“Bütün
insanlar, doğal olarak bilmek isterler. Duyularımızdan aldığımız zevk, bunun
bir kanıtıdır. Çünkü onlar, özellikle de diğerlerinden fazla olarak görme
duyusu, faydaları dışında bizzat kendileri bakımından da bize zevk verirler.”
Bu
sözler bir dönem bizim de hemşerimiz olan, Aristoteles’in Metafizik adlı eserinin
ilk cümlesidir.
Bilmek istemek türümüzün ayırıcı özelliği olup dünyadaki
varlığımızın olduğu kadar belki de gelecekteki yok oluşumuzun sebebi olacaktır.
Öte yandan yaşantımızı üzerine kurduğumuz bu eylemin ne anlam ifade ettiği
üzerine ise çok da fazla kafa yormayız. Bilimi salt teknoloji ile eşleştirip –oysa
ki teknoloji bilimin sadece bir sonucudur– bilimsel düşüncenin felsefi ve
tarihsel açılımı üzerine düşünmeyiz. Ancak bilim, tüm teknolojik ürünlerin üzerinde
bir düşünce sistemidir ve doğru anlaşılabilmesi, var olan teknolojinin kendini sürdürebilmesi
ve de kendi elimizle yarattığımız çöplüğün içinde boğulmamamız için gereklidir.
Burada karşımıza çıkan anahtar soru: Bilim
nedir? Birçok kişinin bu yazıyı okurken hemen güvenilir, doğru bilgidir
dediğini duyar gibi oluyorum. Oysa ki cevap bu değildir. Bilim; ifadelerinin ya da teorilerinin gözlem ya da
deneylerle yanlışlanabildiği bir düşünce sistemidir. Bu tanım 20.Yüzyılın
en büyük bilim felsefecilerinden birisi olan Karl R. Popper’e aittir. Peki, ifadelerin
yanlışlanması ne demektir? Başka bir açıdan bakarsak; biz bilimle doğruyu
aramıyor muyuz? Yanlış da nereden çıkıyor?
Bu seviyeye binlerce yıllık bir yolculuk
sonunda ulaştık. Homo Sapiens olarak
bizim en büyük özelliğimiz Aristo’nun da dediği gibi bilmeyi istemektir. Bunun
için de doğada karşılaştığımız her olaya bir açıklama getirmeye çalışıyoruz. Bu
açıklamalarımızın hepsini hayal dünyamızda yaratıyoruz. İşte olay burada
başlıyor. Aslında düşünce sistemimizde bu noktaya kadar değişen pek fazla bir
şey yok. Halen yeni bir olayla karşılaştığımızda onu açıklayacak bir şeyler
uydurmaya çalışıyoruz. Bilimsel düşünce sistemi tarih boyunca çalışmayan diğer
yolların elenmesi ile elde ettiğimiz bir kazanımdır.
Düşünün hiçbir şey bilmiyorsunuz,
yağmurlu bir günde üzerinize gökyüzünden gök gürültüleri içinde ateşler
düşüyor. Düşüneceğiniz ilk şey gökyüzünden birinin sizi cezalandırmak istediği
olur ki aslında bu doğayı açıklamak için kullandığımız sistemlerin de
başlangıcıdır: MİTOS. Efsane, masal,
hurafe anlamlarına da gelen mitos, olağanüstü kahramanlıkları ve doğaüstü
güçleri anlatan hayal ürünü sözdür. İnsanın doğayı açıklamaya başlangıç
kapısıdır ki halen de geçerliliğini tam olarak yitirmemiştir.
İnsan doğada karşılaştığı olayları
hayalinde ürettiği ve mitoslaştırdığı açıklamalarla karşılamaya çalışmıştır. Amaç
içinde bulunduğu doğa olaylarının açıklanması ve hayatının bu olaylara göre
düzenlenmesidir. Bu açıklamaların en büyük eksiği ise gözlem ve deneyle
sorgulanma ihtiyacı duyulmayışıdır. Dolayısıyla sistem sadece inanç temeline
dayanmaktadır. Bugün dinlerin ve ideolojilerin dayanağı budur. Ancak bir süre
sonra insan görmüştür ki hayalinde yarattığı mitoloji dünyası ona aradığı
cevapları verememektedir. Çünkü doğayı mitoloji ile açıklamaya kalkmanın tek
pratik sonucu teslim olmaktır. Ancak bu da sorunu çözmemektedir. Siz ne kadar
teslim olursanız olun yıldırımın yeryüzüne düşmesinin önüne geçemezsiniz.
Sadece ondan korunmayı öğrenebilirsiniz. Bu da bilimsel düşünce ile mümkündür.
Bu noktadan sonra insan yeni bir arayışa
girmiş ve bilimsel düşünce yolunun taşlarını döşemeye başlamıştır. Ancak işler
hiç de sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Uzunca bir zamanın ve denemenin
ardından binlerce yıl sonra –günümüz için– aslında nihai doğru bilginin
olmadığı görülmüştür. Sadece doğruya en yakın bilgi bulunmaktadır. Bunun da
yolu tüm düşüncelerin sürekli olarak sorgulanması ve yanlışların
ayıklanmasından geçmektedir. Çünkü bugün doğru olduğunu zannettiğimiz
düşüncelerimizin yarın yanlışlanmayacağını hiçbir zaman bilemeyiz. Ve bütün zamanları kapsayacak boyutta bilgi
olamaz.
İşte o zaman bilimsel düşüncenin mantığı
ortaya çıkıyor. Her şeyin aslında yanlış olabileceğini düşünerek şüphe etmek ve
bıkmadan usanmadan gözlem ve deneye tabi tutmak. İşte bilim dediğimiz sistemin
anlamı günümüz dünyasında tam da budur. Doğa için hayal dünyamızda
oluşturduğumuz düşüncelerin gözlem ve deney yoluyla gerçek dünya ile
yüzleştirilmesidir. Bu yüzleşmeyi geçen düşüncelerimiz sadece o gün için doğru
olarak kabul edilirler. Ta ki birisi doğruladığımızı sandığımız düşüncemizi
başka bir gözlem ya da deneyle yanlışlayana kadar. Çünkü bütün bu gözlem ve
deneyleri yapan yine insandır ve en büyük laneti yanılma payıdır.
Karl Popper, bilimi bataklık üzerinde kazıklar
üzerinde dikilmiş bir yapıya benzetir. Bu kazıklar hiçbir zaman var olan, doğal
ve sağlam bir tabana dayanmaz. Zaman zaman kazıkların sağlam zeminde olduğu
düşünülse de yanıltıcıdır. Yine de bilim insanı bıkmadan usanmadan sağlam
zemini aramaya devam eder. Bu sayede de bugün yaşadığımız dünyayı bize bilimsel
düşünce sağlar. Artık yıldırımlardan korkarak mitolojiye sığınmamıza gerek yoktur;
çünkü bizi koruyan ve bizim yaptığımız paratonerlerimiz vardır...
Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
NOT: Bu yazı Mart 2018 tarihinde Çanakkale Troia Dergisinin 62. sayfasında basılı olarak yayınlanmıştır...
Yorumlar