BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN YOLUNDA –NEDEN?(4)–İSLAM FİLOZOFLARI!

Birkaç yazıdır, Mitolojiden başlayarak Aristoteles’e kadar doğa olaylarının ardındaki gerçekliğin nasıl açıklandığını anlamaya çalışıyoruz. Nedensellik kavramı bugüne kadar gelen açıklamalar içinde en açık biçimde Aristoteles tarafından kavramsallaştırılmış olup ve bu açıklama kendisinden sonraki filozofları derinden etkilemiştir. Bunlardan tarihsel olarak ortaya çıkan ilk grup İslam Filozofları olmuştur. İslam Felsefesi, 8-9.yüzyıllardan itibaren İslam Medeniyetinin kültürel ve coğrafik gelişimi ile Pagan ve bazı Hıristiyan grupların Roma’dan kovulmasının etkisiyle Bağdat ve Basra gibi merkezlerde filizlenmiş ve 13-14.yy’larda Endülüs’e kadar geniş bir coğrafyayı ile kendisinden sonra gelecek Skolastik felsefenin geleceğini etkilemiş, çağının ileri düşünce sistemidir. Bu sistem ağırlıklı olarak Aristoteles olmak üzere, Platon ve Yeni-Platonculardan etkilenmiştir.
Nedensellik tartışması bu düşünce sisteminin merkezinde yer almıştır. Kelamcılardan, filozoflara kadar zengin bir düşünce adamını yetiştiren bu sistemde temel kaygı Allah’a olan imanın ve bağlığın güçlendirilmesiydi. Orta Çağ düşünce sistemlerinin temel kaygısı –Hıristiyan felsefesinde de dahil olmak üzere– felsefenin dini inanç sistemlerine hizmet etmesiydi. Aslında mitolojiye karşıt olarak üretilen felsefe stoacılardan başlayarak, Yeni-Platoncularla birlikte önce Hıristiyanlığın daha sonra da Müslümanlığın hizmetine sunulmaya çalışılmıştır. Bu durum Aydınlanmayla birlikte 19.yy’dan itibaren değişmeye başlayacaktır. Bazı bölgelerde halen felsefe inanç sistemlerinin gerisinde kalmaktadır. İslam felsefesinin temsilcileri Kindi(Ö:873) ile İbn Rüşd(1126-1198) arasında kalan bir grup filozoftur. Aslında Ravendi(Ö:913/914) ya da Ebu Bekir Er-Razi(865 - 923/932) gibi bu sistemin dışına çıkmaya çalışanlar olmakla birlikte, ciddiye alınmadıklarından etkileri olmamıştır.
İşte nedensellik tartışmasının merkezinde yer alan ve Aristoteles’i izleyen bu filozoflar hiçbir şeyin yoktan var edilemeyeceğini düşünen Yunan Düşüncesinin takipçisi olduklarından, Yaratıcıyı maddeye şekil veren ve ilk neden olarak açıklamışlardır. Onların dünyasında Allah ilk neden olup, doğada kendisinden sonra gelen bir nedensellik zinciri kurmuştur. Filozofların görevi de doğadaki bu nedenselliği anlamaktır.
Ancak bu düşünce sistemi geleneksel İslam öğretisiyle çatışmaktadır. Dinin temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim açık bir şekilde evrendeki her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu söylemektedir:
Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır,  ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde (Haktan) nasıl dönersiniz?” “O, sabahı aydınlantandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı(vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, aziz olan(ve her şey) pek iyi bilen Allah’ın takdiridir.” “O, gökten su indirendir. İşte Biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üst üste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan toplum için ibretler vardır.” “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O’nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir? Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyin hakkıyla bilen O’dur.” EN’AM Suresi; Ayet numarası: 95,96,99,101, “Kur’an-ı Kerim” Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007.
Hal böyle olunca filozoflara itiraz gecikmemiştir. Kelamcıların içinden çıkan Eş’ari grubunun en önemli isimlerinden biri olan Gazzali, bu duruma ateş püskürmüştür. Nedensellik görüşünü kabul etmek İslam inancının bazı öğretileriyle çatışmaktadır. İslam inancına göre âlemdeki her şeyin tek bir yaratıcısı vardır: O da Allah. Nedensellik düşüncesi Allah’ın bu yaratıcılık gücünü sınırlamaktadır. Ayrıca Allah iradesi inancın en önemli bileşenidir. Allah her şeyi yapabilir. Determinist bir dünya Allah’ın yaratım gücünü ve yönünü sınırlamaktadır. Bir de mucizeler sorunu vardır. Nedenselliğin kabul edildiği dünyada mucize açıklanamaz. Çünkü mucize kurulu düzenin bozulması demektir. Zaten Filozoflara göre de mucizeler birer metafordur. Filozofların açıklamaları Gazzali(1058-1111) tarafından “Filozofların Tutarsızlığı” isimli kitapta sert bir şekilde eleştirilmiştir:
“Tabiatta süregelen düzende alışkanlık sonucu olarak sebep ile sebepli arasındaki ilişki bize göre zorunlu değildir... Mesela su içmek ile suya kanmak, yemek ile doymak, ateşe dokunmak ile yanmak, güneşin doğmasıyla aydınlık, boynunu kesmek ile ölmek, ilaç içmek ile iyileşmek, müshil ile ishal olmak arasındaki ilişkide zorunluluk yoktur. Nihayet bu örnekler tıpta, astronomide, sanat, zanaat ve gözleme dayalı diğer bütün ilişkilerde böylece sürüp gider. Zira sebep ile sebepli arasındaki ilişki zorunlu ve değişmez olmayıp Allah’ın ezeli takdiri gereği bunların birbiri ardından yaratılmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla yemek yemeden tokluğu yaratmak, boyun kesilmeksizin ölümü yaratmak, boynu kesmekle birlikte hayatı devam ettirmek Allah’ın kudreti dâhilindedir... Filozoflar bu görüşe karşı çıkarak bunun imkânsız olduğunu iddia etmişlerdir.”
Kaynak: Gazzâlî, Filozofların Tutarsızlığı, Klasik Yayınları. 2015.
Gazzali meşhur kitabının sonunda bu filozofların dinden çıktığını ve katledilmelerinin gerekli olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Gazzali’nin bu düşüncesine yanıt Endülüs’te bulunan Kurtuba’dan gelmiştir. Burada yetişen İbn Rüşd Aristo felsefesinin Avrupa’daki en önemli temsilcilerinden birisidir. Kendisi Aristoteles’i en büyük öğretmen olarak görmüş ve onun kitaplarına şerhler yazmıştır. İbn Rüşd, doğadaki eylemlerin nedensellik kuralına dayandığını ve bu kuralların da duyular yoluyla bilinebileceğini söylemiştir. Bu düşünce de bilimsel uygulamalara felsefi bir temel sağlamıştır:
“Duyulur nesnelerde gözlenen etkin nedenlerin varlığının inkârı bir safsatadır. Böyle bir şeyi söyleyen kimse, ya diliyle gönlündekini inkâr etmektedir ya da bu konuda kendisine ilişen safsataya dayalı bir kuşkunun peşindedir. Bunu reddeden kimsenin, her fiilin mutlaka bir fa’ili bulunduğunu kabul etmesi mümkün değildir. Bu nedenlerin, kendilerinden çıkan fiillerde kendi kendilerine yeterli olmaları ya da ister ayrık olsun, ister olmasın, ancak dışarıdaki bir nedenle fiillerin tamamlanması, kendiliğinden bilinen bir husus değildir ve birçok araştırma ve incelemeyi gerektirmektedir. Onların(kelamcıların), bu dünyada fa'illeri algılanmayan bir takım eserler bulunduğu için, birbirlerini etkiledikleri algılanan etkin nedenler konusunda böyle bir kuşkuya düşmeleri doğru değildir. Nedenleri algılanmayanlar, yalnızca nedenlerinin bulunduğunun algılanamamasından ötürü, bilinmemekte ve araştırılmaları gerekmektedir. Nedenlerinin bulunduğu algılanmayan nesneler, tabii olarak bilinmiyor ve araştırılmaları gerekiyorsa, bu durumda bilinmeyenler dışında kalan nesnelerin nedenleri zorunlu olarak duyularla kavranıyor demektir. Böyle bir şey ise, kendiliğinden bilinenle bilinmeyen arasında bir ayırım yapamayan kimsenin işidir. Dolayısıyla Gazzali’nin bu bolümde ileri sürdüğü hususlar safsataya dayalı bir yanıltmacadır.” Kaynak: İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Basımevi. 1986
Nedensellik tartışması İslam Felsefesi içinde ciddi bir yer bulmuştur. İslam coğrafyasında yakılan filozof olmamıştır. Ancak Eş’ari grubunun ve Gazzali’nin görüşü yaygın kabul görmüştür. Günümüzde bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyada bu düşünce halen baskındır. İbn Rüşd’ün kendisi değilse bile kitapları hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar tarafından yakılmaya çalışılmıştır. Düşüncesi doğuya ulaşmamıştır. Ancak Hıristiyanlara rağmen yeni kurulmakta olan Üniversite kürsülerinde tercüme edilerek okutulmuştur. Bu sayede “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” bize kadar ulaşabilmiştir. Avrupa Kıtasında nedensellik düşüncesi gölgesinde gelişen bilim 15.yy’dan itibaren sürekli olarak ilerlemiştir. 16.yy’da Kepler’le(1571-1630) başlayan modern astronomi çalışmaları sayesinde Antik Dönemin tabuları yıkılmış ve uzayın derinliklerine kadar ilerlemek mümkün olmuştur. 14.yy’da Avrupa’da yaşanılan Veba salgını hastalık söz konusu olduğunda Tanrı’nın bir faydası olmadığını insanlığa çok acı deneyimlerle göstermiştir. 17.yy’dan itibaren mikroskobun geliştirilmesi, insan anatomisinin ilk defa yazılması, 19.yy’daki evrimci görüş ve Koch(1843-1910) ile Pasteur’un(1822-1895) mikrop devrimi günümüzde canlılığın genetik temellerine kadar inebilmemizin yolunu açmıştır. Tüm bu gelişmelerin ardında her olayın ardındaki nedenin aranması kaygısı bulunmaktadır.
İslam dünyası 13.yy öncesi ışıltılı dönemi bir daha yaşayamamıştır. Gazzali’nin dünyası tüm İslam bölgelerine hâkim olmuş toplumsal yaşam Allah’ın neden olduğu kör bir kaderciliğe terk edilmiştir. Yağmur için bile dua etmek suyun aranmasının önüne geçebilmiştir. 15.yy’dan itibaren Osmanlı coğrafyasında felsefe medreseden kovulmuştur. Bireysel çabalar dışında kurumsal bir gelenek oluşmamış; pragmatik bilim anlayışı zaman zaman büyük isimler ortaya çıkarsa da felsefe ve bilim toplumsal iyiliğe katkı sunamamıştır. İslam coğrafyasının içine düştüğü kargaşa 21.yy’da halen devam etmektedir. Öte yandan yaşanan bu tarihin sebebini Gazzali ve görüşünde aramak hem haksızlık hem de fazla iddialı olur. Avrupa’nın yaşadığı aydınlanmanın da İslam coğrafyasının çöküşünün de dikkatli analizi gerektiren onlarca belirleyicisi bulunmaktadır. Ancak hem doğaya bakışı hem de eğitim sistemini etkileyen bir felsefenin yaşanan bu tarihin nedensel belirleyicilerinden birisi olduğunu iddia etmek her halde yanlış olmayacaktır…

Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.

 

NOT: Bu yazı Ağustos 2019 tarihinde Çanakkale Troia Dergisinin 34-35. sayfasında basılı olarak yayınlanmıştır...

Yorumlar