“Altıncı
meseleye İbn-i Sina’nın cevabı;
Allah ömrünü uzun eylesin, bu konuda Aristo’ya yerinde itirazda bulunuyorsun. Bu, benim de eserlerimde gösterdiğim gibi, Aristo’ya yöneltilmesi gereken itirazlardan birisidir. Fakat şârihlerin her biri, Aristo’nun bu görüşünün kusurlu yönlerini örtecek şekilde yorumlamaya çalıştılar…” (Muhammed Tanci sayfa:253)
Ateşin kendi başına ayrı bir küreye sahip olduğu iddiası, mesnetsiz bir iddiadır. Farzet ki Aristo böyle demiş ama, doğru olduğu nereden belli?” (Muhammed Tanci sayfa:256)
Filozoflardan ilki Ebu Reyhan el-Biruni (973-1048) olup Kat kentinde dünyaya gelmiştir. Çok genç yaşta babasını kaybetmesi nedeniyle Harezm sarayına evlatlık olarak girmiş olup, eğitimini burada tamamlamıştır. Aynı zamanda sarayda devam edecek olan düşünce hayatı da bu şekilde başlamıştır. Coğrafya, matematik, geometri, astronomi, tarih ilgilendiği alanlardan birkaçıdır.
Tartışmanın ikinci ayağı ise bu topraklarda filozofluğundan haberdar olunamayan Ebu Ali el-Hüseyin İbn-i Sina’dır (980-1037). Buhara’lı hekim filozof 980 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Belh’in önde gelen ailelerindendir. Aldığı eğitim ve yetenekleri muazzamdır. Tıp, felsefe, astronomi gibi alanlarda çalışmalar yapmıştır. Ancak tıp ve felsefe çalışmaları çağının çok ilerisinde ürünlerdir. Ünlü fıkıhçı Gazali daha sonra Farabi ile birlikte İbn-i Sina’yı felsefi düşünceleri nedeniyle dinden çıkmakla suçlayacaktır.
Biruni ve İbn-i Sina’nın sahneye çıkmaya hazırlandığı dönemden 100 yıl önce Mutezile kelamcıları gelenekçi dindar bilinçle girdiği mücadeleyi kaybetmiştir. Yenilginin bedeli de akılcı düşünce yöntemlerine dayalı kadim Yunan felsefesinin sesinin kısılması olmuştur. Bu tarihi hata ve arkasından yaşanan siyasi ve kültürel gelişmeler, felsefe ve de bilimsel düşüncede o güne kadar görülmemiş düzeyde aydınlanmaya hazırlanan bir coğrafyayı halen içinden çıkılamaz bir kargaşa ve karanlığa sürüklemiştir.
İbn-i Sina’nın cedelci yönü ve dönemin düşünce insanlarıyla olan atışmaları karşısına el-Biruni’nin çıkmasana neden olmuştur. İki düşünce adamı isimlerinin üstünlüğünün farkında olup hiç de mütevazılığa yer vermeyecek şekilde tartışmaktan kaçınmamışlardır. Sahne Harezm’in başkenti olan Ürgenç kentinde kurulacaktı ve yıl MS 998’i göstermekteydi.
Biruni önce 17 sorudan oluşan mektupla savaşı başlattı. Daha sonra da 10 ve 8 sorudan oluşan mektuplar gelecekti; gündem ise Aristoteles ekseninde doğa ve evrendi. Biruni, İbn-i Sina’yı Muallimi Evvel üzerinden sıkıştırıyor ve onun görüşlerinin terk etmeye zorluyordu. İbn-i Sina ise büyük öğretmenin ıslah olmaz bir savunucusuydu.
Meselelerden birisi yer çekimi ve evren konusuydu. İbn-i Sina cisimlerin sadece yeryüzünde çekim nedeniyle ağırlıkları olduğunu iddia ederken, Biruni etkileşim halindeki çekim kuvvetleri tarafından yönlendirilen dinamik bir kainatı modelini tartışmaya açıyordu.
Konulardan bir diğeri tabiatta boşluğun olup olamayacağı düşüncesiydi. Biruni gözlemlenebilir delil üzerinden yola çıkarak boşluğun olabileceğini düşünürken, İbn-i Sina mantıki savunma yöntemleriyle karşı çıkmaya çalışıyordu. Biruni, gök cisimlerinin Aristo’nun bahsettiği gibi lineer ya da dairesel hareketinin zorunlu olmadığını, eliptik hareketin de mümkün olabileceği düşüncesini zorluyordu; İbn-i Sina’yı eskilerin görüşlerine fazla teslim olmakla eleştiriyordu. Bu tartışma günümüz için bile çok anlamlıdır. Birçok bilim insanı ve düşünür çoğunlukla kendinden önceki bilimsel düşünce ve otoritelere sorgulamadan teslim olmayı tek alternatif olarak görmekte ve bu yolu değiştirmeyi hiç akıl bile etmemektedir. Biruni Aristoteles’in mükemmel daireler teorisini sorgulayarak ancak 16.Yüzyılda Johannes Kepler’in görüp formüle edebileceği eliptik yörüngelere kapı açmaya çalışıyordu.
İki düşünür arasındaki en ilginç tartışmalardan birisi de evrende yalnız olup olmadığımızdır. Ki bu düşünce içinde bulundukları çağda yüzlerce yıl sürecek zındıklık suçlaması için yeterli nedendir. Aristoteles 'Gökyüzü Üzerine' adlı eserine başka dünyaların olamayacağını açık bir şekilde söylüyordu. Ayrıca 'Eski Ahitten', 'Kur’an’a' kadar kutsal kitapların içinde bununla ilgili bir ifadeye rastlanmıyordu. Öyle ya, kendi kitaplarında bahsetmediğine göre herhalde Tanrı başka alem yaratmamıştı ya da bundan söz edilmesini istemiyordu…
Aristo, bizim içinde yaşadığımız bu alemin dışında ve diğer bir tabiat üzere bulunan başka bir alemin mevcudiyeti mümkündür, diyenlerin görüşünü niçin tenkid etmiştir? Çünkü biz, tabiatları ve dört unsuru, ancak onlarla tanışıklık kurduktan sonra biliyoruz. Tıpkı doğuştan kör olan birinin, gözün varlığını insanlardan duymadığı takdirde, onun nasıl olduğunu kendiliğinden bilemeyişi ve gözün renklerin kavranılmasını sağlayan bir duyu organı olduğunu tasavvur etmesinin mümkün olamayışı gibi…Yahut da bu başka alem, bizim alemimizin tabiatlarına sahip bulunur; ama onun hareket yönleri alemimizin hareket yönlerine aykırı olabilir. Bu iki alemden her biri, diğerinden, birbirlerinden habersiz olacak şekilde bir uçurumla ayrılmış olabilir.” (Muhammed Tanci sayfa:247)
Zamanın ölümcül tartışmalarından birisi de evrenin yaratılması ile ilgiliydi. Bir güç tarafından yaratılmış olmasına olan iman, dindar zihniyetin hâkim olduğu topraklarda yaygındı. O kadar baskındı ki bırakın başka bir düşüncenin ifade edilmesini, akıllara düşmesine bile izin verilmiyordu. Aslında bir taraftan bakılınca yaratılış düşüncesine inanmak çok da yanlış bir durum bulunmamaktadır. İnsan biçimci bir Tanrı elleriyle maddeye şekil veriyor, insana ruh üflüyor; her şeyin sonuna da ulaşılması gereken bir gaye eklendiğinde yaşamı anlamak o kadar kolay oluyordu ki… Bugün bile insanların çoğu bu düşünceye iman etmenin verdiği güven duygusu içinde yaşamayı, hakikate tercih ediyorlar. Bireysel olarak bakıldığında ise bir insanın böyle bir evren yapısına inanmasında bir sorun yok.
Ancak bu düşünce iki noktada işlemez hale geliyor. Birincisi evrenin
hakikatini açıklayacak hiçbir bilgi değeri taşımıyordu. Bu düşünceye
sığınanların doğanın çalışma mekanizmalarını açıklayamadıkları gibi,
hastalıklar, depremler, afetler gibi durumlarda dua etmek dışında yapabilecekleri
hiçbir şey olmuyordu.
İkincisi bu düşünce, iktidarların kullanımına sunulduğunda
–ki çoğunlukla öyle oldu– her türlü kötülük yaratıcının kaderine bağlanıyor ve
ezilen insanlara bu dünyada ya da başka bir dünyada yaşayacakları diğer
yaşamlar gösterilerek katlanmaları dışında bir çözüm sunmuyordu. İşte arkasını Tanrılara dayayan iktidarların
güçlü olduğu topraklarda evrenin kökenini tartışmak bir yana düşünmek bile son
derece hayati bir sonuç ortaya çıkarıyordu…
Biruni ustalıkla konuyu evrenin yaratılması ile ilgili tartışmalara getirerek İbn-i Sina’yı köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Ancak karşısındaki otorite öyle kolay alt edilecek bir düşünce adamı değildi ve içinde bulunduğu ortamda cedelin nasıl yapılması gerektiğini gayet iyi bir şekilde öğrenmişti. İbn-i Sina kâinatın ebedi olma konusunun cisimsel olmadığını ancak dünya ve evren kavramının fikrinin Tanrı ile birlikte ebedi olduğunu ortaya atıyordu. Bu sayede fiziksel olarak yürütülebilecek bir tartışmayı metafizik alanına çekmiş oluyordu. Bu cevap Biruni’ye göre boş felsefe yapmak anlamına geliyordu. İkisi de dünyanın görüldüğü haliyle yaratılmadığının farkındaydı ve zamanın inançları karşısında tam bir zındıktılar…
Biruni ustalıkla konuyu evrenin yaratılması ile ilgili tartışmalara getirerek İbn-i Sina’yı köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Ancak karşısındaki otorite öyle kolay alt edilecek bir düşünce adamı değildi ve içinde bulunduğu ortamda cedelin nasıl yapılması gerektiğini gayet iyi bir şekilde öğrenmişti. İbn-i Sina kâinatın ebedi olma konusunun cisimsel olmadığını ancak dünya ve evren kavramının fikrinin Tanrı ile birlikte ebedi olduğunu ortaya atıyordu. Bu sayede fiziksel olarak yürütülebilecek bir tartışmayı metafizik alanına çekmiş oluyordu. Bu cevap Biruni’ye göre boş felsefe yapmak anlamına geliyordu. İkisi de dünyanın görüldüğü haliyle yaratılmadığının farkındaydı ve zamanın inançları karşısında tam bir zındıktılar…
“İkinci meseleye
İbn-i Sina’nın cevabı;
Bilmelisin ki Aristo, ‘alemin başlangıcı yoktur’ sözüyle, ‘alemin faili yoktur’ demek istememiştir. Bilakis bu sözle o, alemin failinin fiilden alıkonulmuş olmaktan münezzeh bulunduğunu kastetmiştir…
Senin ‘mutaassıp olmayan ve bâtılda ısrar etmeyen’ şeklindeki ifadene gelince, bu, mugalata ve kaba bir hırçınlıktır. Çünkü sen, Aristo’nun bu konudaki sözünün manasına ya vâkıfsın, yahut da değilsin. Eğer vâkıf değilsen, vâkıf olmadığın bir sözü söyleyeni küçümsemen ve ahmak sayman muhaldir. Ama onun sözüne vâkıf olduğun takdirde ise, bu sözün mânasını bilmen, seni böyle kırıcı sözler sarfetmekten alıkoyardı. Aklın seni menettiği bir şeyle uğraşman, sana yakışmayan bir haldir.” (Muhammed Tanci sayfa:242)
Bu söylediklerin, tatmin edici hiçbir sonuç vermeyen sözlerdir. Çünkü fiillerin, zincirleme, bir başlangıcı olmayınca, alem için yaratıcı farz etmemiz imkânsızdır. Öyle olunca, Aristo öğretisinde esasen alem için illi bir başlangıç bulunduğu, fakat alemin zaman bakımından bir başlangıca sahip olmadığı kabul edildiğine göre, cisimlerin bir takım vasıflarındaki değişmelerin öze ilişkin değişikliklere delalet etmediği yolunda geçmiş çağlara ve onların tanıklığına dayanılmaya neden ihtiyaç duyulsun?” (Muhammed Tanci sayfa:243)
Aristo’nun bu meseleye verdiği ve şârihler tarafından açılanan cevaba gelince, bunun safsara ve mugalata olduğu ortadadır. Eğer sözü uzatmaktan kaçınmasaydım, bu hususu da anlatırdım. Fakat maksadı açıkladıktan sonra, bunu anlatmak gereksiz ve lüzumsuzdur.” (Muhammed Tanci sayfa:246)
Bu verdiğin cevap, Muhammed b.Zekeriyya er-Razi’nin düşüncesidir. Madem ki o, ‘haddini aşan ve kendisine düşmeyen şerhlere girişen’ bir kimse imiş, nasıl oluyor da onun görüşünü esas alıyorsun?” (Muhammed Tanci sayfa:246)
Mektuplar dönemin farklı paradigmalarının okunabilmesi açısından çok değerli. İbn-i Sina akla çok değer verse de bu vahye karşı gelme salahiyeti vermiyordu. Gözlem ve deney bilgi üretmede önemli enstrümanlar arasındaydı ancak son noktada mantık ve dil her şeyin üzerindeydi. Biruni ise hakikate ulaşmada gözlem, deneyim ve matematiğin ilham ya da vahiyden daha ön planda olduğunu ortaya koyuyordu. Afganistan doğumlu Sicistani’nin bilim ve felsefenin dinle, dinin de bilim ve felsefeyle ilgilenmemesi gereken –İbn Rüşd de benzer görüşü savunacaktır– görüşüne benzer şekilde Biruni, aklın ve inancın alanlarını kesin bir çizgiyle ayırırken günümüzden bin yıl öncesinin Buhara’sında inanç alanını ciddiye almıyordu.
Mektuplaşmalar bittikten sonra iki düşünürün yolları da ayrılmıştı. Biruni Ürgenç’te kalmış ve çok farklı alanlarda çalışmalar yürütmüştü. Çalışmaları bugün bile birçok bilim ve düşünce insanın ulaşamayacağı zenginliktedir. İbn-i Sina için zor günler başladı. Önce babasını kaybeden filozof hem ekonomik hem de siyasi nedenlerle sürgün hayatı yaşayacaktı. Gazneli Mahmut kellesini isteyecekti. İbn-i Sina ise hakkında çıkan ölüm emrinin baskısı altında bir göçmen hayatı yaşayacak; ancak çalışmalarına ara vermeyecekti. Kendisini bugün bile büyük bilim insanlarının arasına yerleştiren ünlü tıp ansiklopedisi el-Kanun Fi’t Tıp’ı da bu dönemde tamamlayacaktı.
Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar bölgede yaşanılan birçok gelişme günümüze kadar felsefe ve bilim faaliyetlerinin bireysel çabalar olmaktan ileriye uzanmasına izin vermeyecektir. Hiçbir filozofu ya da bilim insanını kurumsal takip eden bir okul ya da öğrenci grubu olamadı. Zaten 11. Yüzyılda yaşayan Gazali, filozofların düşüncelerini dinden uzaklaşmak olarak tanımlayacak ve fakih sıfatıyla, felsefeyle uğraşanlar hakkında katledilmelerinin vacip olduğu fetvasını verecektir.
Ne kadar ilginçtir değil mi?
Doğaya
ve evrene bakmanın ilk örneklerinin görüldüğü Orta Asya ve Mısır bölgesinde
yeşeren ve Yunan düşüncesine el veren akıl, siyasi-dini kuvvetlerin
işbirliğiyle boğulacak olup günümüze kadar nefes alma olanağı bulamayacaktır.
Farklı zamanlarda görülen bireysel çabalar eleştirinin dışındadır.
Bin yıldır felsefeyi ve akli düşünceyi boğan siyasi düşüncenin çağımızdaki uzantılarının, çağdaşlarının karşında bilim, felsefe ve kültür alanındaki yaşadıkları eksiklik duygularını tatmin etmek için Kindi, Farabi, er-Razi, er-Ravendi, Biruni, İbn-i Sina, İbn Rüşd gibi düşünce adamlarına sığınırken hiçbir sıkılma emaresi göstermemeleri yaşanılan baskının gücünü ve yüzsüzlüğünü deşifre etmektedir...
Öte yandan tarih biliminin bulguları bize şunu çok açık bir şekilde gösteriyor; nasıl Galileo Vatikan’a rağmen var olabilmişse, Kindi, Farabi, er-Razi, er-Ravendi, Biruni, İbn-i Sina, İbn Rüşd birçok düşünce insanı dini siyasetin bağnazlığına rağmen var olabilmiştir. Bu süreç içinde bu topraklarda üretilen düşüncenin ne kadarının kaybolduğunu ve bugüne gelemediğini bilmiyoruz; hiçbir zaman da bilemeyeceğiz...
Öte
yandan şunu çok iyi öğrendik; hakikat her zaman var olabilecek ve hiçbir dini
ya da siyasi güç sonsuza kadar onu saklamayı başaramayacak. Ve hakikate ulaşmak
için ihtiyacımız olan akıl öncülüğünde gözlem, deneyim, mantık ve matematik gibi
bilimsel düşünme yöntemleridir…
Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanlı,
Prof.Dr.
Kaynak:
S.Frederick Starr. Kayıp Aydınlanma. Arap Fetihlerinden Timur’a Orta Asya’nın Altın Çağı. (Çev:Yusuf Selman İnanç). Kronik Yayınları. 2019; İstanbul.
Muhammed Tanci. Beyruni’nin İbn-i Sina’ya yönelttiği bazı sorular, İbn-i Sina’nın cevapları ve bu cevaplara Beyruni’nin itirazları. Beyruni’ye Armağan. Türk tarih Kurumu Yayınlarından VII. Dizi-Sa.68. Türk Tarih Kurumu Basımevi. 1974, Ankara:231.
İbn sina. Risaleler. (Çev: Alpaslan Açıkgenç ve M.Hayri Kırbaşoğlu). Kitâbiyât Yayınları. 2004;Ankara.
S.Frederick Starr. Kayıp Aydınlanma. Arap Fetihlerinden Timur’a Orta Asya’nın Altın Çağı. (Çev:Yusuf Selman İnanç). Kronik Yayınları. 2019; İstanbul.
Muhammed Tanci. Beyruni’nin İbn-i Sina’ya yönelttiği bazı sorular, İbn-i Sina’nın cevapları ve bu cevaplara Beyruni’nin itirazları. Beyruni’ye Armağan. Türk tarih Kurumu Yayınlarından VII. Dizi-Sa.68. Türk Tarih Kurumu Basımevi. 1974, Ankara:231.
İbn sina. Risaleler. (Çev: Alpaslan Açıkgenç ve M.Hayri Kırbaşoğlu). Kitâbiyât Yayınları. 2004;Ankara.
Yorumlar
Yorum Gönder