BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN YOLUNDA: İSLAM COĞRAFYASINDA TABİAT FİLOZOFLARI: er-RAZİ

“Şeriat sahipleri, dini önderlerinden taklitle edinirler ve ilkeleri hakkında akılsal araştırmayı ve inceleme yapmayı yadsırlar. Araştırma ve inceleme yapanları şiddet kullanarak sakındırırlar ve engellerler. Önderlerinden din konusunda araştırma yapmayı yasaklayan haberler naklederler ve rivayete aykırı davrananları kâfirlikle itham ederler… Bu davanın sahiplerine, davanızın doğruluğunun kanıtı nedir diye sorulursa, hiddetlenirler. Kendilerinden kanıt isteyenlerin kanını dökmeye yönelirler. Böylece akılsal araştırmayı engellerler; muhaliflerini öldürmeye yönelirler.” 
Ebû Bekr Zekeriyâ er-Râzi
(Kaynak: Mehmet Dağ, Hasan Aydın. Ortaçağ İslam Kültüründe Felsefe. Bilim ve Gelecek Kitaplığı-56. Ezgi Matbaacılık. İstanbul, 2017:111)
Bir süredir nedensellik düşüncesinin gelişiminden bahsetmekteydim. Tarihsel süreci takip etmeye çalıştığım yazı dizisinde hazır İslam Felsefesinden örnek vermişken, biraz bu dönemde kalmak istedim. Çünkü İslam Felsefesinin ülkemizde yeterince anlaşılmadığını düşünmekteyim. Tarihsel tecrübelerimiz bize bilimsel ya da felsefi düşüncenin bir bölge veya toplulukla sınırlı olmadığını ve zaman içinde gezdiğini göstermiştir. İnsanın yaşadığı doğayı açıklama çabası tarım ve yazı devrimlerinin etkisiyle Mezopotamya ve ardından Mısır’da başlamıştır. Takip eden süreç içinde zamanla deniz ticareti ile canlanan Yunan sitelerine geçmiştir. Yunan aydınlanmasıyla birlikte bu bölgede filizlenen ve orijinal eserlerini veren felsefe, Helenistik döneminin ardından gelen Roma’yla birlikte eski üretkenliğini kaybetmeye yüz tutmuştur. Eş zamanlı olarak ortaya çıkan yeni bir dinin Roma’da kurduğu hâkimiyet nedeniyle felsefe en azından bir süreliğine Batı toplumlarındaki eski popülaritesini kaybedecektir. Yaşanılan sürecin en önemli olaylarından birisi MS 529 yılında Hristiyan Kilisesinin etkisiyle İmparator Justinian’ın akademiyi kapatması olmuştur. Kiliseye göre gerçeğe ulaşmak için tek yol İsa’nın yolundan gitmekti ve bu yolda felsefe bulunmamaktaydı. Avrupa bu düşüncenin etkisiyle yaklaşık 1000 yıl sürecek olan bir karanlık döneme sürüklenirken, felsefe bu karanlık coğrafya ile yollarını ayıracaktı. Tarih boyunca kazandığımız en önemli tecrübelerden birisi de insanın düşünmesinin ve yaratma heyecanının hiçbir otorite tarafından engellenemediğidir. Akademinin kapanmasıyla birlikte çeşitli sapkın(sözde) gruplar nispeten daha özgür olabilecekleri doğuya kaçtıklarında yeni bir yıldızın parlamasına vesile olabileceklerini henüz bilmiyorlardı. Muhammed Peygamberin, İslam şemsiyesi altında topladığı Arap kabilelerin kurduğu yeni siyasi yapı 8.yy’a kadar İmparatorluğa dönüşmeye başlamıştı. Roma’nın zayıflamasıyla ortaya çıkan boşluk Doğudan gelen bir güç ile doldurulmaktaydı. Ancak bu sadece askeri bir güç değildi. Ticaretin ortaya çıkardığı Arap entelektüelleri farklı kültürlerle ilgilenmeye başlamışlardı. Abbasi halifelerinin kurduğu Bağdat kendinde ortaya çıkan Beyt’ül Hikme’de birkaç yüzyıl önce Roma’dan kaçan insanların getirdiği Yunan metinleri Arapça’ya çevrilmeye başlamıştı bile. İşte kısaca özetlemeye çalıştığımız bu iklim içinde felsefenin ve bilimsel düşüncenin yeni coğrafyası binlerce yıl sonra yeniden Doğu coğrafyası olacaktı.
Dokuzuncu yüzyıldan itibaren özgün eserlerini veren bu coğrafya Gazali’nin yaptığı sınıflamaya göre üç ekol ortaya çıkartır: Dehriler(Dehriyyun), Tabiatçılar (Tabi’yyun) ve İlahiyatçılar(İlahiyyun).
Bu yazıda tabiatçıların önemli ismi Hekim Ebû Bekr Zekeriya Er-Râzi’den bahsedeceğim. Razi 865 yılında Rey kentinde dünyaya geldi. Hekimlik yönü daha fazla bilinmektedir. Ancak filozof yönü hekimlik yönünden daha geride değildir. Bu dönemde İslam coğrafyasında filozofların büyük bir çoğunluğu hekim ya da tıp eğitim almış kişilerden oluşmaktadır. Aslında bunda şaşılacak bir durum da yoktur. Hekimlik mesleği doğa ile iç içe olan yapısıyla doğal olarak bu mesleğin üyeleri felsefe ile de ilgili olmuşlardır.
Razi’ye gelecek olursak hekimliğinin yanında ilginç bir felsefe zenginliğine sahiptir. Batı onu Rhazes olarak bilir. Astronomi, tıp, matematik ve edebiyat alanında eğitim gördü. Gençlik çağlarında ut çalıp müzik yaptığı söylenmektedir. İçinde bulunduğu dönemde yaşanılan siyasi koşullar nedeniyle gezgin bir hayat sürmüştür. İleri yaşlarda görme yetisini kaybetmiştir. Kendisini tedavi etmek isteyen öğrencisine “dünyaya usanıncaya kadar baktım, artık göze ihtiyacım yok” dediği söylenir. Farklı tarihle olmakla birlikte 925 yılında öldüğü tahmin edilmektedir. Özellikle felsefe ile ilgili görüşleri ve bunlar içinde peygamberlik hakkındaki düşünceleri nedeniyle eserlerin birçoğu bize ulaşmamıştır.
Tıp alanında gözlem ve deneye önem verdiği bilinmektedir. Kızamık ve çiçek hastalığı ile ilgili çalışmaları bilinmektedir.
Felsefede Platonun takipçisi olmuştur. Ona göre felsefenin herkese açık olması gerekmektedir. Felsefe insanlığın kurtuluş yoludur:
“Kendisini araştırma ve incelemeye veren ve bu konuda çaba harcayan kimse, gerçeğe ulaştıracak yola girmiş olur. Gerçekten de insanların nefisleri ancak felsefe öğrenmek suretiyle bu dünyanın batağından ve karanlığından arınabilir ve öteki dünya için kurtuluşa erebilir… Nefislerini yok etmeye yönelen ve felsefi çalışmaları ihmal etmiş olan kimseler biraz olsun felsefeye yönelirlerse, onun çok az bir parçasını kavrasalar bile, bu elde ettikleri birazcık felsefe bilgisi onları kurtuluşa iletebilir.” 
Ebû Bekr Zekeriyâ er-Râzi
Razi’ye göre görüş ayrılığı ve eleştiri bir sapkınlık olmayıp bilakis kendisinden önce gelenlerin hatalarını görmenin önemli bir yoluydu. Felsefesinin ve peygamberlik kurumuna getirdiği eleştirinin detaylarına bu yazıda girmeyeceğim. Aristoteles’e karşı eleştirel tutumu ve atomcuların takipçisi olması dikkat çeken yönlerinden bazılarıdır.
Bu kadar geniş bir bilgi birikimi olan filozof yaşadığımız coğrafyada hiç izlenmemiş ve okunmamıştır. Bunun sebepleri arasında hekimlik ile yetinmeyip bu coğrafyada kimsenin duymaktan hoşlanmayacağı konularla uğraşmış ve rahatsız edici yorumlar yapmış olması bulunmaktadır. Ancak ilerleme sadece çoğunluğun ya da iktidarların duymaktan hoşlanacağı sözleri dinlemekle mümkün olamamaktadır. Tarih onlarca olguyla bu durumu bizim gözlerimiz önüne sermektedir. Buna rağmen yaşadığımız coğrafyanın halen bu sonucu görememiş ve anlayamamış olması, günümüzde trajedilere yol açsa da gelecekte komedi olarak izlenecek bir oyun sahnesi olsa gerek…

Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.

NOT: Bu yazı Ekim 2019 tarihinde Çanakkale Troia Dergisinin 38-39. sayfasında basılı olarak yayınlanmıştır...

Yorumlar