BİLİM TARİHİNDEN YANSIMALAR: EL YIKAMANIN BEDELİ.... IGNAZ PHILIP SEMMELWEIS

“Aralık 1846: Doğumda hiçbir sorunları olmadığı halde neden bu kadar çok kadın ateş nedeniyle ölüyor? Bilim, yüzyıllardır bize bu hastalığın anneleri öldüren görünmez bir salgın olduğunu söylüyor. Nedenleri belki de havadaki değişiklikler ya da bazı kozmik etkiler ya da dünyanın kendi kendine hareketidir-depremdir.”    Semmelweis (Günlüğünden)

Bir yıldan fazla süredir, yeryüzünde yaşayan tüm insanlar olarak yeni tanımlanan bir virüsün tutsağı olmuş durumdayız. Bu virüsle mücadele etmek için son birkaç aydır geliştirilmiş olan aşıyı saymazsak sosyal mesafe, kişisel hijyen gibi önlemler dışında yeni bir önlemimiz olamadı. Aslında geriye baktığımızda da bu önlemlerin en azından virüsün kişiden kişiye geçmesinin engellenmesinde önemli bir silah olduğunu da gözlemleyebildik. Bunlar içinde el hijyenin hepsinden ayrı bir yeri bulunmaktaydı. Bugün için çok temel bir bilgi olan el hijyeni konusu, şöyle geriye dönüp baktığımızda öğrenilmesi son derece sancılı konulardan birisi olduğu görülecektir. Çok değil; günümüzden 200 yıl öncesine döndüğünüzde eller ile mikropların taşınabileceğine hekimler bile inanmıyorlardı. Bu hikaye el yıkamanın önemini gören ilk hekimlerden birisinin ödediği bedeli anlatmaktadır...

Ignaz Philip Semmelweis (1 Temmuz 1818 – 13 Ağustos 1865); Macarca ismi, “İgnác Fülöp Semmelweis”, doğum tarihi 1 Temmuz 1818, doğum yeri, Habsburg Hanedanlığının hükümranlığı altındaki Budin’e bağlı Taban. Alman asıllı, yedi çocuklu dükkân sahibinin beşinci çocuğu.

İlk ve orta öğrenimini Buda kentinde yaptı. Önceleri babasının isteğine uyarak avukatlık eğitimine yönlendi. Giderek tıbba ilgisinin artmasıyla, Macaristan’da avukatlık hedefi ile başlayan eğitimi, 1835-1837 yılları arasında Peşte ve Viyana Üniversitelerinde tababete yönlenecekti. 1839-1841 arasında Budabeşte’de, sonra Viyana’da devam tıp eğitimini 1944 yılında tamamlayarak, doğum kliniğinde asistan olarak çalışmaya başladı. Görev yaptığı okul laboratuar ve klinik imkânları ile dönemin en önemli merkezlerinden birisi olarak göze çarpmaktaydı.

Bu dönemde, Karl von Rokitansky (1804-1878), Josef Skoda(1805-1881) ve Ferdinand von Hebra (1816-1880) gibi dönemin en önemli bilim insanlarıyla çalışma imkânına sahip oldu.

Dr.Semmelweis, mezun olduktan sonra Viyana’da iki aylık “uygulamalı doğum” kursunu tekrarlamış bu konuda uzmanlık diploması almaya hak kazanmıştır.

1844-1846 yılları arasında Skoda’dan tanı ve istatistiksel yöntemler konusunda aldığı eğitim isminin bize kadar ulaşmasını sağlayacak loğusalık humması ile ilgili çalışmalarında yol gösterici olması açısından son derece önemli olacaktır.

Dr.Semmelweis eğitimini tamamladıktan sonra Viyana Hastanesinin (Wien Allgemeines Krankenhaus) Birinci Doğum Kliniği’nde çalıştı. Görevleri arasında tıp öğrencilerinin eğitimi, cerrahi işlemlere yardımcı olmak ve klinik sınavlarının düzenli bir şekilde yürütülmesi vardı.

Semmelweis’in çalışmaya başladığı servisi, doğum yapan kadınlar için ölüm servisi olarak tanımlamak hiç de mübalağa olmayacaktır. Çünkü diğer servislerde %3’lerde olan maternal mortalite hızı, Semmelweis’in servisinde %25’lere varıyordu. Hatta evde ya da hastaneye gelirken doğum yapanlarda bile bu hız daha düşüktü.

Aslında o dönemde Avrupa’nın birçok hastanesinde loğusalık ateşi önemli bir sorundu. Genellikle çaresizlik ve yoksulluk nedeniyle hastaneye başvuran bu kadınlarda doğuma bağlı ölüm hızı %25-30’lara ulaşmaktaydı.Tıp çevreleri bu ölümleri, koğuşların kalabalıklığı, havalandırmanın yetersizliği ya da emzirmenin geç başlamasına bağlıyor ve önlenmesinin mümkün olmadığına inanıyordu.

“Temmuz 1846. Gelecek hafta Viyana Hastanesi Doğum Kliniğinde doktor olarak çalışmaya başlayacağım. Bu klinikte ölen hasta sayısının öğrenince korktum. Bu ay 208 anneden 36’sı loğusalık ateşi nedeniyle ölmüş. Bir doğum zatürree kadar tehlikeli…” Semmelweis (Günlüğünden)

Tıp çevreleri ölümlerin nedenlerini bilmiyor ve “miasma[1]” gibi geçersiz sebeplerden çare arıyordu. Bu açıklamalar, Semmelweis’i asla tatmin etmiyor, sorularına cevap olmuyordu. Çünkü mevcut önerilerin çoğu dogmatik ve aynı zamanda çözüm yollarını tıkayan önerilerdi. Oysa yaşanan her olgunun temelde bir nedeni bulunmaktadır. Bu nedenler aynı zamanda çözüm önerilerini de beraberlerinde taşımaktadırlar.

“Aralık 1846: Doğumda hiçbir sorunları olmadığı halde neden bu kadar çok kadın ateş nedeniyle ölüyor? Bilim, yüzyıllardır bize bu hastalığın anneleri öldüren görünmez bir salgın olduğunu söylüyor. Nedenleri belki de havadaki değişiklikler ya da bazı kozmik etkiler ya da dünyanın kendi kendine hareketidir-depremdir.”   Semmelweis (Günlüğünden)

Dr.Semmelweis’in kendinden daha yetkin hekimlerin dogmatik düşüncelerine aldırmaksızın sorduğu sorular bir taraftan loğusalık ateşinin nedenlerinin anlaşılmasında ders niteliğinde bir yolu açarken, diğer yandan kendi yaşamındaki dramatik sonun da başlangıcı olacaktı.

ANNELER NEDEN ÖLÜYOR?

Semmelweis kendi kliniğinde görülen yüksek anne ve neonatal ölüm hızı üzerine düşünmeye başladı. Aynı hastanenin ikinci doğum kliniğinde ölüm hızları daha düşüktü. Annelerle birlikte bebekler de ölmekteydi ve aynı klinik bulguların özelliklerini taşıyorlardı.

İlk göze çarpan bulgu ölüm hızlarının yüksek olduğu servislerde doğumları tıp öğrencileri, düşük olduğu servislerde ise ebeler yaptırıyordu. Tıp öğrencilerinin otopsi salonlarından çıkarak doğumhaneye gitmeleri Semmelweis’in gözünden kaçmamıştı. Bu okulda her tıp öğrencisinin otopsi yapması ve hasta organları incelemeleri isteniyordu. Öğrenciler otopsi salonlarından çıktıktan sonra doğum yapmış kadınları muayene ediyorlardı.

Semmelweis önceleri miasma teorileri perspektifinden nedenler aradı. Ancak ölümleri açıklayacak geçerli bir neden bir türlü bulunamıyordu. 1846 yılında hastanede kurulan bir komite, yabancı öğrencilerin hastalara ebelerden daha kötü davranmaları nedeniyle ölümlere neden oldukları gerekçesi ile öğrencilerin kliniklerden uzaklaştırılması kararını aldı. Birkaç ay ölümler azaldı; ancak tekrar yükseldi.

Bir başka ilginç hipotez de rahibin dua etmek amacıyla hastaneye gelmesine yönelikti. Odaların diziliş şekli nedeniyle ölümlerin yüksek olduğu klinikteki tüm kadınlar rahibin ölmek üzere olan bir kadına dua etmek amacıyla geldiğini görebiliyorlardı. Ancak ikinci klinikteki kadınlar rahibin geldiğini göremiyorlardı. Bu durumun birinci klinikte yatan kadınları olumsuz etkilediği ve ölümler arttırdığına inanılıyordu.

“Rahibin odalara gelirken zil çalınmadan ve diğer odaların önünden geçmeden ölmek üzere olan hastalara ulaşmasını sağladım. Böylece hastalar da dâhil olmak üzere odanın dışındaki hiç kimse rahibin orada olduğunu bilmiyorlardı. Her klinik de bu koşulları sağlayacak şekilde düzenlendi; ancak ölüm hızları değişmedi.            Semmelweis (Günlüğünden)

Semmelweis’in gözünden kaçmayan bir diğer nokta da Viyana’da kötü koşullarda gerçekleşen sokak doğumlarından ölüm hızlarının kendi klinikleri kadar yüksek olmamasıydı. Bu konuda veri toplama girişimleri dönemin klinik sorumlusu tarafından engellendiğinden başarılı olamadı. Dr.Semmelweis 1847 yılının başında gerçekleşen tatsız bir olaya kadar loğusalık ateşinin nedenlerini açıklayabilecek bir bulguya ulaşamadı.

BİR ADLİ TIP PROFESÖRÜNÜN ÖLÜMÜ

Bir adli tıp profesörü olan Dr.Jakob Kolletschka(1803-1847) otopsi sırasında elini kesmesi sonucunda “kan zehirlenmesi” nedeniyle hayatını kaybetti. Arkadaşının otopsi bulgularını değerlendiren Semmelweis bulguların ölen kadınların bulgularına benzediği gözünden kaçmamıştı:

“Tamamen allak bullak olmuş bir şekilde, olayı tekrar tekrar düşündüm. Ta ki bir düşünce aniden aklıma gelene kadar… Bir anda loğusalık ateşiyle, Profesör Kolletschka’nın ölümünün aynı özdeş bir olay olduğunu anladım, çünkü her ikisinde de görülen patolojik değişiklikler aynıydı. Dolayısıyla eğer, Profesör Kolletschka’nın ölümüne yol açan septik değişiklikler kadavra parçalarının yayılmasından kaynaklanıyorsa, loğusa ateşinin kaynağı da aynı olmalıydı…”   Semmelweis (Günlüğünden)

Semmelweis elde ettiği bulgularla ölümlerin otopsilerle bağlantısını ispatlamak üzere çalışmalarına hız verdi. Öncelikle her iki doğum kliniğindeki mortalite hızlarını karşılaştırma ile işe başladı ve ölümlerin mevsimsel farklılar gösterdiği sonucuna ulaştı. Bu durum otopsilerin yapılma dönemleri ile de uyum içindeydi. Tıp öğrencileri yılın başında sayıca fazlaydı ve yılın sonuna doğru sayıları azalıyordu. Loğusalık ateşinin bulaşıcı bir hastalık olabileceği teorisi o dönem için sıra dışı bir hipotezdi; ancak eldeki bulgular bu sonucu destekler nitelikteydi.

Bunun üzerine Semmelweis bazı hipotezler geliştirdi:

Gebe takibi yapan hekimler daha öncesinde otopsi salonlarında çalışıyorlardı. Ebeler ise böyle bir uygulama yapmıyorlardı. Sonuç olarak da tıp öğrencilerinin hastalık etkenlerini otopsi parçaları ile taşıdıklarını düşündü.

Henüz mikroplarla ilgili en temel bilgilerin bilinmediği bu dönem için bu düşünce devrim niteliğindeydi. Semmelweis buradan çıkarak koruyucu bir uygulama geliştirdi. Otopsiden çıkanların muayeneden önce ellerini klorlu su ile yıkaması uygulamasını başlattı. 1822 yılında Fransız eczacı Labarrque klor çözeltilerinin dezenfektan olarak kullanılmasını önermişti.

Semmelweis ellerinin klorlu suyla yıkamayan doktorların servise girmelerini yasakladı. Böyle bir uygulama doğal olarak hekimlik kibiri duvarıyla karşılaşacaktı. Hekimler o zamana kadar taşımakla gurur duydukları “hastane kokusu”nun hastalık etkeni olabileceğini kabullenmek istemiyorlardı. Ancak ilk dönemlerde itirazlara aldırmayan Semmelweis bu uygulamayı yaygınlaştırdı ve sonuç da aldı. Puerperal ateşe bağlı ölüm hızı %12,24’den %2,38’e düşüyordu.

“Ellere bulaşan kadavra artıklarını yok etmek için, 1847 yılı Mayıs ortalarında her öğrencinin ellerini muayene yapmadan önce klorlu suyla yıkaması uygulamasını başlattım. Kısa bir süre sonra kireç kaymağından elde edilen klorlu su uygulamaya başladık çünkü bu madde pahalı değildi. Mayıs 1847’de 2,klinikteki ölüm hızı %12’ye düştü. Bu rakam sonraki 7 ayda belirgin şekilde azalmaya devam etti.”             Semmelweis (Günlüğünden)

 Yaşanılan bir başka olay ise bu uygulamanın kapsamının geliştirilmesine yol açtı;

 “1847 Ekim’inde, rahim kanseri nedeniyle ameliyat edilen ve tümörü çıkarılan bir hasta kliniğe yatırıldı. Bu hastayı muayene ettikten sonra muayeneyi yapan kişiler, ellerini sadece sabunlu su ile yıkadılar. Bu olay o dönemde doğum yapmış olan 12 kadından 11’inin ölümüyle sonuçlandı. Çıkartılan medüller karsinomdan gelen abse sıvısı, su ve sabunla yok edilemiyordu. Muayeneler sırasında bu sıvı, diğer hastalara taşındı ve loğusalık ateşi vakaları arttı. Loğusalık ateşi yalnız kadavra yoluyla değil, canlı organizmalardan gelen abse sıvısıyla da bulaşabiliyordu. Ellerin yalnızca kadavralarla temas ettikten sonra değil, hasta muayenelerinden sonra da klorlu suyla yıkanması gerekiyordu.” Semmelweis (Günlüğünden)

Semmelweis’in yöntemleri iki aşamada uygulamaya konulmuştu. Birinci aşamada Otopsi sonucunda klorlu suyla el yıkaması Mayıs 1847’de başladı ve birinci klinikteki ölümler azaldı. İkinci olarak enfeksiyonu olan her hastanın muayenesinden sonra el yıkama ve havayla bulaşma ihtimali olan durumlarla ilgili önlemleri sayesinde ölüm hızını (%1,27) ikinci kliniktekinin de altına düşürdü. Mart ve Ağustos’ta birinci klinikte hiçbir kadın loğusalık ateşi nedeni ile ölmedi.

BİLİMSEL KANITLARI ANLAYAMAMAK

Dr.Semmelweis’in işi bu sonuçlara ulaştıktan sonra daha da zorlaşacaktı. Üstleri onun bulgularına şüpheyle yaklaşacak dahası onu bulgularından dolayı suçlayacaklardı. Semmelweis sonuçlarını yayınlamak istemedi. Ancak, Ferdinand von Hebra, ona atıfta bulunarak loğusalık ateşinin etiyolojisini açıklayan ve korunma yollarını içeren iki makale yayınladı. Bu görüşler o güne kadar bilimsel çevrelerde hâkim olan dört sıvının dengesiyle ilgili kurama aykırı olması, kesin doğru sayılan ve yaygın kabul gören “nedenlere” ters düştüğü için kabul görmedi. Karşı çıkanlar uygulamaların bilimsel temelinin olmadığını savunuyorlardı. Gerekli bilimsel temeller ise ancak mikrop teorisinin gelişmesiyle bulanacaktı. Bunun için de on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar beklenilmesi gerekecekti. Ellerini yıkamayan hekimler yoluyla enfeksiyonların bulaştığının düşünmesi onun bir takım gizil güçlerin varlığına inandığı biçiminde yorumlanmıştı.

1848 yılında Semmelweis uygulamalarının başarısını daha da yaygınlaştırmak amacıyla bir komisyon kurması istendi. Ancak Eğitim Bakanlığınca oluşturulan bu komisyon üniversite ve hükümet arasındaki politik farklılıklar nedeniyle reddedildi. O dönemde Semmelweis liberal görüşten yanaydı, hükümet ise muhafazakârların elindeydi.

HAKİKATİN BEDELİ: DRAMATİK SON

1849 yılının Mart ayında Semmelweis’in görevine son verildi. 1848 yılında Avrupa’yı etkileyen liberal akımların etkisine katılarak Viyana’daki olayların içinde yer almıştı. 1849 yılında ebelik okulu için yaptığı başvuru da reddedildi. 1850 yılında Viyana Tabipler Birliği’nde çalışmasının bulgularını sundu. Haziran ayında ikincisini sundu. Bundan sonra ekim ayında hekimlik okutmanlığı görevine getirildi. Ancak, hükümet kararıyla, doğum eğitimini ancak modeller üzerinde yapabileceği şartı getirildi. Yaşadığı maddi sıkıntılar ve umudunun kırılması nedeniyle Semmelweis 1850 yılında Budabeşte’ye geri döndü.

Ülkesinde ise onu bekleyen atmosfer son derece zordu. Ailesi ölmüş, 1848 devrimine karışan kardeşleri mülteci durumuna düşmüştü. Ülkede sadece bir kız ve erkek kardeşi kalmıştı. 1851 yılında Budabeşte-Rochus Hastanesi-Doğum Servisi’ne fahri olarak atanmayı başardı. 1857 yılına kadar burada çalıştı. Hastanesinde mortalite hızının %0,85’lere kadar düşürdü. Prag ve Viyana’da bu hız %10-15’lerdeydi.

Budabeşte’de evlendi beş çocuğu oldu. Özel bir klinik açtı ve yöntemleri Macaristan’da kabul gördü. Hükümet bütün yerel yönetimlere Semmelweis’in yöntemlerini uygulamasını isteyen bir yazı yazdı.

1857 yılında Zürih’ten gelen bir görev teklifini geri çevirdi. Viyana’da hâlâ kendisine düşmanca davranılıyordu.”Wiener Medizinische Wochenzeitschrift” dergisinin editörü, “klorlu suyla el yıkama saçmalığının durdurulması gerektiğini” yazıyordu.

1855 yılında Semmelweis Budabeşte Üniversitesi Teorik ve Pratik Ebelik bölümünün başına getirildi. 1861 yılında sonuçlarını “Die Ätiologie der Begriff und die Prophylaxis des Kindbettfiebers”(Loğusa Ateşinin Nedenleri, Anlaşılması ve Önlenmesi) adıyla yayınladı. Ancak kitabı genellikle olumsuz tepkiler aldı.

1861 yılında Semmelweis boş yere çabaladığı duygusuyla umudu kırıldı. Bu konuda umursamaz davranmaya başladı. Son yıllarda depresyon nöbetleri geçirmeye başladı. Bunu hafıza kaybı ve gideren artan psikoz şiddet davranışları izledi. Karısı ve çocukları tarafından düşkünler evine yatırılan Semmelweis 1965 Ağustosunda burada öldü. Cerrahi bir işlem sonrası enfekte olan parmağı nedeniyle sepsisten öldüğü bildirildi. Ancak gerçek ölüm nedeni bu değildi. 1979 yılında S.B.Nuland tarafından yazılan biyografiye göre, Semmelweis ruh sağlığındaki bozulma nedeniyle bir kliniğe yatırıldı; burada çalışan bir personel tarafından dövüldü. Yaralanmaya bağlı 15 gün içinde öldü. Böylece; otopsiye bağlı enfeksiyona bağlı olduğu söylenen ve doğru olsaydı muhteşem bir klasik dönem ironisi olacak teoriler de çürütüldü. Öldüğünde 47 yaşındaydı.

Cenazesine çok yakın bir iki arkadaşı dışında kimse katılmadı; ailesinden bile. Önce Viyana’daki Schmelz mezarlığına gömülen Semmelweis, Macar yetkililerin yaptıkları hatayı anlamaları üzerine 1894 yılında Budabeşte’deki Kerepesi Mezarlığına taşındı. Budapeştenin merkezine heykeli dikildi. 1965 yılında mezarı doğduğu evin bahçesine taşındı ve ev müze haline getirildi. Adına ödüller verilmeye başlandı. Budapeşte’de adına bir üniversite bulunmaktadır. Bilimde ulaşılan yeni bir görüşün hiçbir değerlendirmeye tabi tutulmadan yok sayılması ise Robert Anton Wilson tarafından “Semmelweis Refleksi” olarak tanımlandı.

1879 yılında Louis Pasteur loğusa ateşinin nedeninin Hemolitik Streptokoklar olduğunu buldu. Arkasından yaşanan olaylar, bakteriyoloji alanında birçok etkenin, bulaş yolunun, korunma yollarının ve tedavisinin bulunması ile enfeksiyon hastalıklarına bağlı mortaliteyi sıfırlara kadar düşürdü. Ancak halen, dünyanın birçok bölgesinde sağlık personelinin el yıkama konusunda göstermiş olduğu basiretsizlikler nedeniyle insanlar hastane enfeksiyonları nedeniyle hayatlarını kaybetmektedirler...

Ve bugün insanlık olarak koronavirüs adı verilen bir virüsten korunmak için birbirimizden saklanmak ve el hijyenine dikkat etmekten daha etkin bir yöntem bulabilmiş değiliz... Tabii ki henüz...

Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr. 

Kaynak: Fehminaz Temel, Funda Sevecan, Songül A.Vaizoğlu. Bir Biyolojik Ve Çevre Öyküsü Semmelweis. Özgür Doruk Güler Çevre Dizisi:8, Yazıt Yayınları, 2008, Ankara.



[1] Miasma kuramı: Kolera ya da veba gibi hastalıkların kötü havadan oluştuğunu ileri süren kuram. Miasma bozunan maddelerin oluşturduğu uçartozlardan oluşan, kötü kokulu buhar ve sisi tanılıyordu. Bu kuram orta çağda başlamış ve 1800 yılların ortalarına kadar yaygın olarak kabul görmüştür.

NOT: Bu yazı 2011 yılında Çanakkale Tabip Odası tarafından yayınlanan ULAK dergisinde basılı olarak yayınlanmıştır...


Yorumlar