“İnsanın
kökeninin asla bilinemeyeceği, güvenle ve sıklıkla öne sürülmüştür: ama
bilgisizlik, çoğu zaman bilgiden daha fazla özgüven yaratır: Bilimin şu ya da
bu sorunu asla çözemeyeceğini öne sürenler, çok bilenler değil az bilenlerdir.
İnsanın diğer türlerle birlikte çok eski, daha düşük ve tükenmiş bir formun
ortak-torunu sonucuna hiç de yeni varılmamıştır. Son dönemde Wallace, Huxley,
Lyell, Vogt, Lubbock, Bruchner, Rolle ve özellikle Haeckel gibi birçok seçkin
doğa bilgininin ve filozofun savunduğu bu sonuca, Lamarck uzun zaman önce
varmıştır.”
Kaynak: Charles Darwin. İnsanın Türeyişi. (Çev:Bahar Kılıç). Alfa/Bilim Yayınlar. İstanbul.2019:11.
Kaynak: Charles Darwin. İnsanın Türeyişi. (Çev:Bahar Kılıç). Alfa/Bilim Yayınlar. İstanbul.2019:11.
Kesin tarihi bilmiyorum, bilen varsa da öğrenmek isterim. Aklını doğayı açıklamak için kullanmaya başlayan ilk insandan itibaren en fazla uğraşılan konu yeryüzündeki geçmişimizdir. Yine kim olduğunu bilmiyorum; ancak bu soruya verilen ilk aklı başında yanıt galiba mitolojik hikâyelerdir. Bilgisizliğimizden kaynaklanan mitoloji günümüzde yaşayan ve milyarlarca insanın günlük hayatını olumlu-olumsuz etkileyebilen kurumsal dinlerin metinlerini beslemektedir. Öte yandan insan aklı geçmişini öğrenmek için efsanelerle yetinmemiştir. Tarihsel süreçte mitolojinin karşısına koyduğu felsefe ve bilim bugün dünya üzerindeki öykümüzü önemli oranda ortaya dökebilmiştir.
Bilim, bilmedikleriyle kıyaslandığında, bildikleri yeni doğmuş bebek refleksleri düzeyinde kalsa da, dünya nüfusunun en az dörtte üçü öykülere iman etmeyi tercih etmiş olsa da geçmişimizi öğrenmek için elimizdeki en değerli kaynaktır…
Bu makalede, insanın keşfinde çok önemli dönüm noktası olan “Lucy” isimli fosilin hikâyesini anlatmaya çalışacağım. Çok umutlu değilim ama aklının felsefe ve bilime ayrılmış bölümünü kullanmayı öğren(e)memiş ya da sonrasında bırakmış insanların, bir şarkının sözlerinden yola çıkarak, yüzlerce yıl sonraki nesillerin gururla sahip çıkacağı bir sanatçıyı yaşarken incitmekten vazgeçmelerine belki yardımcı olurum…
İnsanın
kökeni
“En başından başlamak mümkün değil. Modern insanların ilk atalarını belirlemek, tarihlendirmeleri sorunlu olan eksik iskeletlerin, yarım yamalak fosil kayıtlarının yol açtığı bir dizi zorluk içerir. Uzmanların bu kayıtların derlenmesi ve bulunan çeşitli iskeletler arasındaki ilişkiler konusunda birbirinden temelden farklı görüşleri vardır…
Yine de, insanın doğal dünyanın geri kalan kısmıyla olan bağlantısı bellidir. Memeliler yaşayan 185 türü olan primatlar sınıfına dâhildir. Primatlar iki gruba ayrılır: antropoidler (kuyruksuz maymunlar, maymunlar ve insanlar) ve prosiminalar(lemurlar ve tersiyerler).”
Kaynak: Clive Ponting. Yeni Bir Bakış Açısıyla Dünya Tarihi (Çev:Eşref Bengi Özbilen). Alfa Yayıncılık. İstanbul. 2015:3.
İnsanın en eski atasının tarihini bilmek bugün için
çok zor; 65 milyon yıl önce sürüngenlerin yok olduğu zamanda ortaya çıkmış
olabileceği tahmin ediliyor. Olasılıkla 30-35 milyon yıl önce Nil vadisinde
yaşamış olan tilki büyüklüğünde Aegytopiyhecus adı verilen canlı. 25-20 milyon
yıl önce antropoitlerdeki dönüşüm ile kuyruksuz maymunların ayrıldığı
düşünülüyor. Bir diğer ayrım ise 10-5 milyon yıl önce yaşanıyor ve kuyruksuz
maymunlardan hominidler ayrılıyor. Beş milyon yıl önce evrim geçiren hominid
ailesi bugün yeryüzünde yaşayan Homo
Sapiens’in öncülüdür. Bilim insanları hominidlerden bize gelen yolda dört
faktörün çok belirleyici olduğunu söylüyor: iki ayak üzerinde durmak ve
ellerin boşa çıkması ile beynin büyümesi ve dil gelişimi ile yaşanılan
tecrübelerin (kültürün) yayılmasıdır.
İlk hominidler güneyli kuyruksuz maymunlar (Australopithecines) olarak biliniyor ve 3,7 milyon yıl öncesine kadar yaklaşık bir milyon yıl var olan türün adı Australopithecus afarensis’dir. Makalenin konusu olan da bu türdür; 1974 yılında Donald Johanson (1943) tarafından fosili bulunan ve “Lucy” olarak isimlendirilen, iki ayağı üzerinde durduğu bilinen, 1,2 metre boyunda, 19-21 yaşlarında bir dişiye ya da erkeğe aittir.
Lucy’nin keşfi
Donald Johanson…
“İnsan atalarının fosillerini inceleyen bizlerin birçoğunun birtakım boş inançları vardır; çünkü yaptığımız iş büyük ölçüde şansa dayanır. Bu fosiller son derece ender fosillerdir ve azımsanmayacak bir bölümümüz yaşamları boyunca bir tane bile bulmamıştır. Ben en talihlilerinden biriyim… Şanslı olduğumu biliyorum, saklamaya da çalışmıyorum. O sabah kalktığımda muhteşem bir şeylerin olacağı o şanslı günlerden biri olduğunu hissettim…
Tom’la birlikte bir iki saat çevreyi gözden geçirdik. Artık öğle vakti olmak üzereydi ve sıcaklık 60 dereceye yaklaşıyordu. Pek bir şey bulamamıştık…
Tam ayrılmak için dönmüştük ki yerde duran bir şey dikkatimi çekti.
‘Bir insansı kolu’ dedim.
‘Olamaz’ dedi Tom. ‘Çok küçük. Bir tür maymun olmalı.’
Eğilip inceledim.
‘Oldukça küçük’ diye yeniledi Tom.
Başımı salladım.
‘İnsansı’
‘Bu kadar emin olmana yol açan ne?’ diye sordu.
‘Tam elimin yanında duran parça. O da bir insansı.’
‘Allah Allah’ dedi Tom. Onu yerden aldı. Küçük bir kafatasının arka parçasıydı. Onun yaklaşık bir metre ötesinde bir uyluk kemiği –kalça kemiği- duruyordu… Şimdiye dek böyle bir iskelet hiçbir yerde bulunmamıştı.’
‘Şuraya bak’ dedi Tom. ‘Kaburga kemikleri.”
‘Tek bir iskeletten olmasın sakın?’
‘Tanrı aşkına, inansan iyi olur!’ diye bağırdı. ‘İşte tam burada!’ Sesi giderek ulumaya bir dönüştü. O 60 derecelik sıcağın altında hoplayıp zıplamaya başladık. Çevremizde duygularımızı paylaşacak kimse yoktu. Terden sırılsıklam ve leş gibi, sıcağı daha artıran çakıllar ve çevremizde dağılmış tek bir insansı iskeletinin parçaları oldukları artık neredeyse kesin olan küçük kahverengi kalıntılar arasında uluyup sarılarak birbirimizi kucakladık.
‘Şu zıplamaya bir son vermemiz gerekli’ dedim en sonunda. ‘Bir şeylerin üzerine basabiliriz. Hem sonra emin de olmak zorundayız…”
Bütün bu işler bittiğinde elimizde ortaya çıkardığımız, tek bir bireyin iskeletinin yaklaşık yüzde 40’nı içeren çoğu küçük parçalar halinde birkaç yüz kemik parçası vardı…
Kamp heyecanla çalkalanıyordu. İlk gece hiçbirimiz yatmadı. Konuştukça konuştuk. Birbiri ardına biralar içtik. Kampta bir kasetçalar vardı. Kasetçaların sesi sonuna kadar açıldı ve Beatles’in şarkısı ‘Lucy int the Sky with Diamonds’ gece boyunca tekrar tekrar göğe yükseldi. Bu unutulmaz gecenin belli noktasında yeni fosilin adı artık Lucy oldu.”
Kaynak: Adrian Berry. Bilimin Arka Yüzü. (Çev:R.Levent Aysever). TÜBİTAK Yayınları. Ankara. 2014:153-158.
Donald Johanson’ın
insansı olarak ifade ettiği canlı tam olarak bilinmese de ilk ayağa kalkan
öncül olduğu düşünülüyor. Muhtemelen o “Homo
sapiens”in ortadan kalkmış akrabasıdır; belki de ademoğlunun kendisidir.
Ben antropolog ya da fosil bilimci değilim. İnsan evrimiyle ilgili tartışmalara
burada daha fazla girmeyeceğim. Benim amacım bu bulguların bilim tarihinde
yarattığı çekişmeyi ortaya koymaktır.
Johanson’in çalıştığı dönemde antropoloji dünyasında büyük bir rekabet bulunmaktaydı. O kadar ki The New York Times gazetesinin 18 Şubat 1979 tarihli baskısının ilk sayfasındaki bir haberin başlığı şöyleydi: “Ön-insan bulgusu karşıt görüşlü antropologları böldü”. Taraflardan biri Kenyalı antropolog Richard Leakey(1944-2022), diğeri de Dr.Donald Carl Johanson’dur.
Richard Leakey’in 1944 yılında başlayan yaşamı 02 Ocak 2022 tarihinde Rift Vadisinde bir tepede son buldu. O yaptığı fosil çalışmalarıyla bilim tarihine eşsiz katkılar sundu. Ancak Kenya’lı bilim insanının tek işi fosiller değildi. Leakey 78 yıllık yaşamına doğal hayatın koruyuculuğunu da sığdırmıştı. Kenya’lı olan Leakey’in fil avcılarıyla olan mücadelesiyle adından yüzlerce yıl söz ettirecek bir insan olarak karşımızda durmaktadır.
İlk fosilini altı yaşında bulan Leakey, üniversiteye gitmemiş ancak ailesinden çok sıkı bir eğitim almıştır. En büyük şansı arkeolog ve paleoantropolog olan bir anne babaya sahip olmasıydı. Darwin’i iyi biliyor ve insanın köklerinin Afrika’da bulunacağını düşünüyordu. Babası Louis S.B. Leakey, 23 yaşında Etiyopya, Kenya ve Tanzanya arasında uzanan Büyük Rift Vadisinde çalışmalara başladı. Vadi günümüzde en zengin hominid fosillerinin bulunduğu yer olarak bilinmektedir ve jeolojik özellikleri nedeniyle çeşitli canlı türlerine ve fosillerine ev sahipliği yapmıştır. Ancak çalışmak için çok zor koşullara sahipti. Ailesi ile birlikte kazı çalışmalarına katılan Leakey daha sonra şöyle yazacaktı: “Neden hiçbir zaman bir paleoantropolog olmayı istemediğimi çok iyi hatırlıyorum… Hep ter içinde, yapış yapışsınızdır, sinekleri kovmaya çalışırsınız ve bir gölge ararsınız.”
Johanson da benzer koşullarda çalışıyordu, “Neredeyse her seferinde hastalanarak
dönüyordum. 1970’li yıllarda teşhis konulamayan yüksek ateşli hastalıklara
yakalandım.”
Kaynak: Hal Hellman. Bilim tarihinden seçilmiş on tartışma. Büyük Çekişmeler. (Çev:Füsun Baytok). TÜBİTAK Yayınları. Ankara.2008:184.
“En başından başlamak mümkün değil. Modern insanların ilk atalarını belirlemek, tarihlendirmeleri sorunlu olan eksik iskeletlerin, yarım yamalak fosil kayıtlarının yol açtığı bir dizi zorluk içerir. Uzmanların bu kayıtların derlenmesi ve bulunan çeşitli iskeletler arasındaki ilişkiler konusunda birbirinden temelden farklı görüşleri vardır…
Yine de, insanın doğal dünyanın geri kalan kısmıyla olan bağlantısı bellidir. Memeliler yaşayan 185 türü olan primatlar sınıfına dâhildir. Primatlar iki gruba ayrılır: antropoidler (kuyruksuz maymunlar, maymunlar ve insanlar) ve prosiminalar(lemurlar ve tersiyerler).”
Kaynak: Clive Ponting. Yeni Bir Bakış Açısıyla Dünya Tarihi (Çev:Eşref Bengi Özbilen). Alfa Yayıncılık. İstanbul. 2015:3.
İlk hominidler güneyli kuyruksuz maymunlar (Australopithecines) olarak biliniyor ve 3,7 milyon yıl öncesine kadar yaklaşık bir milyon yıl var olan türün adı Australopithecus afarensis’dir. Makalenin konusu olan da bu türdür; 1974 yılında Donald Johanson (1943) tarafından fosili bulunan ve “Lucy” olarak isimlendirilen, iki ayağı üzerinde durduğu bilinen, 1,2 metre boyunda, 19-21 yaşlarında bir dişiye ya da erkeğe aittir.
Lucy’nin keşfi
Donald Johanson…
“İnsan atalarının fosillerini inceleyen bizlerin birçoğunun birtakım boş inançları vardır; çünkü yaptığımız iş büyük ölçüde şansa dayanır. Bu fosiller son derece ender fosillerdir ve azımsanmayacak bir bölümümüz yaşamları boyunca bir tane bile bulmamıştır. Ben en talihlilerinden biriyim… Şanslı olduğumu biliyorum, saklamaya da çalışmıyorum. O sabah kalktığımda muhteşem bir şeylerin olacağı o şanslı günlerden biri olduğunu hissettim…
Tom’la birlikte bir iki saat çevreyi gözden geçirdik. Artık öğle vakti olmak üzereydi ve sıcaklık 60 dereceye yaklaşıyordu. Pek bir şey bulamamıştık…
Tam ayrılmak için dönmüştük ki yerde duran bir şey dikkatimi çekti.
‘Bir insansı kolu’ dedim.
‘Olamaz’ dedi Tom. ‘Çok küçük. Bir tür maymun olmalı.’
Eğilip inceledim.
‘Oldukça küçük’ diye yeniledi Tom.
Başımı salladım.
‘İnsansı’
‘Bu kadar emin olmana yol açan ne?’ diye sordu.
‘Tam elimin yanında duran parça. O da bir insansı.’
‘Allah Allah’ dedi Tom. Onu yerden aldı. Küçük bir kafatasının arka parçasıydı. Onun yaklaşık bir metre ötesinde bir uyluk kemiği –kalça kemiği- duruyordu… Şimdiye dek böyle bir iskelet hiçbir yerde bulunmamıştı.’
‘Şuraya bak’ dedi Tom. ‘Kaburga kemikleri.”
‘Tek bir iskeletten olmasın sakın?’
‘Tanrı aşkına, inansan iyi olur!’ diye bağırdı. ‘İşte tam burada!’ Sesi giderek ulumaya bir dönüştü. O 60 derecelik sıcağın altında hoplayıp zıplamaya başladık. Çevremizde duygularımızı paylaşacak kimse yoktu. Terden sırılsıklam ve leş gibi, sıcağı daha artıran çakıllar ve çevremizde dağılmış tek bir insansı iskeletinin parçaları oldukları artık neredeyse kesin olan küçük kahverengi kalıntılar arasında uluyup sarılarak birbirimizi kucakladık.
‘Şu zıplamaya bir son vermemiz gerekli’ dedim en sonunda. ‘Bir şeylerin üzerine basabiliriz. Hem sonra emin de olmak zorundayız…”
Bütün bu işler bittiğinde elimizde ortaya çıkardığımız, tek bir bireyin iskeletinin yaklaşık yüzde 40’nı içeren çoğu küçük parçalar halinde birkaç yüz kemik parçası vardı…
Kamp heyecanla çalkalanıyordu. İlk gece hiçbirimiz yatmadı. Konuştukça konuştuk. Birbiri ardına biralar içtik. Kampta bir kasetçalar vardı. Kasetçaların sesi sonuna kadar açıldı ve Beatles’in şarkısı ‘Lucy int the Sky with Diamonds’ gece boyunca tekrar tekrar göğe yükseldi. Bu unutulmaz gecenin belli noktasında yeni fosilin adı artık Lucy oldu.”
Kaynak: Adrian Berry. Bilimin Arka Yüzü. (Çev:R.Levent Aysever). TÜBİTAK Yayınları. Ankara. 2014:153-158.
Johanson’in çalıştığı dönemde antropoloji dünyasında büyük bir rekabet bulunmaktaydı. O kadar ki The New York Times gazetesinin 18 Şubat 1979 tarihli baskısının ilk sayfasındaki bir haberin başlığı şöyleydi: “Ön-insan bulgusu karşıt görüşlü antropologları böldü”. Taraflardan biri Kenyalı antropolog Richard Leakey(1944-2022), diğeri de Dr.Donald Carl Johanson’dur.
Richard Leakey’in 1944 yılında başlayan yaşamı 02 Ocak 2022 tarihinde Rift Vadisinde bir tepede son buldu. O yaptığı fosil çalışmalarıyla bilim tarihine eşsiz katkılar sundu. Ancak Kenya’lı bilim insanının tek işi fosiller değildi. Leakey 78 yıllık yaşamına doğal hayatın koruyuculuğunu da sığdırmıştı. Kenya’lı olan Leakey’in fil avcılarıyla olan mücadelesiyle adından yüzlerce yıl söz ettirecek bir insan olarak karşımızda durmaktadır.
İlk fosilini altı yaşında bulan Leakey, üniversiteye gitmemiş ancak ailesinden çok sıkı bir eğitim almıştır. En büyük şansı arkeolog ve paleoantropolog olan bir anne babaya sahip olmasıydı. Darwin’i iyi biliyor ve insanın köklerinin Afrika’da bulunacağını düşünüyordu. Babası Louis S.B. Leakey, 23 yaşında Etiyopya, Kenya ve Tanzanya arasında uzanan Büyük Rift Vadisinde çalışmalara başladı. Vadi günümüzde en zengin hominid fosillerinin bulunduğu yer olarak bilinmektedir ve jeolojik özellikleri nedeniyle çeşitli canlı türlerine ve fosillerine ev sahipliği yapmıştır. Ancak çalışmak için çok zor koşullara sahipti. Ailesi ile birlikte kazı çalışmalarına katılan Leakey daha sonra şöyle yazacaktı: “Neden hiçbir zaman bir paleoantropolog olmayı istemediğimi çok iyi hatırlıyorum… Hep ter içinde, yapış yapışsınızdır, sinekleri kovmaya çalışırsınız ve bir gölge ararsınız.”
Kaynak: Hal Hellman. Bilim tarihinden seçilmiş on tartışma. Büyük Çekişmeler. (Çev:Füsun Baytok). TÜBİTAK Yayınları. Ankara.2008:184.
Meslek hayatına önceleri safari şirketi çalıştırarak başlayan Richard bir süre sonra Rift Vadisi içinde bulunan Koobi Fora bölgesiyle ilgilenmeye başladı. Babasını kaybettiği 1972 yılında bulduğu kafatası fosili hayatını etkileyecekti. Eksiksize yakın hominid fosilinin yaşı 1,9 milyon yıldı. Resmi bir eğitimi olmamasına rağmen Richard homo ailesinin en eski üyesini bularak bilim camiasına katılmıştı. Bulgularını 1973 yılında yayınladı ve fosile Homo habilis adını verdi.
Bu arada sahnenin öbür kısmında genç bir bilim insanı, daha lise hayatı sırasında Leakey ailesinin National Georaphic’de çıkan bir yazısından esinlenerek akademik hayatını antropolojiye doğru çeviriyordu. Johanson üniversiteye başladığında Leakey ailesi yeni bir fosil bulmuştu. Ancak bu sefer bulunan bir austrolopithecus değil, Homo habilis’ti, yaşı da 1.75 milyon yıldı. Yani homo türlerinin yaşı o güne kadar bilinenden hele de tapınağın bildiğinden (6000 yıl) çok çok fazlaydı…
Johanson ile Richard’ın yolu 1970’li yılların başında Afar üçgeni olarak bilinen Büyük Rift Vadisi’nin kuzey ucunda kesişti. Kazı ekibini yöneten Richard bir paleoantropolog arıyordu ve henüz tezini tamamlamamış olan Johanson önerildi. O da hemen kabul etti. Ekip kampını 1973 yılında sıcaktan kavrulan Hadar bölgesinde kurdu. Grubun üyesi olan Jon Kalp o günleri şöyle anlatıyor;
“Johanson’un kafasında hominid fosili bulma düşüncesi sabit bir fikir haline gelmişti. Araştırmayı tekeline almak, hominid arayışını tek amacı haline getirmek istiyordu. Richard işlerin nasıl gittiğini görmek için kampı ziyaret etti ve Johanson’a gerçekten hominid bulmayı mı umduğunu sordu. ‘Seninkinden bile daha yaşlısını bulacağım’ diye cevap verdi Johanson. ‘Bir şişe şarabına bahse girerim’ diye de ekledi. ‘Kabul’ dedi Richard.”
Kaynak: Hal Hellman. Bilim tarihinden seçilmiş on tartışma. Büyük Çekişmeler. (Çev:Füsun Baytok). TÜBİTAK Yayınları. Ankara.2008:190.
Richard bu durumdan rahatsız olmuştu. Ancak sorun fosilin keşfi ya da Johanson değildi. Meslektaşların yorumlarıydı. Diğer taraftan Johanson, Leakey ailesini ve Richard’ı takıntı haline getirmişti. Leakey ailesinin biyografisini yazan Virginia Morell, Lucy’nin bulunuşunu şöyle aktarıyor:
“Elinde tuttuğu kol, bacak ve el kemiklerini kameraya uzatarak ‘hey Richard, şuna bak! Güzel değil mi! İşte Şimdi avucumdasın!’ diye bağırıyordu.”
Kaynak: Hal Hellman. Bilim tarihinden seçilmiş on tartışma. Büyük Çekişmeler. (Çev:Füsun Baytok). TÜBİTAK Yayınları. Ankara.2008:191.
Richard Leakey, Johanson’un aceleci davrandığını düşünüyor ve bulgularını ancak şüpheliler sınıfına koyabileceğini iddia ediyordu. Marry’nin Johanson’a kızması, çalışmalarını özensiz ilan etmesine rağmen, Richard ile Donald arasındaki ilişki henüz kopmamıştı. İkili yüz yüze bir tartışmaya doğru gidiyordu.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki saygın televizyon programı yapımcılarından olan Walter Cronkite ikiliyi televizyon karşısında tartışmaya çağırmıştı. Johanson programda kendi hazırladığı insanın soyağacı ile ilgili grafik ile başladı. Richard grafiğin üzerine bir çarpı attı ve fosillerin yeterli kanıt sağlamadığını iddia etti. Richard programı talihsizlik olarak ifade ederken, Johanson ısrarla kazandığını vurguluyordu. Olay 1981 yılında olmuştu. 1984 yılında Richard Leakey kazı çalışmalarını bırakarak, Kenya Ulusal Müzesi ve babasından kalan Primat Araştırmaları Enstitüsü ile ilgilenmeye başladı. Richard Kenya’daki yabanı hayatı korumakla uğraşırken 1993 yılında uçak kazasında bacaklarını kaybetti. Daha sonra da önemli sağlık sorunları yaşadı. Çalışmalarını ikinci karısı ve yardımcısı Meave üstlendi. Meave, 1994 yılında Büyük Rift Vadisinin başka bir bölgesinde 4,2-3,9 milyon yıl öncesine tarihlenen hominid örnekleri buldu. Örneklerin hepsinden farklı olduğu düşünüldüğünden Austalopithecus anamensis adı verildi. Ayrıca daha sonraki çalışmalarda Lucy’nin dişi olmadığı iddia edildi. Johanson 1996 yılında National Geographic’de yayınlanan bir yazısında şunu söyledi: “Lucy en eski atamız olmayabilir ama hala en iyi tanını o.”
Bilim insanlarının arasında geçen tartışmalar bu hareketin en önemli itici gücü olmuştur. Leakey ve Johanson’un rekabeti bize geçmişimizin kapılarını aralamıştır. Böylece hiçbir gözleme ve mantıksal çıkarıma dayanmayan efsaneler ancak tarihsel değeri olan hikâyeler ya da kıssalara dönmüşlerdir. Buna rağmen dünyanın büyük bir kısmında insanlar, hiçbir olgusal deneyime ve akılsa çıkarıma dayanmayan masallarla yaşamlarını biçimlendirmeye çalışıyorlar.
Hayatı boyunca bir laboratuvarda, kütüphanede, insanların içinde, doğada ayralrını-yıllarını harcamamış; 50 °C güneşin altında bir kemik parçası arama ya da -50 °C’de Antartika’da dünyanın oluşumu için bir gözlem yapma derdi olmamış insan için masalla bilimsel bilginin ayrımı o kadar da önemli olmasa gerek... Onlar yaslandıkları masalları bile orijinal kaynağından okuyup anlamak için zaman harcamadıkları gibi sadece vaazlarda duydukları üç beş cümleyle hakikate ulaştıklarını düşünmektedirler. Darwin’in de söylediği gibi bilgisizlik bilgiden daha fazla bir özgüven yaratır. Bilimin işe yaramadığını düşünenler bilenler değil bilmeyenlerdir. Aslında burada bir sorun yok; insan istiyorsa cehaletiyle mutlu olabilir. Sorun cehaletin bilgiyi ikna etmeye çalışması ve ikna edemediğinde de yok etmek istemesi noktasında ortaya çıkmaktadır…
Charles Darwin. İnsanın Türeyişi. (Çev:Bahar Kılıç). Alfa/Bilim Yayınlar. İstanbul.2019.
Clive Ponting. Yeni Bir Bakış Açısıyla Dünya Tarihi (Çev:Eşref Bengi Özbilen). Alfa Yayıncılık. İstanbul. 2015.
Adrian Berry. Bilimin Arka Yüzü. (Çev:R.Levent Aysever). TÜBİTAK Yayınları. Ankara. 2014.
Hal Hellman. Bilim tarihinden seçilmiş on tartışma. Büyük Çekişmeler. (Çev:Füsun Baytok). TÜBİTAK Yayınları. Ankara.2008.
Batuhan Sarıcan. Doğa korumacı, halk kahramanı, paleoantropolog Richard Leakey. Herkese Bilim ve Teknoloji Dergisi. Sayı:304. 20 Ocak 2022:18-19.
24 Nisan 2012 yılında 13.Dünya Halk Sağlığı Kongresi için Addis Ababa'ya gittim. O esnada Etiyopya Ulusal Müzesini de ziyaret ettim. Lucy ile ilgili bölümü de orada görme şansı buldum. Gerçi o yıllarda orijinal fosiller inceleme için Amerika Birleşik Devletleri'ndeydi ve ben kopyasını görebilmiştim. Olsun sonuçta türümün ve cinsimin en bulunmuş en eski üyesinin yurdundaydım ve Lucy önümde duruyordu. Orada çektiğim fotoğrafları paylaşacağım...
İnternette araştırdığımda Johanson'un Lucy'nin bulunuşunu anlattığı bir videoya rastladım. Aşağıda onu paylaşıyorum...
Lucy'nin bulunduğu gün kampta dinlenilen Beatles'ın ünlü eserini buraya koymazsak olmaz...
Leakey ile Johanson arasında geçmiş olan bir televizyon programından bahsediliyor 1981 yılında yapılmış. Onu bulamadım. Ancak tarihine emin olmadığım Dr.Sanjay Gupta tarafından yönetilmiş bir tartışma videosu buldum. (https://www.amnh.org/explore/news-blogs/news-posts/human-evolution-and-why-it-matters-a-conversation-with-leakey-and-johanson) Onu da paylaşmak istedim. Belki izlemek isteyenler olur...
Kaleminize sağlık hocam. Kendi geçmişimize karşı ne kadar az şey bildiğimizi ve bilmek için ne kadar çok uğraş vermemizi gösterdiniz. Massalları cozumledigimiz zaman, kalkan olmak yerine, lucy'e ulaşmak ve daha iyi anlamak için geçmişe bir fener olabilir.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, masallar başlangıç noktası olmak için çok değerli. İyi ki varlar. Onlar olmasaydı belki Lucy'i hiç aramayacaktık. Ancak Lucy'i bulmadan da dünyada neler olup bittiğini açıklamamız çok olanaklı görülmüyor. Burada masalın görevi tamamlanıyor ve yerini felsefe ile bilim alıyor...
SilHocam antik yunada ilk çağ filozoflarinin, arkhe sorununa yaklaşımları, sonucu vardıkları sonuç itibari ile, bir sanat kategorisinde değerlendirilebilir mi?
SilSanatı biraz açmanı isteyeceğim. Neyi kastettiğin çok önemli. Tartışmaya tanımlarla başlayalım istersen. O zaman iletişim kurmamız daha kolay olabilir...
Silİnsanın dünyayı anlamlandırma şeklini değiştirmesi ve ona anlatılan masallardan şüphe etmesi için içinde bulunduğu durumdan rahatsız olması.. günlük hayatına engel olan sorunlar yaşaması ve hakikatin peşine düşüp vardığı sonucu kabul edebilecek kadar cesur olması lazımdır. Oysa dinler insanın gelişim sürecinde çocukluğunda dahil hayatı ve hakikatleri din penceresinden algılamasını ister ve eğer sistemli bir din eğitimi varsa şüphe etmek daha da zorlaşır. İnanmak için doğru bilgi gerekmez hayatı anlamlandırabilecek(!) iyi bir masal yeterlidir. Lucy bilimin yolda olmasıdır. Masallarsa yola çıkmaktan çok uzakta varmış olduklarını düşündükleri yerdedirler. Dünyanın insanlığın daha sağ sağlıklı yaşayabileceği bir yer olması için erdemli ve şüphenin yolunda olan algılara sahip olmamız lazım. Bu masalların yok olmaya değil insanların zihinlerinde bunların varlığının doğru anlamlandırılmaya ihtiyacı var. Nihayetinde bunlar hep insanın dünyayı anlamlandırma çabasının sonuçları. Aksi takdirde elimizde Huxley in Cesur Yeni Dünya ütopyasının benzeri kalır ve sanatı yani yorum farkını yok diyebilecek kadar kaybederiz.
YanıtlaSilOkurken daha bir meraklanıyor insan ve verilen bilgilerin hepsinin kaynağının olması anlatış üslubu o kadar anlamlı ve güvenilir ki insanın okudukça okuyası geliyor ,emeğinize sağlık hocam
YanıtlaSil