BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN YOLUNDA –LAMPSAKOSLU ANAKSAGORAS–

“Bir gün Anaksagoras güneşin alevler içinde kızgın bir kütle olduğunu söyledi ve bu yüzden ölümle burun buruna geldi; ama dostu Perikles onu kurtardı, o ise bilgeliği gevşeyince kendini öldürdü.” Diogenes Laertios:73.

İnsanı yeryüzünde diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği yaşadığı çevreyi anlamaya çalışması ve sonrasında da düzenlemesidir. Bugün için çoğunlukla bilime bırakılmış görünse de bu alanın ilk ve tek hâkimi bilim değildir. İnsanın çevresini açıklaması ve kurallar dizini oluşturması ilk önce efsanelere bağlı mitosla sonra da dinle olmuştur. Daha sonra efsanelerle sorulara gerçekçi yanıtlar bulunamadığının görülmesi üzerine akıl devreye girmiştir. Tarihsel süreçte de bugünkü bilimsel düşünme yöntemine ulaşılmıştır. Bununla birlikte düşünme biçimlerimiz ile bilgi üretme yöntemlerimiz tarihsel süreç içinde gelişmeye devam etmektedir. Karl Popper’in de belirttiği gibi aslında hiçbir şey bilmiyoruz; ancak bulmacayı çözüyoruz. Bu sırada da doğanın sırrını çözebileceğimize ilişkin metafizik inançlara kendimizi bağlıyoruz. Öte yandan şunu da belirtmeliyiz ki bilim bize doğruya en yakın yanıtları sunmaya devam ediyor.
İnsanın yaşamını açıklamaya ve düzenlemeye çalışan ikinci bir yol da önce mitos, sonra din olmuştur. Aslında bu insanın hayatındaki ilk seçenektir. Bilim bu yolun içinden çıkmıştır. Mitosun ve dinin çıkmazları aklın öncülüğünde bilime ulaşmıştır. Doğal olarak da bu yolu seçenler, eski yolun yolcuları ile ters düşmüşlerdir. Herkesin bu kavgada ilk aklına gelen Galilei olmakla birlikte örnekleri daha eskidir. Örneğin Yunan Filozoflarından Anaksagoras dinle bilim kavgasının en eski örneklerinden birisidir.
Anaksagorasın bizim ilgi alanımıza girmesinin nedeni hayatının son günlerini Lâpseki’de (O zaman Lampsakos) geçirmiş ve orada okul açmış olmasıdır.
Söylenildiğine göre Anaksagoras, MÖ 468 yılında Aigos Potamos’a düşen bir gök taşını incelemiş ve ay, güneş gibi cisimlerin dünya ile aynı yapıda olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Atinalılar Tanrılarına hakaret ettiği için Anaksagoras’ı yargılamışlardır.
“Anaksagoras da tüm gökyüzünün taştan oluştuğunu söylemiş: gök hızla dönmesi sayesinde bir arada duruyormuş, yavaşlasa taşlar aşağıya düşermiş. Duruşmasıyla ilgili olarak farklı şeyler anlatılır. Nitekim Sotion Filozoflar Zinciri adlı eserinde, güneşin akkor haline gelmiş kızgın bir kütle olduğunu söylediği için, Kleon tarafından dinsizlikle suçlandığını söyler; onu öğrencisi Perikles savunmuş, beş talant para cezasına çarptırılmış ve sürgüne gönderilmiş.” Diogenes Laertios:73.
Aslında davanın siyasal yönü de bulunmaktadır. Öğrencisi Perikles’in siyasal hasımlarının bu davanın arkasında olduğu söylenmektedir. Anaksagoras hakkında daha fazla bilgiye sahip değiliz. Ancak şunu biliyoruz ki dini söylemlerle ters düşün bilim insanları tarih boyunca önemli sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalmışlardır. Atinalılar çok geçmeden Sokrates’i de dini değerleri aşağılamak gibi suçlardan yargılayacak ve katledeceklerdir.
Aynı alanı açıklamaya ve düzenlemeye çalışan, birbirinin içinden çıkmış iki düşünce sistemi doğal olarak birbirine zıt önermeler ortaya attığında çatışma kaçınılmazdır. Sonuçta iktidar ilişkilerinin bölüşümü de varsa kavga çok daha ölümcül hale gelmektedir. Akla dayalı, dini referanslardan beslenmeyen seküler bir faaliyet olan bilimin dünyayı açıklamaya ve düzenlemeye çalışmasında söylenecek bir şey yoktur. Zira varlık nedeni tam da budur. Dolayısıyla yeryüzü ile ilgili her şeyin içinde olabilir.
Buna karşılık, bu dünyayı yok sayan, maddeyi görmezden gelerek ruhu ölümsüzleştiren, dünyadaki her şeyi anlamsızlaştıran bir düşünce sisteminin, maddi olanın nesnel yönünü efsaneleştirerek ve inanca dayandırması ve bunu dayatmaya çalışması tam manasıyla bir paradokstur. Aslında bu noktada kendi başına bir faaliyet olarak kalmış olsaydı sorun olmayacaktı. Ancak efsanelerden yararlanarak kurduğu iktidar ilişkilerinin gücünü arkasına alan bu sistem akla ölümcül saldırılar yapabilmektedir. Bu da insanın gelişimini yavaşlatmaktadır.
Çünkü iki sistemin yöntemsel olarak ayrıldığı çok önemli bir kavşak vardır. İkisi de aynı nesneyi açıklamaya çalışırken, birisi önermelerini inançla sonuçlandırmaktadır. Böylece yol burada tıkanmaktadır. Çünkü inandıktan sonra yeni soruya ihtiyaç yoktur. Ayrıca suçtur. Diğeri ise önermelerini olgusal gerçeklikle sınamaktadır. Böylece önermeler sürekli olarak deneye tabi tutulmakta ve sorular asla bitmemektedir. Sonuçta ikisi de tam gerçeğe ulaşamamaktadır. Ancak birisi bu yolu başında efsane ile çıkmaz sokağa sürüklerken, diğeri her olgusal yoklama da ya da deneyde gerçeğe biraz daha yakınlaşmaktadır. Böylece gerçeğe ulaşılamayacak olunsa da daha fazla soruya yanıt verme olasılığı doğmaktadır.
Anaksagoras’a gelince; tahminen MÖ 428 yılında Lampsakos’da öldü. Lampsakos’lular onu çok sevdi. Kentin yöneticileri ona ne istediğini sorduğunda “Her yıl benim öldüğüm ayda çocuklara oyun oynamaları için izin verin” dedi. Bu töreyi bir süre devam ettiren Lamsakoslular, Anaksagoras’ın mezar taşına şunları yazdılar:
“Hakikatin peşinde gökyüzünün sınırlarını aşan Anaksagoras burada yatıyor.”
 
 
Kaynak:
Diogenes Laertios. Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri. (Çev:Candan Şentuna). Yapı Kredi Yayınları, 2010, İstanbul:70-73.
Ahmet Arslan. İlkçağ Felsefe Tarihi Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi. 1.Cilt. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016, İstanbul: 285-305.

Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.
 

NOT: Bu yazı Temmuz 2018 tarihinde Çanakkale Troia Dergisinin 42-43. sayfasında basılı olarak yayınlanmıştır...

Yorumlar