BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN YOLUNDA: DEHRİYYUN’LAR: İBN er-RAVENDİ

“Akıl, Tanrı’nın insanlara verdiği en büyük nimettir. İnsan akıl sayesinde Tanrı’yı, onun verdiği nimetleri bilir; emir ve yasak, iyi ve kötü onunla gerçekleşir. Eğer peygamber aklın bildiği iyi ve kötüye ilişkin bilgileri destekleyen hükümler getirmişse, bu durumda kanıtı üzerinde düşünmek anlamsızlaşır; peygamberin davetine icabet etmek gerekmez, zira bu bilgiler akılda zaten vardır. Bu yüzden peygamber göndermek hatadır. Bunun aksine eğer peygamberin getirdiği hükümler, aklın verdiği yargılara aykırıysa, yine onun peygamberliğini kabul etmek gerekmez, çünkü akla aykırı hükümler getirmiştir.” 
İbn er-Ravendi
(Kaynak: Mehmet Dağ, Hasan Aydın. Ortaçağ İslam Kültüründe Felsefe. Bilim ve Gelecek Kitaplığı-56. Ezgi Matbaacılık. İstanbul, 2017:104)
 
İslam ya da Arap coğrafyası özellikle dokuzuncu yüzyıldan itibaren çok ilginç düşünce akımlarına sahne olabilmiştir. Bugün için farklı düşüncelere yaşam şansı vermeyen ve tek inanç hatta tek mezhep söylemlerinin hâkim olduğu coğrafya bundan 1000 yıl önce aklın ön plana çıkarıldığı ve peygamberlik kurumunun bile tartışıldığı felsefi akımlara (çok az da olsa) sahne olabilmiştir. Bahsettiğimiz felsefi akımın sahipleri dehriyyunlar (maddeciler) olarak bilinmektedirler. Dehrilere göre duyulardan başka bilgi kaynağı, maddeden başka da gerçek yoktur. Madde ezeli olup yaratılmamıştır. Bu nedenle mu’attıla diye tanınmaktadırlar. Bu akımdan sayılabilecek filozoflar arasında en ünlüsü İbn er-Ravendi’dir(857-913/914). Ravendi ile ilgili bilgiler çok sınırlıdır. Doğum ve ölüm tarihleri bile net olarak bilinmemektedir. Hocalarının arasında zındık ve dinden dönmüş olanlarının olduğu söylenmektedir. Hayatının önemli bir bölümünü Bağdat’ta Mutezile grubu ile birlikte geçirmiştir. Bazı yazarlar hayatının sonunda tekrar dine döndüğünü söyleseler de bu düşünce çok kabul görmemektedir.
İbn er Ravendi, evrenin ezeli olduğunu, Tanrı tarafından yaratılmadığını, esere bakarak yaratıcısına ulaşılamayacağını iddia etmiştir. Ona göre sonuca bakılarak nedene ulaşmak mümkün değildir. Bu yüzden de evrende Tanrı’ya ait delil bulmak mümkün görünmemektedir. Bunun yanında peygamberlik makamı ve kutsal kitaplara da eleştiriler getiren filozof bu kitaplarda çelişkiler olduğunu söylemiştir.
Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Ravendi’nin eserleri bize kadar ulaşamamıştır. Filozofun düşüncelerini ancak onu şerh eden yazarlardan öğrenebilmekteyiz. Bu da yorumlarımızı zorlaştırmaktadır. Peygamberlik kurumuna yaptığı eleştiriler nedeniyle dönemin siyasi otoritesi tarafından Ebu İsa el-Verrak ile birlikte takibata uğrayan Ravendi, suçu kabul etmemiş ve bir Yahudi evinde saklanmak durumunda kalmıştır. Yaşadığı baskı nedeniyle düşüncelerini reddettiği hatta bu dönemden sonra peygamberliğe pozitif yaklaştığı söylenmektedir.
Ravendi ve diğer dehrileri İslam Materyalistleri olarak adlandıranlar da bulunmaktadır. Yaşadıkları coğrafyada ve zamanda ortaya attıkları görüşler halen çok ölümcül bir şekilde eleştirilmekte ve zındıklıkla suçlanmaktadır. İslam inancının hâkim olduğu coğrafyaların tamamında zındıklık çok büyük günah olup, katledilmeleri gerekmektedir. Bu yüzden de açıktan bu düşünceleri takip eden bir söylem geliştirmek mümkün olamamıştır.
Sekizinci ve dokuzuncu yüzyılların tarihsel koşulları, Abbasi sultanlarının şahsi ilgisi, Batıda Hıristiyanlığın yarattığı iklim, yüzlerce yıllık kadim felsefenin yani logosun kısa bir süre de olsa Bağdat, Basra, İsfahan gibi şehirlerde yaşamasına izin vermiştir. Aklın serbest kalabilmesi, dünyanın birçok yerinde de olduğu gibi akıl gözü ile yeryüzünü anlamaya çalışanların önünü açabilmiştir. Böylece bir yandan tabiiyyun denilen doğa felsefecileri, bir yanda dehriyyun denilen maddeciler ve bir yanda da ilahiyyun grubu olan metafizikçiler yer almıştır. Tarihte bu tarz yorumların doğru olmadığını biliyorum; ancak bu ekoller en azından birbirleriyle rekabet edebilecek koşullarda varlıklarını koruyup kendi takipçilerinin yaşayabildiği okullarını yaratabilselerdi içinde bulunduğumuz coğrafya çok farklı bir zenginliğe sahip olabilirdi. Bölgenin 12. Yüzyılla birlikte yaşamaya başladığı siyasi karışıklık, Moğol istilaları, Haçlı Seferleri derken akıl birçok yerde olduğu gibi kaybetmiş ve insanlar mitolojinin gölgesinde boy veren dine sığınmayı kurtuluş olarak görmüşlerdir. Doğal olarak da kendi mitleri dışındaki tüm düşünce yapılarını düşmanlaştırmış ve yok etmeye çalışmıştır. Yüzyıllarca süren güçlü otoritelerin altında neredeyse günümüze kadar dünyaya farklı açılardan bakmaya çalışanların kendini ifade etmesi mümkün olamamıştır.
Burada bahsetmeye çalıştığım şey bir düşüncenin övülmesi değildir. Dehriyyunların diğerlerine göre doğru söylediklerini de söylemeye çalışmıyorum. Söylemeye çalıştığım şey bir tarafı rahatsız etse de her düşüncenin önünün açılabilmesidir. Herkesin kendi düşünceni ortaya koyması ve başkaları tarafından getirilen eleştirilere yanıt verebilme koşullarının yaratılabilmesidir.
Paul Feyerabend(1924-1994) hiçbir düşüncenin diğerine göre üstün olabileceğini garantileyebilecek bir yönteme sahip olmadığımızı, bu yüzden de ne kadar marjinal görünse de her düşüncenin kendisini ifade etmesine izin verilmesinin gerekli olduğunu söyler. Herhangi bir kaygıyla bir düşüncenin ya da akımın kendisini ifade etmesine izin vermediğiniz zaman ortaya çıkabilecek ilerlemeden mahrum kalabilirsiniz.
Otoriter düşünce sistemleri tam da bu yolla ilerlemenin önünde engeldirler. İçinde bulunduğumuz coğrafya birkaç yüzyıl süren kısa bir hareketlenmeden sonra akıl tarafından üretilmeye çalışılan düşüncelere kulaklarını kapatmayı başarmıştır.
Sonuç mu? Ortada değil mi? Bugün biz o sonucun içinde var olmaya çalışmıyor muyuz?

Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.

NOT: Bu yazı Ekim 2019 tarihinde Çanakkale Troia Dergisinde basılı olarak yayınlanmıştır...

Yorumlar