"Bilim
insanı olmak naif olmaktır. Gerçeği anlamaya o kadar odaklandık ki...
...gerçekte ne kadar az kişinin onu bulmamızı istediğini gör(e)medik.
Fakat görsek de gör(e)mesek de, tercih etsek de etmesek de...
Fakat görsek de gör(e)mesek de, tercih etsek de etmesek de...
...gerçek hep orada... Gerçek
ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi umursamaz.
Hükümetlerimizi umursamaz... ...ideolojilerimizi, inançlarımızı...
Hükümetlerimizi umursamaz... ...ideolojilerimizi, inançlarımızı...
Her zaman pusuda bekler...
Bir zamanlar gerçeğin bedelinden korkuyordum.
Bir zamanlar gerçeğin bedelinden korkuyordum.
Şimdi sadece şunu soruyorum: Yalanların bedeli
nedir?"
Chernobyl Dizisi-5.Bölüm-2019...
Yukarıdaki sözler, Chernobyl isimli dizinin son bölümünün final sahnesinde, bir yandan nükleer felaketle diğer taraftan siyasi bağnazlık ve saldırganlıkla mücadele etmeye çalışan Valeri Legasov (1936-1988) karakterinin diyaloglarıdır. Sözler gerçek midir? Bilemiyorum... Ama gerçek olgusal dünya ile kurgusal dünya arasındaki çelişkiyi yerinde ifade etmiştir.
Ben de bu yazıda hakikat ve yalan arasındaki çelişkiyi hakkında düşünmeye çalışacağım.
Hakikate ulaşmak için öncelikle gerçek tanımına göz atılmalıdır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü iki kelimeyi eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Ansiklopedisi’nin 2. cildinde hakikat kavramı, gerçekle özleştirilmekteyse de, gerçek “bilinçten bağımsız, somut ve nesnel olarak var olan”, hakikat ise “nesnel gerçeğin düşüncedeki yansısı” olarak tanımlanmaktadır. Hakikat ve gerçek kavramları üzerine akıl yürütmeye başladığımızda karşımıza gerçek olmayan ya da yalan kavramı çıkmaktadır. Orhan Hançerlioğlu’nun sözlüğünde (7.Cilt) yalan, hakikat ve gerçeğin karşıtı olarak, yanlış kelimesiyle anlamdaş olmak üzere, “aldatmak amacı güden gerçeğe aykırılık” ya da “nesnel gerçekliğin bozulup saptırılmış, kılık değiştirmiş yansıması” olarak ifade etmektedir. Yanlış ise doğru karşıtı olan bir mantık değimi olarak tanımlanmaktadır. Doğru bir önermenin olumsuzlanması yanlıştır. Aristoteles, yanlış kavramını, gerçeklikle çelişen olarak tanımlamıştır.
İnsan varlığını nesnel gerçekliği olan bir dünyada sürdürmektedir. Her ne kadar felsefi ve inançlı zihin bu konuda yoğun bir tartışma birikimi oluşturmuş olsa da nesnel dünyayı inkâr etmenin bir karşılığı bulunmamaktadır. Ulaşılmaya çalışılan sınır dünyayı anlamlandırma çabasından ileri gitmemektedir. Gerçeği açıklayabilmek için tikel şeyleri ya da olguları gözlem ve deney yoluyla genellemelere ulaştırmak bilimin işidir. Aslında bilim yaptığı gözlem ve deneyler çerçevesinde tikel olayların açıklaması sınırında kalır. Evrenin açıklaması derseniz, işte bütün gürültü patırtı burada kopmaktadır. İnsan binlerce yıldır çevresini açıklamaya ve de değiştirmeye çabalamaktadır. Böylece bir yandan sorularına yanıt bulurken diğer yandan hayatını kolaylaştıracak eşyalar üretmeyi başarabilmiştir. Aslında bilimin yürüttüğü bu süreç yalanla başlamaktadır. Çünkü tarih boyunca bilimle uğraşan insanlar önce karşılaştıkları eşyayı ya da olguyu tanımlamaya sonra da nedenlerini açıklamaya çalışmaktadırlar. Öncelikle akıl yürüten öznenin gözlem ve deney raporlarıyla sonuca yürüyebilecek öznel bir açıklaması olmalıdır. Bugün bilimsel uygulamada varsayım-hipotez olarak tanımladığımız bu açıklama, süreci başlatmak için uydurduğumuz bir yalandır. İşte gerçekliğin zihindeki yansıması olan hakikate ulaşmanın sırrı bu yalanın üretilmesinde yatmaktadır. Bilimsel yöntemde yalanlarımızı sınayabileceğimiz gözlem ve deney tekniklerimiz bulunmaktadır. Bu teknikler sayesinde birçok yalan elenir ve hakikate en yakın olanlar ayakta kalabilirler. Bu da bizi her deneyde doğrulayarak ya da yanlışlayarak hakikate bir adım daha yaklaştırır. Öte yandan bu yöntem de henüz hakikatin tamamına ulaşmayı garanti edememiştir. Gerçi ulaşılabilecek nihai bir hakikat/gerçek var mıdır? O da ayrı bir tartışma konusudur…
İkinci yol ise bundan çok daha farklıdır. Yapılan açıklamayı ya da yalanı hiç kontrol etme gereksinimi duymayız. Bazen gökyüzünden gelmesi, bazen bir liderden gelmesi, bazen güvendiğimiz birinden ya da öğretmenimizden gelmesi yeterlidir inanmamız için. Çoğu zaman da yalanının sahibinin gücü ya da bize sağladığı imkânlar sorgulamamızı engeller. Gerçeklik dünyasından kopar kurgusal bir dünyada var olmaya çalışırız. Aslında bu açıklamaların önemli bir kısmının hakikate ulaşmak gibi bir ereği de bulunmamaktadır. Amaç insanları bazı duygularla yüklemek ve istenilen hedefe ulaşmak için motive etmektir. Bunun için de çoğu zaman arkalarında bir güç bulundururlar ki hitap ettikleri insanlar onlara inanabilmek için bir sebep üretebilsinler…
Bilim insanları ise tarih boyunca birbirleriyle konuşabilecekleri bir sistem üzerinden hakikat yolunda ilerlemeye çalışırlar. Çünkü hakikat asla kendini insanlara anlatmaya, onlara duygu yükleyerek ereksel bazı hedeflere yönlendirmeye çalışmaz. İbn Rüşd Faslu’l-Makal isimli eserinde bize şöyle demektedir: “Var olanlar hakkında geçmiş milletlere ait kanıtlama şartlarının getirdiği bir inceleme ve değerlendirmeye rastlarsak onların bu konuda söylediklerine ve kitaplarında yazdıklarına bakmamız icap eder. Gerçeğe uyanları alıp kabul ederiz ve bundan mutlu olur onlara teşekkür ederiz. Gerçeğe uymayanlara ise dikkat çeker, ondan sakındırırız ve kendilerini mazur görürüz”. (Kaynak: İbn Rüşd. Faslu’l-Makal. Çeviri: Mahmut Kaya. Klasik Yayınları, 2019). İbn Rüşd aynı eserinde araştırma sırasında yoldan çıkma nedenleri arasında; yaratılıştaki eksiklik, akıl yürütme sıralamasındaki kötülük, arzuların ağır basması, kendisine yol gösterecek bir öğretici olmamasını saymaktadır. Özellikle dünya işlerine dalmak ve erdemli olmamak birçok ilim adamının yanlışa sapmalarına neden olabilmektedir.
İşte bu noktada karşımıza hakikatin karşıtı olarak yalan ya da yanlışlar ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir sınamaya tabi tutmadan düşündüğünün doğru olduğunu kabul etmek toplum içinde oldukça yaygındır. Çoğu zaman da arkasına gücü almaktadır. Birçok gerekçenin arkasına saklanan toplumun da, elde etmesi zahmetli olmayan ve kısa dönemde kendisine fayda sağlayabilen düşünceye inanmaması için hiçbir neden yoktur. Bir de yalanın arkasında bir güç varsa o zaman hakikati aramanın hiçbir makul bir gerekçesi olmamaktadır. Hakikati bulmaya uğraşanlar çoğu zaman yoldan çıkmış insanlar olarak en azından yaşadıkları zaman diliminde itibarsızlaştırılmakta ve hayatları bir cehenneme döndürülmektedir. Ancak hakikat, kendini insanlara göstermek için özel bir çaba içinde bulunmaz. Ta ki bir insan ya da topluluk onun üzerindeki örtüyü kaldırıp gün yüzüne çıkarasıya kadar. İbn Rüşt’ün de belirttiği gibi hakikatle uğraşan insanlar yazı sayesinde zaman dışında birbirleriyle konuşurlar ve birinin görmediğini diğeri görür ve bir nezaket içerisinde yanlışlar elenir. Ama bu insanlar toplumun büyük bir kesimi tarafından yok sayılırlar ve değer görmezler.
Son iki yılda yaşadığım salgın deneyi beni bu yazıya yönlendirdi. İnsanlar ve karar vericiler, salgın esnasında söz birliği etmişçesine çok açık ve kolay uygulanabilecek bazı önlemleri yerine getirmektense, mikrobun kendi beklenti ve alışkanlıklarına uyması konusunda ısrar ettiler. Bir hedefe ulaşmayan bu ısrar, hastalığın uzaması ve kayıpların artması dışında bir sonuç üretmedi. Yine de insanlar beklentilerinin gerçek olması hayalinden vazgeçmemekte oldukça tutarlı davrandılar.
Yazımı, Jean Baby’nin “En Güzel Dünya” isimli bir eserinden alıntıyla bitiriyorum; “Çağımızda yalanla baskı, bir birinden ayrılmaz ikiz kardeşlerdir. Ezenler kendi üstün durumlarını koruma ve pekiştirmede kullandıkları mekanizmanın nasıl bir şey olduğunu gözlerden gizlemek için, ezilenler kendilerini koruyabilmek ve ellerindeki minicik özgürlüğü yitirmemek için yalana başvurmak zorundadırlar. İnsan ilişkileri böyle olunca, yalan her yerde bir kural durumuna gelir… Baskının çocuğu olan yalan, hem bir baskı hem de baskıdan korunma aracıdır.” (Kaynak: Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 7:s.213-214)
Chernobyl Dizisi-5.Bölüm-2019...
Yukarıdaki sözler, Chernobyl isimli dizinin son bölümünün final sahnesinde, bir yandan nükleer felaketle diğer taraftan siyasi bağnazlık ve saldırganlıkla mücadele etmeye çalışan Valeri Legasov (1936-1988) karakterinin diyaloglarıdır. Sözler gerçek midir? Bilemiyorum... Ama gerçek olgusal dünya ile kurgusal dünya arasındaki çelişkiyi yerinde ifade etmiştir.
Ben de bu yazıda hakikat ve yalan arasındaki çelişkiyi hakkında düşünmeye çalışacağım.
Hakikate ulaşmak için öncelikle gerçek tanımına göz atılmalıdır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü iki kelimeyi eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Ansiklopedisi’nin 2. cildinde hakikat kavramı, gerçekle özleştirilmekteyse de, gerçek “bilinçten bağımsız, somut ve nesnel olarak var olan”, hakikat ise “nesnel gerçeğin düşüncedeki yansısı” olarak tanımlanmaktadır. Hakikat ve gerçek kavramları üzerine akıl yürütmeye başladığımızda karşımıza gerçek olmayan ya da yalan kavramı çıkmaktadır. Orhan Hançerlioğlu’nun sözlüğünde (7.Cilt) yalan, hakikat ve gerçeğin karşıtı olarak, yanlış kelimesiyle anlamdaş olmak üzere, “aldatmak amacı güden gerçeğe aykırılık” ya da “nesnel gerçekliğin bozulup saptırılmış, kılık değiştirmiş yansıması” olarak ifade etmektedir. Yanlış ise doğru karşıtı olan bir mantık değimi olarak tanımlanmaktadır. Doğru bir önermenin olumsuzlanması yanlıştır. Aristoteles, yanlış kavramını, gerçeklikle çelişen olarak tanımlamıştır.
İnsan varlığını nesnel gerçekliği olan bir dünyada sürdürmektedir. Her ne kadar felsefi ve inançlı zihin bu konuda yoğun bir tartışma birikimi oluşturmuş olsa da nesnel dünyayı inkâr etmenin bir karşılığı bulunmamaktadır. Ulaşılmaya çalışılan sınır dünyayı anlamlandırma çabasından ileri gitmemektedir. Gerçeği açıklayabilmek için tikel şeyleri ya da olguları gözlem ve deney yoluyla genellemelere ulaştırmak bilimin işidir. Aslında bilim yaptığı gözlem ve deneyler çerçevesinde tikel olayların açıklaması sınırında kalır. Evrenin açıklaması derseniz, işte bütün gürültü patırtı burada kopmaktadır. İnsan binlerce yıldır çevresini açıklamaya ve de değiştirmeye çabalamaktadır. Böylece bir yandan sorularına yanıt bulurken diğer yandan hayatını kolaylaştıracak eşyalar üretmeyi başarabilmiştir. Aslında bilimin yürüttüğü bu süreç yalanla başlamaktadır. Çünkü tarih boyunca bilimle uğraşan insanlar önce karşılaştıkları eşyayı ya da olguyu tanımlamaya sonra da nedenlerini açıklamaya çalışmaktadırlar. Öncelikle akıl yürüten öznenin gözlem ve deney raporlarıyla sonuca yürüyebilecek öznel bir açıklaması olmalıdır. Bugün bilimsel uygulamada varsayım-hipotez olarak tanımladığımız bu açıklama, süreci başlatmak için uydurduğumuz bir yalandır. İşte gerçekliğin zihindeki yansıması olan hakikate ulaşmanın sırrı bu yalanın üretilmesinde yatmaktadır. Bilimsel yöntemde yalanlarımızı sınayabileceğimiz gözlem ve deney tekniklerimiz bulunmaktadır. Bu teknikler sayesinde birçok yalan elenir ve hakikate en yakın olanlar ayakta kalabilirler. Bu da bizi her deneyde doğrulayarak ya da yanlışlayarak hakikate bir adım daha yaklaştırır. Öte yandan bu yöntem de henüz hakikatin tamamına ulaşmayı garanti edememiştir. Gerçi ulaşılabilecek nihai bir hakikat/gerçek var mıdır? O da ayrı bir tartışma konusudur…
İkinci yol ise bundan çok daha farklıdır. Yapılan açıklamayı ya da yalanı hiç kontrol etme gereksinimi duymayız. Bazen gökyüzünden gelmesi, bazen bir liderden gelmesi, bazen güvendiğimiz birinden ya da öğretmenimizden gelmesi yeterlidir inanmamız için. Çoğu zaman da yalanının sahibinin gücü ya da bize sağladığı imkânlar sorgulamamızı engeller. Gerçeklik dünyasından kopar kurgusal bir dünyada var olmaya çalışırız. Aslında bu açıklamaların önemli bir kısmının hakikate ulaşmak gibi bir ereği de bulunmamaktadır. Amaç insanları bazı duygularla yüklemek ve istenilen hedefe ulaşmak için motive etmektir. Bunun için de çoğu zaman arkalarında bir güç bulundururlar ki hitap ettikleri insanlar onlara inanabilmek için bir sebep üretebilsinler…
Bilim insanları ise tarih boyunca birbirleriyle konuşabilecekleri bir sistem üzerinden hakikat yolunda ilerlemeye çalışırlar. Çünkü hakikat asla kendini insanlara anlatmaya, onlara duygu yükleyerek ereksel bazı hedeflere yönlendirmeye çalışmaz. İbn Rüşd Faslu’l-Makal isimli eserinde bize şöyle demektedir: “Var olanlar hakkında geçmiş milletlere ait kanıtlama şartlarının getirdiği bir inceleme ve değerlendirmeye rastlarsak onların bu konuda söylediklerine ve kitaplarında yazdıklarına bakmamız icap eder. Gerçeğe uyanları alıp kabul ederiz ve bundan mutlu olur onlara teşekkür ederiz. Gerçeğe uymayanlara ise dikkat çeker, ondan sakındırırız ve kendilerini mazur görürüz”. (Kaynak: İbn Rüşd. Faslu’l-Makal. Çeviri: Mahmut Kaya. Klasik Yayınları, 2019). İbn Rüşd aynı eserinde araştırma sırasında yoldan çıkma nedenleri arasında; yaratılıştaki eksiklik, akıl yürütme sıralamasındaki kötülük, arzuların ağır basması, kendisine yol gösterecek bir öğretici olmamasını saymaktadır. Özellikle dünya işlerine dalmak ve erdemli olmamak birçok ilim adamının yanlışa sapmalarına neden olabilmektedir.
İşte bu noktada karşımıza hakikatin karşıtı olarak yalan ya da yanlışlar ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir sınamaya tabi tutmadan düşündüğünün doğru olduğunu kabul etmek toplum içinde oldukça yaygındır. Çoğu zaman da arkasına gücü almaktadır. Birçok gerekçenin arkasına saklanan toplumun da, elde etmesi zahmetli olmayan ve kısa dönemde kendisine fayda sağlayabilen düşünceye inanmaması için hiçbir neden yoktur. Bir de yalanın arkasında bir güç varsa o zaman hakikati aramanın hiçbir makul bir gerekçesi olmamaktadır. Hakikati bulmaya uğraşanlar çoğu zaman yoldan çıkmış insanlar olarak en azından yaşadıkları zaman diliminde itibarsızlaştırılmakta ve hayatları bir cehenneme döndürülmektedir. Ancak hakikat, kendini insanlara göstermek için özel bir çaba içinde bulunmaz. Ta ki bir insan ya da topluluk onun üzerindeki örtüyü kaldırıp gün yüzüne çıkarasıya kadar. İbn Rüşt’ün de belirttiği gibi hakikatle uğraşan insanlar yazı sayesinde zaman dışında birbirleriyle konuşurlar ve birinin görmediğini diğeri görür ve bir nezaket içerisinde yanlışlar elenir. Ama bu insanlar toplumun büyük bir kesimi tarafından yok sayılırlar ve değer görmezler.
Son iki yılda yaşadığım salgın deneyi beni bu yazıya yönlendirdi. İnsanlar ve karar vericiler, salgın esnasında söz birliği etmişçesine çok açık ve kolay uygulanabilecek bazı önlemleri yerine getirmektense, mikrobun kendi beklenti ve alışkanlıklarına uyması konusunda ısrar ettiler. Bir hedefe ulaşmayan bu ısrar, hastalığın uzaması ve kayıpların artması dışında bir sonuç üretmedi. Yine de insanlar beklentilerinin gerçek olması hayalinden vazgeçmemekte oldukça tutarlı davrandılar.
Yazımı, Jean Baby’nin “En Güzel Dünya” isimli bir eserinden alıntıyla bitiriyorum; “Çağımızda yalanla baskı, bir birinden ayrılmaz ikiz kardeşlerdir. Ezenler kendi üstün durumlarını koruma ve pekiştirmede kullandıkları mekanizmanın nasıl bir şey olduğunu gözlerden gizlemek için, ezilenler kendilerini koruyabilmek ve ellerindeki minicik özgürlüğü yitirmemek için yalana başvurmak zorundadırlar. İnsan ilişkileri böyle olunca, yalan her yerde bir kural durumuna gelir… Baskının çocuğu olan yalan, hem bir baskı hem de baskıdan korunma aracıdır.” (Kaynak: Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 7:s.213-214)
Bu
ifadenin son cümlesini çıkardım. Çünkü yazar yalanın çözümü olarak sosyalist
toplumu hedef gösteriyor. Ben ise lâdinî ya da dini hiçbir inanca dayalı
sistemin, yalanlar üretmeden ayakta kalamayacağını düşünüyorum. Kimi zaman yüce
idealler, kimi zaman mitolojik inançlar, bir yandan topluma bir anlam ve erek
sunarken, diğer yandan içindeki çelişkilerin üzerini örten bir şal olmaktan
daha ileriye gitmemektedir. Çelişkilerin üzerinin örtüldüğü bir toplumda
hakikati aramak, birazcık yaklaşsanız bile, topluma anlatmak o kadar zor oluyor
ki. Hakikat arayıcıları bir süre sonra bu zorluk yüzünde ya hakikatin peşine düşmekten
ya da ola ki ona yaklaşsalar bile, bulduklarını topluma anlatmaya çalışmaktan vazgeçebiliyorlar.
Hoş anlatmak için ısrarcı olsalar da, bu sefer de beyhude bir çabanın ötesine
geçemiyor ya…
Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
Bu çabalarınız sayesinde bir yerlerde ışıklar yanmaya ve yakılmaya devam ediyor hocam. Sizler bunu hissetmeseniz de, bu bir gün hissedilecek. Devam ediniz sizler sayesinde bu kafile devam edecek. Kaleminiz güçlü olsun hocam.
YanıtlaSil