BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN KAYNAKLARI –DOĞAYA ONUN GÖZÜYLE BAKABİLMEK–

“Söylendiğine göre bu ilim [felsefe] eskiden Irak halkı olan Keldaniler arasında mevcuttu. Onlardan Mısır halkına geçmiş, oradan Yunanlılara intikal etmiş. Süryaniler ve daha sonra Araplara geçinceye kadar onlarda kalmıştır. Bu ilmin içerdiği her şey Yunan dilinde, daha sonra Süryanicede, nihayet Arapçada ifade edilmiştir. Bu ilme sahip olan Yunanlılar onu hakiki hikmet ve en yüksek hikmet diye adlandırmışlardır ve onun elde edilmesine ilim, onunla ilgili zihin durumuna ise felsefe derlerdi. Bununla da en yüksek hikmeti arama ve sevmeyi kastederlerdi. Onu elde edene ise filozof derler ve bununla da en yüksek hikmeti seven ve onu arayanı kastederlerdi. Onlar en yüksek hikmetin kuvve halinde bütün erdemleri içerdiğine inanırlar ve onu ilimlerin anası, hikmetlerin hikmeti ve sanatların sanatı diye adlandırılırlardı. Bununla da bütün sanatları içine alan sanatı, bütün erdemleri içine alan erdemi, bütün hikmetleri içine alan hikmeti kastederlerdir.” Farabi; Tahsilus-Sa’âda (Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi Cilt 1).
Ne zaman; nerede ve kim tarafından başlatılmış? Bu sorulara verebileceğimiz açık bir cevap yok. Homo Sapiens bildiğimiz kadarıyla 200 bin yıldır dünya üzerinde dolaşıyor. Ancak bunun son 5-6 bin yılında yazılı kayıt bırakmaya başlamış. Ondan öncesi en fazla 15-20 yıl öncesine gidebilecek birkaç kırıntıdan ibaret. Bu durum kültürel insanın evrimi için geçerli. Biyolojik evrimi için bıraktığı izler bilim insanlarını çok daha eskilere götürebiliyor. Ancak bu bulgular bizim sorularımıza yanıt olmuyor. İnsan bilimsel düşünmeyi nasıl öğrendi?
İnsanın en büyük kaygısı içinde bulunduğu dünyayı açıklamak olmuştur. Sürekli olarak etrafındaki olaylara açıklama getirme alışkanlığı insanı önce mitolojiye ulaştırmıştır. Doğal olayların karşısında bilgisiz ve çaresiz kalan insan bu olaylara doğaüstü kodlar yükleyerek başlamıştır; öğrenme yolculuğuna. Hastalıkları kötü ruhlara, fırtınalar, depremler, seller, salgınları Tanrılara ve onların yarattığı hikâyelerle açıklamaya çalışmak o dönem içinde yapılacak en akıl dolu açıklamaydı. Başka bilgi kaynağı yoktu çünkü. İnsanın en zayıf tarafı da –bence hâlâ zayıftır– sırtını bir güce dayama çabası olmuştur. Bu korku onu yolun başında efsanelerin, hikâyelerin, mitolojinin ve Tanrıların kollarına bırakmıştır. Doğal olarak da bu olayları açıkladığını ve insanları kötülüklerden koruduklarını iddia eden din adamlarının. Eski kabilelerde bunlara şaman denilmekteydi. Tıpta bu adamlar büyücü, şaman, din adamı hepsini bir arada içermekteydi. Aslında yöntemleri bugün için çocukça olmakta ve birçok yanlışı içermekle birlikte bizi bilimsel düşünceye ulaştıran ilk taşları döşediklerini düşünmek her halde çok yanlış olmayacaktır.
Bu süreçte en önemli kırılma noktalarından birisi ise yazma ve sayma alışkanlığının gelişmeye başlaması olacaktır. Yazma ve sayma tarım faaliyetlerine bağlı pratik ihtiyaçtan ortaya çıkmakla birlikte bize yaşadıklarımızı gelecek kuşaklara aktarma becerisi ile matematik bilimini hediye etmiştir. Tıp bu süreçlerin dışında ancak paralel seyretmiştir. İnsan her dönemde hastalandığı ve yaralandığı için kendi pratik ihtiyaçlarına göre hekimlik bilimini ve sanatını şekillendirmiştir. Her ne kadar Tanrılara da yakarılsa ya da büyüler de yapılsa, sonuçları görme beklentisi tıp uygulamalarında diğer alanlardan ayrı bir deneme yanılma yolu açmayı başarmış ve kısa sayılabilecek bir dönemde Mitosun ve din adamının etkisinden kurtulabilme fırsatını sağlamıştır.
Birçok uzman tarafından doğaya bilimsel gözlerle bakmanın ilk örneğinin VI. Yüzyılda ve Milet’te ortaya çıktığı söylenir. Farabi’nin de yukarıdaki yazısında bahsettiği bu yoldur. Bu yolu açan ilk insan da Thales’dir. Thales MÖ 625-4-546-5 yılları arasında yaşamış ve tarihin gördüğü en ilginç isimlerden birisidir. Aslında onun hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Çünkü kendisinin yazdığı ve bize kalan hiçbir yazılı doküman bulunmamaktadır. Onu bize anlatan isimler Herodot, Aristoteles, Teophrastos ve Diogenes Laertius’tur.

Coşkun Bakar, Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı, Prof.Dr.

NOT: Bu yazı Nisan 2018 tarihinde Çanakkale Troia Dergisinin 50-51. sayfasında basılı olarak yayınlanmıştır...

Yorumlar