Friedrich Solman;
“Kendi üstünlüğünü kurmaya çalışırken kalabalığın hoşuna gitmeyi amaçlayan bir hatip, iktidar arzusunun kölesidir ve tamamen sahte değerler düzeni içinde iş görür.” s:9
Aristoteles-Retorik, Giriş Bölümü, Yapı Kredi Yayınları-442. 6.Baskı İstanbul, 2004.
---
Valeri Legasov (1936-1988)
Gerçeği anlamaya o kadar odaklandık ki... ...gerçekte ne kadar az kişinin onu bulmamızı istediğini gör(e)medik.
Fakat görsek de gör(e)mesek de, tercih etsek de etmesek de... ...gerçek
hep orada...
Gerçek ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi umursamaz.
Hükümetlerimizi umursamaz... ...ideolojilerimizi, inançlarımızı...
Her zaman pusuda bekler...
Bir zamanlar gerçeğin bedelinden korkuyordum... ...şimdi sadece şunu
soruyorum: ...
yalanların bedeli nedir?"
Chernobyl dizisi-5.Bölüm-2019 (Diziden alındığı için muhtemelen kurgusaldır)...
---
"Göksel olayların açıklanmasında çoğulcu bir açıklama yöntemini terk etmek, tutarlı ve makul olan birden fazla açıklama ve nedenler yerine tek bir açıklama ve neden üzerinde ısrar etmek haksız bir gurur, sahte bir bilgiçlik, yanlış bir gayretkeşliktir. Bütün bu olayların ancak tek bir doğru tarzda açıklanabileceğini iddia etmek, mümkün olan bütün açıklamaları reddetmek bir tür delilik olup imkânsız olanı istemek ve anlamsız konuşmak demektir."
---
"Göz göre göre sürünürken insan yaşamı
Ezici ağırlığı altında batıl inançların
Asık suratlı bağnazlık, göğün
Dört bir yanından kuşatmışken ölümlüleri
İlk bir Yunanlı dirençle kafa tuttu
İlk o dimdik durdu ve meydan okudu...
İlk kez o açmayı diledi doğa kapılarına vurulmuş kilidi."
---
"Adalet hiçbir zaman kendi başına var olan bir şey olmamıştır; o her zaman şu veya bu yerde birbirleriyle ilişki içinde olan insanların birbirlerine zarar vermemek için yaptıkları bir anlaşma olmuştur."
---
"Belirli kanılara sahip olarak değil belirli şeyleri tercih ederek iyi ya da kötü insanlar olmaktayız.
Erdemli insan tekil olaylarda doğruyu bulan insandır. Onun yargısı doğruyu belirler."
---
"Bazıları tercih etmenin bir istek, tutku ya da sanı olduğunu iddia ederler, ancak bu doğru değildir.
Çünkü aklınız yoksa tercih de edemezsiniz, fakat istek ve tutku söz konusu olabilir."
"Birşey kendisi olduğu için aranıyorsa ya da kendisinden dolayı seviliyorsa iyi olarak adlandırılır."
---
"Zorlamayla gelen otokratik sistem, çökmeye mahkumdur. Çünkü zor kullanma her zaman için ahlaki açıdan zayıf insanları çeker; dahi diktatörlerden sonra yönetimi alçakların almasının değişmez bir kural olduğuna inanıyorum."
---
"Bir gösteri olan insan hayatında bence gerçekten değerli olan şey politik durum değil, yaratıcı duygulu bireydir. Kişilik kendi başına asil ve yüceyi yaratırken, sürüye ait olan, düşüncede ve duyguda kalın kafalı olur.
Bir insan dörtlü sıra halinde bando eşliğinde uygun adım yürümekten zevk alması, ona acımam için yeterlidir."
---
"Savaş ne kadar da iğrenç ve aşağılık! Böyle bir iğrenç işin içinde yer almaktansa parçalara ayrılmayı tercih ederim. Okullar ve basın yoluyla insanların duyarlıkları ticari ve politik çıkarları sebebiyle sistemli olarak zayıflatılmasaydı, insan ırkının bu şeytanlığı çok önceleri ortadan kaldıracak kadar üstün olduğuna inanıyorum..."
---
"Bir insanın gerçek değeri, herşeyden önce kendisini kendisinden ne ölçüde ve nasıl bağımsızlaştırdığına bakılarak anlaşılır."
---
"Kapitalist toplumun bugünkü ekonomik karmaşası bence bütün kötülüklerin kaynağıdır. Önümüzde kocaman bir üretici topluluk var; üyeleri kaba kuvvetle değil de yasal yollarla koyulan kanunlara tam uyum içinde ortak ürettikleri ürünü birbirlerine vermemek için durmaksızın çabalıyorlar."
---
"Gerçek filozoflar, yani erdemin gerçek öğretmenleri metafizik dersi vermezler bize; boş, gereksiz, belirsiz, yararsız şeylerden söz etmezler: 'Kendilerini dinleyenleri iyi kılmaya çalışırlar... Çünkü sevgi dolu ve iyi bir istenci biçimlemek, engin ve açık zekayı biçimlemekten iyidir. İyiyi istemek doğruyu bilmekten daha güvenlidir. İlki hep övgüye değer, ötekiyse çoğu kez ayıp ve özür tanımızdır.' Tanrıyı sevmek onu tanımaya çalışmaktan daha iyidir. 'İlkin, onu tanımak olanaksızdır; sonra sevgi hep mutludur, gerçek bilgi ise kimi kez acılı..."
---
"Kuşkusuz, Arap-İslam uygarlığının bu serpilişi çok kısa süreli oldu. Arap dünyası, devşirdiği klasik mirası Latin batıya aktardıktan sonra, onu kendisi de yitirdi, hatta reddetti.
Ama, bu olguyu açıklamak için, Alman yazarların -hatta Fransızların- çok sık yaptıkları gibi, Arapların felsefe karşı doğuştan isteksizliğine, Yunan anlayışı ile Sami anlayışı arasındaki giderilmez karşıtlığa, Doğunun Batı için tinsel akıl ermezliğine -Doğu-Batı izleği üzerinde çok zırvalanmıştır- başvurmaya gerek yok. Olup bitenler, çok daha yakın biçimde, felsefenin din dışı tutumunu eleştiren İslam ortodoksluğunun hiç de haksız olmayan şiddetli tepkisinin etkisiyle, özellikle de, Arap uygarlığını birleştirip, İslamlığı bağnaz, felsefeye tümüyle düşman bir dine dönüştüren Barbar, Türk, Moğol (İspanya'da Berber) akınlarının yıkıcı etkisiyle açıklanabilir.
Bu son etki olmasa, Arap felsefesinin Latin skolastiğininkine benzer bir gelişme göstermesi, Arap düşünürlerinin Gazali'nin eleştirilerine yanıtlar bulup, Aristoteles'i 'İslamlaştırması' olasıydı... Buna vakitleri olmadı. Türk ve Berber kılıçları bu devinimi hoyratça durdurdular; bu da Latin Batıyı, Arapların kendilerine aktardıkları Yunan mirasının yanı sıra Arap mirasını devşirme işinde başarısızlığa uğrattı."
---
"Aristotelesçilik için duyulurun alanı insan bilgisinin alanıdır. Duyum yoksa bilim de yoktur. Kuşkusuz insan duyumlamakla sınırlamaz kendini duyumu hazırlar. Anımsar, tasarımlar ve bu yollarla, algılanan şeyin gerçek olarak varolması gerekliliğinden kurtulur. Sonra, bir üst derecede, algılanan şeyin biçimini içerisinde doğal olarak bulunduğu maddeden soyutlar; insanın bilim yapmasını sağlayan, onu hayvandan ayıran da bu soyutlama yetisi, soyut düşünme yeteneğidir. Bilimin soyut düşüncesi duyumdan çok uzaktır. Ama bağ sürer: 'akılda hiçbir şey yoktur ki daha önce duyularda olmasın...' Bu bakıma, tinsel varlıklar insan düşüncesine, hiç değilse doğrudan doğruya giremezler, onlara ancak uslamlama yoluyla ulaşabilir. Bu, insan ruhu da dahil bütün tinsel varlıklar için geçerlidir."
---
"Gelecek kuşakların şimdi söylenti düzeyindeki birçok şeyi bulup pratik gerçeklere dönüştüreceğinden hiç kuşkum yok. Birkaç asır sonra güneydeki meçhul topraklara, evet belki de Ay'a bir yolculuk Amerika'ya yolculuktan daha garip gelmeyebilir. Bizden sonra geleceklere, en ücra bölgelere uçmak için bir çift kanat satın almak, tıpkı yolculuk için bir çift çizme satın almak gibi sıradan görünebilir. Hint Adaları uzaklığında yerlere hislere dayalı vasıtalarla görüşmek gelecekteki çağa, mektupla yazışmanın şimdi bize göründüğü kadar olağan gelebilir. Eski ilkelerin darlığıyla hükümlerde bulunanlar bu paradoksal beklentilere gülümsemeye bakacaklardır. Ama bu son birkaç asırda her şeyin çehresini değiştirdiği tartışmasız kabul edilen büyük icatlar, eski çağlarda yalın öneri ve sırf varsayım olarak ortaya atıldıklarında gülünç bulunmuşlardı. Bir yeni dünyanın (Amerika) keşfedileceğinden söz etmek, antikçağ için palavraydı. Denizde yıldızlara ya da kıyılara bakmadan, bir mineralin(pusula) kılavuzluğunda yol almak, Daidalos'un* uçmasından daha saçma bir hikayeydi."
* : Yunan Mitolojisinde eli her sanata yatkın kişi
---
"Hiçbir bilgi teorisi, şeyleri açıklamak girişimlerimizde niçin başarılı olduğumuzu açıklamaya kalkışmamalıdır; [...] bilgiye ve düzenli yapılara dönük bu arayışın başarısızlığa uğrayacağı birçok olası ve gerçek dünya vardır."
---
"Yoksul ülke halk sağlıkçıları(hekimleri) ya çelişkileri birer kısır döngüye dönüştürüp sağırlar diyaloğunun batağına batacak ya da gerçekliği ve çelişmelerini incelemeye ağırlık verecekler. Birinci seçenekte herkes bir adım ileriye gidemeden çakılıp kaldığı yerde kendini yineler. İkinci seçenek eytişim(diyalektik) yaklaşımıyla bu çelişmeleri aşmayı sağlayacak yolları aramayı öngörür. Eytişim yöntemini özümsemezsek şu tüm değerler aleminin halk sağlığı gerçekliğini bir masala dönüştürür."
---
Kendi adıma, onların küstahlığına uyum sağlamaktan öylesine uzağım ki, gezegenlerin güneş etrafında dönen dünyalar olduğuna, sabit yıldızların da etraflarında gezegenler dolanan birer güneş olduklarına, yani, küçük olmalarından ve yansıttıkları ışığın bize ulaşmamasından dolayı, bu dünyadaki insanlarca fark edilmeyen dünyaların bulunduğuna inanıyorum.
Böylesine engin kürelerin uçsuz bucaksız çöllerden ibaret olduğu, bizim küremizin ise içinde yaşamamızdan dolayı, birtakım mağrur bücürlerin mesken tutması için şekillendirildiği ciddi olarak nasıl düşünülebilir?
Güneşin bizdeki günü ve yılı ölçmesinden dolayı, sadece bizi akıntıya kürek çekmekten alıkoymak üzere yaratıldığını söylememiz niçin gereksin?
Hayır, hayır, o gözle görülür ilahın insanoğlunu aydınlatması tesadüftür, tıpkı kralın ihtişamlı fanusunun sokakta yürüyen bir hamalı aydınlatması gibi..."
---
"Belagat en yüksek perdesine ulaştığında akla ve tefekküre çok az yer bırakır; fakat sadece hayal alemine ya da duygulara hitap etmek istekli dinleyicileri esir alır ve anlama yetilerini geri plana iter. Neyse ki, bu yüksek perdeye nadiren erişilir. Fakat bir Tulius'un Romalı bir Demosthenes'in Atinalı dinleyiciler üzerinde yaratabildiği etkiyi, bir Kapüsen(Fransisken rahibi), bir gezgin ya da yerli hoca da bu tür kaba ve bayağı tutkulara temas ederek insanlığın geneli üzerinde, üstelik daha da ileri düzeyde yaratabilir."
---
"Hristiyan dinine ilk başta mucizeler eşlik ettiği gibi, bugün bile aklı başında hiç kimse bir mucize olmaksızın bu dine inanamaz. Hristiyan dininin doğruluğuna ikna olmamız için tek başına akıl yetersizdir ve iman yoluyla bu dini kabul eden herkes, kişiliğinde anlama yetisinin tüm ilkelerini altüst eden ve kendisinde alışkanlık ve deneyimlere aykırı şeye inanma kararlılığı veren bir süreğen mucizenin bilincindedir."
---
"İnsanlığın büyük kısmı, kanaatlerinde doğal olarak onaylayıcı ve dogmatik olma eğilimindedir ve nesneleri sadece tek bir yönden görüp karşıt bir argüman hakkında hiçbir fikre sahip değilken, aceleyle meyilli oldukları ilkelerin üzerine atlarlar ve karşıt duygulara sahip olanlara da müsamaha göstermezler. [...] Oysa bu tür dogmatik muhakemeciler insanın anlama yetisinin en kusursuz durumunda bile, kararlarında en doğru ve ihtiyatlı olduklarında dahi tuhaf kusurları olduğunu bir fark edebilseler, bu tür düşünce onları doğal olarak daha alçak gönüllü ve ihtiyatlı yapacak ve kendileri hakkındaki hoş düşüncelerini de düşmanlarına duydukları önyargıları da azaltacaktır. [...] Genel itibariyle, doğru muhakemeciye her türlü inceleme ve kararda belli derecede şüphe, ihtiyat ve alçakgönüllülük sonsuza dek eşlik etmelidir."
---
"İnsanın muhayyilesi doğal olarak ulvidir, kendisinden uzak ve olağanüstü olan her şeyden zevk alır, alışkanlıktan ötürü çok aşina olduğu nesnelerden kaçmak adına zamanda ve mekanda kontrolsüzce en uzak noktalara koşar. Doğru bir Yargı Gücü ise bunun tersi bir yöntem izler ve her türlü uzak ve yüksek soruşturmadan kaçınarak, günlük yaşamla ve gündelik pratik ve deneyim kapsamına giren konularla yetinip, daha yüce konuları şairlere hatiplerin süslemelerine ya da papazlarla siyasetçilerin sanatlarına bırakır. [...] Kanaatim o ki, nicelik ve sayı, soyut bilimin ya da tanıtlamanın yegane nesneleridir ve bilginin bu daha kusursuz türünü bu sınırların ötesine taşımaya çalışan her girişim safsatacılıktan ve yanılsamadan başka bir şey değildir. Nicelik ve sayının bileşenleri tamamen benzer olduğundan, ilişkileri de karmaşık ve çapraşık olur ve hiçbir şey çok çeşitli araçlardan yararlanarak bunların farklı görünümlerindeki eşitliklerin ya da eşitsizliklerinin izini sürmekten daha yararlı ve tuhaf olamaz. [...]
Nicelik ya da sayıyla alakalı soyut bir muhakeme içeriyor mu? Hayır...
Olgusal durum ve var oluş hakkında deneysel bir muhakeme içeriyor mu? Hayır...
O halde yakın gitsin, zira içinde safsata ve yanılsamadan başka bir şey yok demektir..."
---
Kullandığı araçları uzaktaki bir amaç için meşrulaştıran bir amentüyü kabul etmeden önce, herkesin yapması gerektiği gibi, Marksizmi eleştirel bir gözle incelemiş miydim? Yalnızca karmaşık bir teoriyi pek eleştirmeden kabul etmiş olduğumu değil, aynı zamanda komünizmin gerek teorisi, gerekse pratiğindeki pek çok yanlışı da aslında fark etmemiş olduğumu kendime itiraf etmek zorunda kalmaktan dehşete kapılmıştım.
---
---
"Hak bilirliğin gereği olarak bize düşen, hakiki ve ciddi konularda kendilerinden büyük ölçülerde yararlandıklarımız şöyle dursun, basit ve küçük ölçüde yararlandıklarımızı dahi karalamamaktır. Her ne kadar bazı gerçekleri görememişlerse de bize intikal eden düşünce ürünleriyle onlar, bizim atamız ve ortağımız sayılırlar. O ürünler bize, onların hakikatine erişemedikleri birçok bilgiye ulaşmak için bir yol ve bir araç olmuştur."
---
"Hobbes;
Ya sadece ben deliyim ya da sadece ben deli değilim. Başka seçenek yok. Eğer bir ihtimal biri çıkıp da hepimizin birden deli olduğunu söylemezse...
Wallis;
Eğer deli oysa ikna edilmesi mümkün olamaz. Eğer bizsek bunu yapma yeteneğinden yoksunuz demektir. Bu yüzden Hobbes'un sözlerini çürütmek gerekli değildir; işe de yaramaz..."
---
"Yeni hipotezlerin kabul edilmiş kuramlarla uyuşmasını gerektiren tutarlılık şartı akla uygun değildir. Çünkü daha iyi kuramı değil eski kuramı korur. İyice doğrulanmış kuramlarla çelişen hipotezler bize başka bir şekilde elde edilemeyecek kanıtlar verirler. Tek tipleşme bilimin eleştirel gücünü zayıflatırken kuramların çoğalması bilim için yararlıdır. Tek tipleşme bireyin özgür gelişimini de tehlikeye atar."
---
Böylesi bir ölçüyle daha yeni bir kuram arasında tek fark yaş ve aşinalıktır. Daha genç kuram önce gelseydi tutarlılık koşulu onun yararına işlerdi. İlk yeterli kuram daha sonra gelen aynı derecede yeterli kuramlar karşısında öncelik hakkına sahiptir."
---
---
---
"Böylece bütün felsefe bir ağaç gibidir: Kökleri metafizik, gövdesi fizik ve bu gövdeden çıkan dallar da diğer bilimlerdir: Tıp, mekanik ve ahlak. Burada kastettiğim ahlak ve diğer bilimlerin tam bir bilgisini isteyen ve hikmetin en son basamağını teşkil eden en olgun ahlaktır. İmdi, nasıl meyveler ağaçların kökünden veya gövdesinden değil de, yalnız dallarından toplanırsa, aynı suretle felsefenin de asıl faydası, en son öğrenilebilen bölümlerden elde edilir."
---
"Devlet işleri de böyledir; Senin topraklarında meydana gelen hastalıkları önceden teşhis edersen, ki ama bu ancak bilge ve uzak görüşlü adamın yapabileceği bir şeydir, çabuk iyileşirler; ama onları zamanında teşhis edemeyip herkesin gözünde görülecek kadar büyümelerine meydan verirsen artık hiçbir ilaç kâr etmez..."
---
"Toprak yahut Semele uzun kış uykusundan uyanır uyanmaz Gök'ten yahut Zeus'tan gebe kalır. Bu çiftleşmeden sonra Bakkhos doğmaya başlar. İlkbaharda filizlere su yürüyünce tanrı tomurcuklarda kendini gösterir. Ama yazın, Zeus Semele'yi yıldırımlarıyla yakar. Güneşin sıcağı toprağı kurutup kavurur. O zaman, toprağın başlamış olduğu işi bitirmek göğe düşer: Bulutlar Bakhos'u sarar; çiyler, kaynaklar ve yağmurlar, yani Mymphalar ve Naiadeler asmayı oldurarak Dionysos'u besler ve büyütürler. Üzümle koparılan tanrı, özünü maddeden sıyırabilmek için birçok eziyete katlanır: Parça parça edilir, küplere hapsedilir, ayaklar altında ezilir. Böylece Dionysos, kendini insanlara vermek; onlara hayatın sırrını katabilmek için İsa gibi ıstırap çeker; fakat bu işkenceler onu öldürmez. Toprağından koparılıp ezildikten, mezara gömüldükten sonra, ekşime sayesinde yaşamaya devam eder; kudreti büsbütün artar, şarapla insanın damarlarına geçerek onu coşturur, ruh ve beden kuvvetini son haddine götürür"
---
"....."
Yorumlar
Yorum Gönder