderiye’nin Müze ve Kütüphanesi’nin tahrip edilmesi ve son filozofların, âlimlerin,
bin yılı aşkın zaman önce Miletos’taki ilk fizikçilerle kanatlanan fikirleri
sürdürecek halefleri olmaksızın göçüp gitmesiyle birlikte, artık Yunan felsefe
ve biliminin sonu gelmişe benziyordu.”
Kaynak: John Freely. Işık Doğudan Yükselir. İslam Biliminin Batı Dünyasının Şekillenmesine Katkıları. (Çev: Gül Çağalı Güven). İstanbul. 2014:42.
Sonuç; sonuç malum! Batı dünyası,
felsefe ve akıl açısından sessizliğe gömülürken, Hıristiyan imgelerinin
bağnazlığı içinde rahiplerin vicdanında bin yıla yakın bir zaman geçirdi. Bu
sırada Süryani, Nasturidi okullarında kendine yer bulan felsefe, bir zaman
sonra Arapça yazan, çoğunluğu Müslüman olan bir grup entelektüel çocuğun eline
geçti. Çok kısa süre Bağdat, Buhara, Semerkant, Merv ve Kurtuba gibi kentlerde
kendine yer buldu. Lakin buradaki varlığı da çok sürmedi. Yaklaşık 500 yıl önce Roma
topraklarında Ortodoks Hıristiyanlıkla ne yaşadıysa, Halifelik topraklarında da
Ortodoks Müslümanlıkla benzer sorunlar yaşadı. Üzerine dönemin siyasi ve sosyal
gündemi de eklenince okuyup yazan çocuklar yine istenmez olmuştu. Çok geçmeden
kendisini Sicilya ve Endülüs üzerinden Batıya attı. O gün bugündür de Batıyı
mesken edinmiş durumda…
Tekrar günümüze dönüp içinde bulunduğumuz resme bu
gerçeklik penceresinden bakınca, yaşadığımız olayın sıradan bir vaka olduğunu düşünüyorum.
O yüzden de haberleri ilk gördüğümde rahatsız olmadım. İktidarlar kendi
gerçeklikleri içinde var olmaya çalışırlar. Temel kaygıları iktidarda
geçirdikleri sürenin olabildiğince uzun olmasıdır. O kadar ki kendileri ile
yetinmez soylarının bile iktidarda kalmasını isterler. 20.yüzyıl demokrasileri
bu hayalin önünde durmaya çalışmaktadır. İktidarda kalmak için de halkı ikna
etmeleri gerekir ki retorik bu aşamada ortaya çıkar. Amacı ikna olan retorik becerisi
iktidarda kalmanın biricik koşuludur. Yanınıza tapınağı da almışsanız retorik
daha da güçlü hale gelir. Toplumu ikna etmenin yolu da zaman zaman ortak
düşmanlar yaratmaktan geçer ki okumuş çocuklar size istediğiniz malzemeyi verir.
Toplumun genelinde farklı becerilere sahip çoğu zaman dili bile aynı olmayan, başka bir dünyayı gören okumuş çocuk içinden çıktığı toplum için bazı zamanlarda tehdit olarak algılanabilir. Thales’in hizmetçisinin gökyüzünü incelerken çukura düşmesiyle alay etmesinin arkasında da bu tehdit algısı bulunmaktadır.
Okumuş çocuk ancak insanların faydasına bir şeyler yapıyorsa kabul görür. Hastaları tedavi ediyordur, güzel binalar, yollar, köprüler yapıyordur, yeni aletler icat ediyordur; o zaman sorun olmaz. Ancak aynı çocuk toplumun çelişkilerini sorgularsa tehdit algısı işlemeye başlar.
Bir toplumun günlük ihtiyaçlarını giderebilmesi için çiftçilere, teknisyenlere ve zanaatkârlara, askere ve büyücüye ihtiyacı vardır. Ancak bunlar zorunlu ihtiyaçları karşılar ve insanın yaşamı zorunlu ihtiyaçlardan çok daha fazlasıdır. İyi yaşamak, güzellikler üretmek ve yeryüzünden keyif almayı da gerektirir. Bunun için sanat, felsefe ve bilim gibi alanlara ihtiyacı vardır.
Sadece aşı yapan, ilaç geliştirip uygulayan kişi değildir hekim. İnsan doğasının ve ruhunun inceliklerine nüfus eder, hem de hiçbir yarar ya da fayda beklentisi olmadan, kimseye sormadan. Kesme denildiği halde kesen ve de ölülerin resmini çizebilen kişidir hekim. Ya da meslek hayatı son bulmasına rağmen meslektaşlarına el yıkamayı öğretmeye inat eden kişidir. Günümüzde ise suyu, havayı kirletenlere karşı inatla mücadele etmeye çalışandır. Zaten insana ya da doğaya farklı gözlerden bakamayan bir tıp fakültesi mezunu ancak hastaları tedavi eden teknisyendir. Öte yandan bu çocukların ortaya çıkması o kadar da kolay değildir. Bir çırpıda birbiri ardına sıralayıverdiğiniz yıllar tek başına yetmez bu çocukların yetişmesine. Tarih, doğaya ve topluma farklı gözlerden bakabilen insanların yaşadığı toprakların üstünün bir süre sonra güzelleştiğinin öyküleriyle doludur: Miletos sonrası Yunan kentleri, Beytülhikme sonrası Bağdat, 16.yüzyıl sonrası Kıta Avrupası gibi...
Okumuş çocukların yaşaması için bazı şartlar vardır. Öncelikle ekonominiz bu çocukların hayal ettikleri düşünsel ve bilimsel faaliyetleri finanse edebilecek. Özgür olacaksınız, çocuklar her türlü düşünceyi nereye gittiğini hesap etmeden ifade edebilecek. Olayı sadece teknoloji olarak görürseniz bir yere varamazsınız; sadece başkalarını taklit edebilirsiniz. Bilimsel düşünce sansürsüz her şeye bakabilmelidir. Tabularınıza bile! Belki de onlarca yıldır çözemediğiniz sorunlar o tabuların arkasında gizlidir. Kim bilebilir? En önemlisi de yapanın kimliğinden, inancından, yaşam şeklinden bağımsız olarak yapılanları takdir edeceksiniz. Siz sadece sizin gibi düşünenleri görmekte ısrar ederseniz bir süre sonra orası çöle döner. Tarih bunun öykülerini de sayfalarında barındırmaktadır.
Bütün bunlara rağmen bu çocuklar isterlerse yine de giderler. Hiçbir şey yapamazsınız… Akıl kendine her zaman yol ve yer bulur. Sizin "kal" demenizle kalmaz, "git" demenizle gitmez. İsterlerse her zorluğa katlanır bu çocuklar. Tıpkı İbni Sina’nın Gazneli’nin sarayı yerine sürgüne katlandığı gibi… Dedim ya çoğunluk gibi düşünmezler. Bundan 100 yıl önce üzerinde yaşadığımız toprakları kurtaran da Osmanlı’nın iyi eğitim almış okumuş çocukları değil miydi? Örneğin çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca bilen Halide Edip Adıvar isteseydi Avrupa’da yaşayamaz mıydı? Ki bir dönem yaşadı da. Yine de savaşa katıldı ve sonrasında da ülkesinin münevverleri arasında yer aldı.
O istediğiniz yere gidin sözünün, entelektüel bir çocuk açısından çok da bir değeri bulunmamaktadır. Zaten kendi hayal dünyasındaki beklentileri karşılanmayan düşünce ve bilim insanı siz kal diye yalvarsanız bile durmaz. Aksine burada kalıp mücadele etmek isteyen okumuş çocuğu da asla yolundan vazgeçiremezsiniz. Geriye konfor için yaşayanlar kalıyor; onlar sadece kendi dünyaları için var oldukları için kalsalar da gitseler de değişen bir şey olmayacaktır…
Kaynaklar:
Ahmet Arslan. İlkçağ Felsefe Tarihi Sofistlerden Platon’a. Cilt 2. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. İstanbul.2016.
Umberto Eco. Antik Roma. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2021.
Umberto Eco. Antik Yunan. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2019.
Umberto Eco ve Riccardo Fedriga. Felsefe Tarihi. Antik Yunan. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2020.
John Freely. Işık Doğudan Yükselir. İslam Biliminin Batı Dünyasının Şekillenmesine Katkıları. (Çev: Gül Çağalı Güven). İstanbul. 2014.
Kaynak: Umberto Eco. Antik Roma. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2021:948.
Ben bu makaleyi retoriğin üzerinde kanıta dayalı bir zemine oturtmaya çalışacağım. Hekimlerle ve diğer eğitimli kesimlerle ilgili güncel değerlendirmelerimi de sona bırakacağım (Hekim kelimesini yazıya konu olan ifadeler nedeniyle kullandım. Aslında kastım tüm meslek gruplarındaki entelektüellerdir).
Tarihsel kayıtlara baktığımızda, yaşadığımız olayın ilk olmadığını görebiliriz. Biraz okuyan, aklını kullanabilen, entelektüel ve yaramaz çocukların yerleşik düzene sahip iktidarlar tarafından hizaya dizilmeye çalışıldığının, olmadığı takdirde de tehdit olarak algılandığının örneklerini bugüne kadar defalarca gördük. Örneğin Anaksagoras, güneşin ve ayın yeryüzü gibi olduğunu düşündüğü için Atina’da yargılandı ve yaşamak için şehri terk etmek zorunda kaldı. Hypatia onun kadar şanslı olamadı ve Hıristiyan din adamları tarafından parçalanarak katledildi. İbni Sina, Gazneli’nin elinden kaçabilmek için son yıllarını sürgün olarak yaşadı. Ve Spinoza kendi cemaatinden kovuldu, eserlerini yayımlamakta zorlandı ve hayatını sıkıntılar içinde tamamladı. Okuyan yazan çocukların yaşadıkları sıkıntıların örnekleri daha da arttırılabilir. Ancak burada daha kurumsal bir olaydan bahsedeceğim: Atina akademisi…
Kaynak: Umberto Eco. Antik Yunan. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2019:470-471.
Tarihte okul ilk defa Atina’da ortaya çıkmadı. Her canlı gibi insan da yavrusunu doğada yaşam becerisi kazanması ve içinde bulunduğu topluluğa uyum sağlayabilmesi için eğitmektedir. Ancak MÖ IV. binyılda yazı sistemiyle birlikte eğitim şekillenmeye başladı. Yazı tapınak işi olduğundan ilk eğitim de tapınağın yanında bulunan “tabletler evinde” (Sümer dilinde ė-dubba) gerçekleşti. Yunan coğrafyasında ortaya çıkan felsefeyle birlikte eğitim farklı şekillere büründü. Akademi bu coğrafyadaki ilk açılan okul değildi. Örneğin Pythagorasçıların da okulları vardı. Ancak daha çok tarikat okulu gibi işlev görüyordu. Platon öncesi sofistler adı verilen filozoflar da eğitimi yaygınlaştırma çabası içindeydi. Sofistler kurumsal bir çatı altında değil şehir şehir gezerek buldukları en uygun yerde eğitim faaliyeti yürütüyorlardı. Yaptıkları iş için de yüklü miktarda para talep ediyorlardı.
Tahmini olarak MÖ 387 yılında kurulan Atina akademisi öncekilerden farklıydı. Bilinen ilk felsefe okulu olan Akademi’ye kadınlar da gelebiliyordu. Öğrencilerden ücret talep edilmiyordu. Bağışlar okulun önemli gelir kaynaklarından biriydi. Platon’un derdi devlet yönetiminde filozof kralın bulunmasıydı. Bu amaçla Syrakousai’de denemeler yapmış başarısız olmuştu. Bir defasında da hayatını zor kurtarmıştı. Platon bu başarısız denemelerinden sonra, bir okul kurmayı ve filozof kralı bu okulda yetiştirmeyi düşündü. Bugün felsefe ve bilim akademisi olarak görülse de Platon bir siyaset okulu kurdu. Okulun derslikleri, kütüphanesi, eğitim programı ve eğitici kadrosu bulunmaktaydı. Örneğin matematikçi ve astronom olan Knidos’lu Eudoksos bu okulda ders vermekteydi. Okulun muhtemelen en ünlü öğrencisi Aristoteles’ti. Okula on yedi yaşında katılan Aristo zamanla retorik dersleri veren hocalardan biri oldu. Beklenti Platon’dan sonra okulun yöneticisi olmasıydı. Ancak Platon tercihini yeğeni Speusippos’tan yana kullandı ve Aristoteles okuldan da Atina’dan da ayrıldı...
Okulun programları içinde matematik ile geometri ön plandaydı. Hatta kapısında “geometri bilmeyen girmesin” yazıldığı rivayet edilir. Bunun dışında astronomi, müzik, tarih, hukuk, retorik, ahlak ve siyaset, program içinde yerini bulur. Doğa bilimleri ön planda görülmemektedir. Bu Platon’un doğa bilimleriyle olan ilgisizliği ile bağlantılı olabilir. Zaten bu açığı da öğrencisi olan Aristoteles kapatacaktır; ancak kendi okulunda; bugün lise olarak da isimlendirdiğimiz Lykeion’da…
Atina Akademisi’nin kaderi İskender (MÖ 336-323) ile birlikte değişmeye başladı. Makedonya’dan başlayarak büyük bir fetih hareketine girişen İskender, bir yandan yüzlerce yıllık Yunan kent devletlerine ve demokrasine son verirken, diğer yandan Yunan düşüncesini doğuya taşıyordu. Mısır’da kurduğu İskenderiye kenti felsefenin ve akademinin yeni merkezi olacaktı. Bu aslında doğuyla batının ilk karşılaşması değildi. Binlerce yıldır ticaret ve savaşlar sayesinde iki medeniyet birbirinden haberdardı. Ancak yeni dönem farklıydı. Yunan kentlerinin gerçeğinde şekillenen felsefe bütün olarak doğuya taşınacak ve yüzlerce yıl bu bölgeleri mesken edinecekti. Bunun karşılığında doğu da Roma İmparatorluğu döneminde kendi gerçekliğinde filizlendirdiği, Yahudi mezhebi olan Hıristiyanlığı batıya ihraç edecekti. Dünya günümüzde de doğudan batıya göçen Hıristiyanlık dinine ev sahipliği yapan egemen devletlerin sömürüsü altında yönetilmeye devam etmektedir.
Önceleri küçük bir mezhep olan İsa’nın dini MS IV. yüzyıl ve sonrasında Roma’da yönetime el koydu. Bu tarih boyunca büyücünün şef üzerinde kurduğu en açık zaferlerden biridir. Neredeyse 18-19. yüzyıllara kadar Roma topraklarında büyücü şef olmuş ya da görünüşteki şeflerin üzerinde yer almıştır. Atina akademisinin de kaderini bu gerçeklik belirleyecektir.
Dönemin arkasında bulunan siyasal ve sosyal olaylar MS IV. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Konstantinopolis’in başkent olması Roma İmparatorluğunun ağırlığının doğuya kayması ve ekümenik konsüller, baskın Hıristiyan geleneğinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu zamandan itibaren devletin yeni pozisyonu içinde yer bulamayanlar –ki onlar çoğunlukla okuryazar takımıdır– doğudan batıya göç etmeye başlamıştı bile. Göç edenler içinde dinsiz oldukları için Hıristiyan olmayanlar öncelikliydi; bunun yanında konsüllerin sınırlarını çizdiği iman alanına giremeyen Hıristiyanlar da sapkın ilan edilmiş ve sürgüne mahkûm edilmişti. Onlara kalabilmek gibi bir şans dahi verilmedi. Roma’nın hâkimiyetindeki topraklarda yaşayan insanlar için Hıristiyanlık imanı içinde yer almak bir tercih değil zorunluluktu. Aksi halde katledilmeleri kaçınılmazdı...
Paganlar, Süryaniler, Nasturidiler, Yakubiler’den oluşan bu insanlar heybelerinde, Yunan mitolojisinden başlayarak Helenistik döneme kadar olan felsefi literatürü taşımışlardı. Bugün Türkiye’nin güneydoğusunda bulunan kentlerden başlayarak İran, Irak ve Suriye’ye kadar olan geniş bir bölgede yerleşen bu insanlar Edessa, Nisibis, Cündişapur, gibi kentlerde okullar açtılar. Arapça yazan toplumlara aktarıldığı vakte kadar felsefe, matematik, mantık, tıp, astronomi, simya bu kentlerde bulunan okullarda barındı.
MÖ VI. yüzyıl Doğu Roma İmparatorluğunun Bizans olarak anılmaya başlaması ve akademiyi kapatacak olan I.Iustinianus’un sahneye çıktığı dönemdir. Flavius Petrus Sabbatius Iustinianus 482 yılında Illyria’da doğar, 527 yılında tahta çıkar ve 565 yılında ölür. Iustinianus bir yandan Roma İmparatorluğunun kaybettiği toprakları yeniden fethetme girişimine girerken, diğer taraftan sapkınlıkların ortadan kaldırılması ve Kilise’nin tek çatı altında birleştirilmesi için çabalar. İmparatorun yaptırdığı önemli işlerden birisi de mevcut yasa metinlerinin gözden geçirilerek yeni bir hukuk altyapısı oluşturulması olmuştur.
Kaynak: John Freely. Işık Doğudan Yükselir. İslam Biliminin Batı Dünyasının Şekillenmesine Katkıları. (Çev: Gül Çağalı Güven). İstanbul. 2014:41.
Doğuya göçmek zorunda olanlar içinde önemli isimler bulunmaktaydı. Bunlardan Akademi’nin son yöneticisi Damaskios, Miletoslu İsidoros ve Kilikyalı Simplikios’a Sasani Hükümdarı I.Hüsrev sığınma hakkı tanıdı ve Cündişapur’daki tıp okuluna yerleştirildi. Daha sonra affedildiği için Konstantinopolis’e dönen İsidoros Ayasofya’nın mimarları arasında yer aldı.
Kaynak: John Freely. Işık Doğudan Yükselir. İslam Biliminin Batı Dünyasının Şekillenmesine Katkıları. (Çev: Gül Çağalı Güven). İstanbul. 2014:42.
Toplumun genelinde farklı becerilere sahip çoğu zaman dili bile aynı olmayan, başka bir dünyayı gören okumuş çocuk içinden çıktığı toplum için bazı zamanlarda tehdit olarak algılanabilir. Thales’in hizmetçisinin gökyüzünü incelerken çukura düşmesiyle alay etmesinin arkasında da bu tehdit algısı bulunmaktadır.
Okumuş çocuk ancak insanların faydasına bir şeyler yapıyorsa kabul görür. Hastaları tedavi ediyordur, güzel binalar, yollar, köprüler yapıyordur, yeni aletler icat ediyordur; o zaman sorun olmaz. Ancak aynı çocuk toplumun çelişkilerini sorgularsa tehdit algısı işlemeye başlar.
Bir toplumun günlük ihtiyaçlarını giderebilmesi için çiftçilere, teknisyenlere ve zanaatkârlara, askere ve büyücüye ihtiyacı vardır. Ancak bunlar zorunlu ihtiyaçları karşılar ve insanın yaşamı zorunlu ihtiyaçlardan çok daha fazlasıdır. İyi yaşamak, güzellikler üretmek ve yeryüzünden keyif almayı da gerektirir. Bunun için sanat, felsefe ve bilim gibi alanlara ihtiyacı vardır.
Sadece aşı yapan, ilaç geliştirip uygulayan kişi değildir hekim. İnsan doğasının ve ruhunun inceliklerine nüfus eder, hem de hiçbir yarar ya da fayda beklentisi olmadan, kimseye sormadan. Kesme denildiği halde kesen ve de ölülerin resmini çizebilen kişidir hekim. Ya da meslek hayatı son bulmasına rağmen meslektaşlarına el yıkamayı öğretmeye inat eden kişidir. Günümüzde ise suyu, havayı kirletenlere karşı inatla mücadele etmeye çalışandır. Zaten insana ya da doğaya farklı gözlerden bakamayan bir tıp fakültesi mezunu ancak hastaları tedavi eden teknisyendir. Öte yandan bu çocukların ortaya çıkması o kadar da kolay değildir. Bir çırpıda birbiri ardına sıralayıverdiğiniz yıllar tek başına yetmez bu çocukların yetişmesine. Tarih, doğaya ve topluma farklı gözlerden bakabilen insanların yaşadığı toprakların üstünün bir süre sonra güzelleştiğinin öyküleriyle doludur: Miletos sonrası Yunan kentleri, Beytülhikme sonrası Bağdat, 16.yüzyıl sonrası Kıta Avrupası gibi...
Okumuş çocukların yaşaması için bazı şartlar vardır. Öncelikle ekonominiz bu çocukların hayal ettikleri düşünsel ve bilimsel faaliyetleri finanse edebilecek. Özgür olacaksınız, çocuklar her türlü düşünceyi nereye gittiğini hesap etmeden ifade edebilecek. Olayı sadece teknoloji olarak görürseniz bir yere varamazsınız; sadece başkalarını taklit edebilirsiniz. Bilimsel düşünce sansürsüz her şeye bakabilmelidir. Tabularınıza bile! Belki de onlarca yıldır çözemediğiniz sorunlar o tabuların arkasında gizlidir. Kim bilebilir? En önemlisi de yapanın kimliğinden, inancından, yaşam şeklinden bağımsız olarak yapılanları takdir edeceksiniz. Siz sadece sizin gibi düşünenleri görmekte ısrar ederseniz bir süre sonra orası çöle döner. Tarih bunun öykülerini de sayfalarında barındırmaktadır.
Bütün bunlara rağmen bu çocuklar isterlerse yine de giderler. Hiçbir şey yapamazsınız… Akıl kendine her zaman yol ve yer bulur. Sizin "kal" demenizle kalmaz, "git" demenizle gitmez. İsterlerse her zorluğa katlanır bu çocuklar. Tıpkı İbni Sina’nın Gazneli’nin sarayı yerine sürgüne katlandığı gibi… Dedim ya çoğunluk gibi düşünmezler. Bundan 100 yıl önce üzerinde yaşadığımız toprakları kurtaran da Osmanlı’nın iyi eğitim almış okumuş çocukları değil miydi? Örneğin çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca bilen Halide Edip Adıvar isteseydi Avrupa’da yaşayamaz mıydı? Ki bir dönem yaşadı da. Yine de savaşa katıldı ve sonrasında da ülkesinin münevverleri arasında yer aldı.
O istediğiniz yere gidin sözünün, entelektüel bir çocuk açısından çok da bir değeri bulunmamaktadır. Zaten kendi hayal dünyasındaki beklentileri karşılanmayan düşünce ve bilim insanı siz kal diye yalvarsanız bile durmaz. Aksine burada kalıp mücadele etmek isteyen okumuş çocuğu da asla yolundan vazgeçiremezsiniz. Geriye konfor için yaşayanlar kalıyor; onlar sadece kendi dünyaları için var oldukları için kalsalar da gitseler de değişen bir şey olmayacaktır…
Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
Ahmet Arslan. İlkçağ Felsefe Tarihi Sofistlerden Platon’a. Cilt 2. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. İstanbul.2016.
Umberto Eco. Antik Roma. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2021.
Umberto Eco. Antik Yunan. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2019.
Umberto Eco ve Riccardo Fedriga. Felsefe Tarihi. Antik Yunan. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları. İstanbul. 2020.
John Freely. Işık Doğudan Yükselir. İslam Biliminin Batı Dünyasının Şekillenmesine Katkıları. (Çev: Gül Çağalı Güven). İstanbul. 2014.
San Vitale (Ravenna) - Mosaic of Iustinianus I
Kaynak:https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Justinianus#/media/Dosya:Mosaic_of_Justinianus_I_-_Basilica_San_Vitale_(Ravenna).jpg
Başkeşiş Jean-Jacques
Barthelemy tarafından çizilen hayali Atina haritasında Platon’un Akademeia’sının
yeri,1788
Kaynak: Umberto Eco ve Riccardo Fedriga. Felsefe
Tarihi. Antik Yunan. (Çev: Leyla Tonguç Basmacı). Alfa I Tarih Yayınları.
İstanbul. 2020:208.
Yorumlar
Yorum Gönder