Tanrının oğlunun insan kılığına
girişinin bin üç yüz kırk sekizinci yılında İtalya’nın ünlü kentlerinin en
soylusu Floransa’da, ölüm saçan bir veba salgını baş gösterdi. İster
yıldızların etkisiyle ortaya çıkmış olsun, ister insanların işledikleri suçlar
nedeniyle Tanrı tarafından gönderilmiş olsun, veba birkaç yıl önce doğu
ülkelerinde görülmüş, çok sayıda can kaybına yol açmıştı. Daha sonra durmadan
yayılarak Batı’ya ulaştı. Koruyucu önlemler etkisiz kaldı. Özel görevliler
kentin çöplerini temizlediler. Hastaların kentten içeri girmeleri yasaklandı.
Sağlık önlemleri arttırıldı. Ayinlerde bir kez değil belki bin kez aman
dilendi. Sofular Tanrı’ya yakardılar. Hiçbiri işe yaramadı. Sözünü ettiğim
yılın ilkbaharının ilk günlerinde, amansız hastalık birden korkunç etkisini
göstermeye başladı… İyileşme bir yana, biraz düzelme sağlayan hiçbir ilaç,
hiçbir çare yoktu. Belki hastalığın yapısı engeldi buna. Belki de hekimler
bilgisizdi (diplomalıların yanı sıra, hiçbir tıp bilgisi edinmeden hekimlik
yapan kadınların, erkeklerin sayısında büyük artış olmuştu). Bilgileri
hastalığın kökenine inmeye, gerekli ilaçları bulmaya yetmiyordu. İyileşebilen
hasta yok gibiydi…”Kaynak: Giovanni
Boccaccio.
Dacameron. (Çev:Rekin Teksoy). 12. Baskı. Oğlak Klasikleri. 2018. İstanbul.
İnsanlık
tarihi savaşlar ya da krallar kadar mikroplarla da yazılmıştır. Salgınlar bir
yandan insanları ölümün pençesine sürüklerken bir yandan da aklın ilerlemesi
için de bir yol bulunmasını sağlamıştır. Ne de olsa akıl türümüzün yaşamak için
en önemli silahı olmuştur. Bazı zamanlarda insanlık aklını mitolojinin saçma
koridorlarına teslim etse de o koridorlardan yine kendi yöntemleriyle
çıkabilmeyi başarmış ve hayatta kalabilmiştir. Biz de aslında bu başarının
birer sonucuyuz. Türümüz vebadan bir şekilde kurtulmanın yolunu bulamasaydı,
günümüzdeki korona mücadelesi de olmayacaktı.
Hikâye
Piacenza’da avukatlık yapan Gabriele de
Mussis’in kaleminden günümüze yansıyor.
Kıpçak Hanı
Canbek’in
yönetiminde olan Tatar Ordusu 1346 yılında (Kaffa) Kefe şehrini kuşatmıştı. Ancak
karargâhında veba salgını ortaya çıktı. Bunun üzerine Canbek dünyanın gördüğü
en acımasız silahlardan birisini keşfetti. Ölü askerlerinin bedenlerini mancınıkla
Kefe Şehrine attırdı. Şehirde salgın yayıldı ve Cenevizli göçmenlerle
Konstantinopolis’e (İstanbul) oradan da Sicilya üzerinden Avrupa’ya sıçradı. Kara
ölüm olarak da adlandırılan veba tarih boyunca insanlığı etkilemiş önemli
hastalıklardan birisidir. O kadar ki izlerine kutsal kitaplarda bile
rastlayabilirsiniz.
Kıpçak Hanı Canbek’in yönetiminde olan Tatar Ordusu 1346 yılında (Kaffa) Kefe şehrini kuşatmıştı. Ancak karargâhında veba salgını ortaya çıktı. Bunun üzerine Canbek dünyanın gördüğü en acımasız silahlardan birisini keşfetti. Ölü askerlerinin bedenlerini mancınıkla Kefe Şehrine attırdı. Şehirde salgın yayıldı ve Cenevizli göçmenlerle Konstantinopolis’e (İstanbul) oradan da Sicilya üzerinden Avrupa’ya sıçradı. Kara ölüm olarak da adlandırılan veba tarih boyunca insanlığı etkilemiş önemli hastalıklardan birisidir. O kadar ki izlerine kutsal kitaplarda bile rastlayabilirsiniz.
On
dördüncü yüzyılın başında Avrupa’da tarım alt yapısı artan nüfusun
ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyordu. 1315 yılında başlayan ve 1322 yılına
kadar özellikle Avrupa’nın kuzeyini etkileyen kıtlık sorunu bu toplumlar
üzerinde çok ağır bir etki yaratmıştır:
“Yoksullar yiyecek satın alamıyorlardı, bazı yerlerde mutlak kıtlık vardı, ortada hiç yiyecek yoktu. Yoksullar kitleler halinde ölüyorlardı, açlık çeken köylüler kırsal kesim boyunca topluluk halinde dolaşıyorlardı ve birçoğu yiyecek ya da para bulabilmek için haydutluk yapmaya başlamıştı. Bulunan yiyeceklerin kalitesi çok düşüktü, ekmeklerde güvercin ve domuz dışkısı vardı, hastalıktan ölen hayvanların yenmesi insanlar arasında salgın hastalık çıkmasına neden oluyordu.”
Kaynak: Clive Ponting. Yeni Bir Bakış Açısıyla. Dünya Tarihi. (Çev:Eşref Özbilen). Alfa Yayınları. 2018. İstanbul.
“Yoksullar yiyecek satın alamıyorlardı, bazı yerlerde mutlak kıtlık vardı, ortada hiç yiyecek yoktu. Yoksullar kitleler halinde ölüyorlardı, açlık çeken köylüler kırsal kesim boyunca topluluk halinde dolaşıyorlardı ve birçoğu yiyecek ya da para bulabilmek için haydutluk yapmaya başlamıştı. Bulunan yiyeceklerin kalitesi çok düşüktü, ekmeklerde güvercin ve domuz dışkısı vardı, hastalıktan ölen hayvanların yenmesi insanlar arasında salgın hastalık çıkmasına neden oluyordu.”
Kaynak: Clive Ponting. Yeni Bir Bakış Açısıyla. Dünya Tarihi. (Çev:Eşref Özbilen). Alfa Yayınları. 2018. İstanbul.
Kara ölüm adı verilen veba Avrupa’ya geldiğinde durum çok da iç açıcı değildi. Sanki yaşanacaklar için ortam çoktan hazırlanmış ve bir kıta sessiz bir biçimde yok oluşun başlamasını beklemekteydi. Aslında hastalık Avrupa’dan tamamen kaybolmamıştı, yine de 757 yılından itibaren hıyarcıklı veba salgınıyla ilgili bir kayıt bulunamamaktadır. Avrasya ticaret yolları ve askerler vebanın en önemli taşıyıcısı olmuştur. Hastalık bu sefer Moğol ordularıyla gelmişti. Sırasıyla Konstantinopolis, Sicilya, Mısır, Güney Fransa, Kuzey Fransa ve İngiltere’yi etkisi altına aldı. Buradan Grönland’a ve 1350 yılında da Rusya’ya ulaştı. O günlerde hastalığın nasıl yayıldığı tam olarak bilinmiyordu. Ancak 1347 salgınında hem Avrupa’da hem de Mısır ve Kuzey Afrika’da etkisi korkunç olmuştu.
Bu bölgelerde tam olarak bilinmemekle
birlikte nüfusun en az üçte birinin yok olduğu tahmin edilmektedir:
“Tersine,
ölüm öyle sıradan bir olay olmuştu ki, ölenlere bugün keçi leşlerine gösterilen
saygı bile gösterilemiyordu”
Kaynak: Giovanni Boccaccio. Dacameron. (Çev:Rekin Teksoy). 12. Baskı. Oğlak Klasikleri. 2018. İstanbul.
Kaynak: Giovanni Boccaccio. Dacameron. (Çev:Rekin Teksoy). 12. Baskı. Oğlak Klasikleri. 2018. İstanbul.
Salgınlar 14.yüzyıl boyunca devam etti. 1360 ve 1370’lerde durum daha da kötüydü. Yayılma hızının ve ölümcüllüğünün azalması neredeyse 100 yıl sürdü. 1347-1536 yılları arasında Avrupa’nın herhangi bir yerinde ortalama 11 yılda bir salgın ortaya çıkıyordu. Daha sonraki 150 yıl boyunca 15 yıla düşmüştü. 1596 yılından sonraki 6 yıl içinde Kuzey İspanya’da nüfusun yaklaşık yarısı bir salgında öldü. 17. Yüzyılda Fransa’da 2 milyon kişinin öldüğü tahmin ediliyor.
Bu boyutta bir olayın insanlığın gidişatını etkilememesi düşünülemez. Özellikle Avrupa bölgesinden başlayarak dünya üzerinde muazzam sonuçlara yol açmıştır. Ancak şunu da söylemek gerekir ki veba Avrupa’ya geldiğinde Kıta zaten değişim için gerekli koşullar oluşmaya başlamıştı. Salgın bu sürecin hızının artmasını sağladı o kadar.
Yaklaşık 600 yıl sonra sadece Avrupa değil tüm dünyada yeni bir pandeminin etkisi altındayız. Benzerlikleri muazzam; ancak ayrıldıkları noktalar da var. Hem veba hem de korona dünyaya Asya’dan yayılmıştır. İkisinin de yayılmasında ticaret nedeniyle yapılan seyahatler önemli bir paya sahiptir. İkisi de Avrupa’ya İtalya’dan girmiştir. Karantina uygulamaları ile veba ile tanışılırken, korona sürecinde tüm dünya karantina altına alınmıştır. Aylarca uçaklar uçamamıştır ve bu boyutta bir karantina tarihte hiç görülmemiştir. İkisi de toplumlar üzerinde korku ve panik yaratmışlardır. Vebanın anlaşılması yüzlerce yıl sürmüştür. Hastalığın farelerle ilişkisi 20.yy’a kadar anlaşılamamıştır. Korona birkaç ay içinde tanınmış olup bir yıl olmadan aşısı uygulamaya başlamıştır. Veba Ortaçağın hâkim tıp yaklaşımı olan Galenik tıp üzerinde ciddi etkiler yaratmıştır. Çünkü binlerce yıllık kadim hekimlik geleneği vebanın ne olduğunu bile anlamamıştır. Korona virüs mevcut sistemlerimizde ciddi etki yaratacaktır. Şimdiden aşı teknolojisinde yeni arayışlar başlamıştır ki bu gelecek için umut vericidir. Ayrıca hastane temelli ileri teknoloji kullanan batı ülkelerinden başlayarak sağlık sistemleri yeniden gözden geçirilecektir. Çünkü salgınlarla mücadele hastanelerde yapılmaz ve korona bunu bir kez daha göstermiştir. Ancak bedeli milyonlarca insanın ölmesi olmuştur.
Vebada Ortaçağ Avrupa’sının kilisesi en azından entelektüeller arasında ciddi anlamda itibar kaybetmiştir. Çünkü Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olan Vatikan kendi din adamlarını bile koruyamamıştır. Bu durum ortalama dindar zihinlerin inançları açısından çok büyük etkisi olmamıştır. Öte yandan entelektüellerin Kiliseyi sorgulamasına, Endülüs’te İbn Rüşd gibi filozoflarla birlikte din ve felsefe arasındaki çelişkilerin su yüzüne çıkmasına neden olmuştur.
Yeni filizlenmeye
başlayan üniversitelerde eğitim din adamlarının değil felsefecilerin
sonra da bilim insanlarının –en azından Avrupa kıtasında– hâkimiyetine
geçecektir. Korona ise belki de tarihte ilk defa dini otoritelerin çok fazla
yorum yapamadıkları bir salgın olmuştur (Dua etmek bu yorum kapsamına girmiyor.
O çok insani bir eylem). Son bir yıldır tüm dünya, bu konuda bilimsel çalışma
yapan uzmanların gözünün içine bakar olmuştur.
Bence bu durum yaşadığımız en önemli kazanımlardan birisidir. Tarih boyunca yazıyla birlikte bilgi de tapınaklarda yeşermiştir. Tapınak aynı zamanda toplumsal iktidar odağı da olduğu için aklın da üzerinde hep bir güç odağı olarak asılı kalmıştır. İnsan aklı bu gücü aşmak için çok mücadele etmiştir. Halen de birçok coğrafyada bu mücadele sürmektedir. Ancak dünya üzerindeki sorunlarımızın tek çözüm yolu akıl yoluyla geliştirdiğimiz sorgulanabilir bilimsel düşüncedir. Koronayla mücadelede bu sayede kazanılacaktır. Akla, felsefeye ve bilime uzak olanlar ise bedelini daha fazla can vererek ödeyeceklerdir.
Bence bu durum yaşadığımız en önemli kazanımlardan birisidir. Tarih boyunca yazıyla birlikte bilgi de tapınaklarda yeşermiştir. Tapınak aynı zamanda toplumsal iktidar odağı da olduğu için aklın da üzerinde hep bir güç odağı olarak asılı kalmıştır. İnsan aklı bu gücü aşmak için çok mücadele etmiştir. Halen de birçok coğrafyada bu mücadele sürmektedir. Ancak dünya üzerindeki sorunlarımızın tek çözüm yolu akıl yoluyla geliştirdiğimiz sorgulanabilir bilimsel düşüncedir. Koronayla mücadelede bu sayede kazanılacaktır. Akla, felsefeye ve bilime uzak olanlar ise bedelini daha fazla can vererek ödeyeceklerdir.
Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
NOT: Bu yazı Aralık 2020 tarihinde Çanakkale
Troia Dergisinin 27-28. sayfasında basılı olarak yayınlanmıştır...
Yorumlar